ŞİMAYA
ATİLLA CAN
Şimaya bir ülkedir
Aşktır, sevgililerin
Sevgilerin ortak adıdır
Şimaya, grameri bozuk cümlelerdir
Başkaldırıdır, direniştir, öfkedir
Bütün kelimeler şimaya
Şimaya gökyüzü,
Yüreğimin surları, ana karanın fethi
Yeni bir alfabe,
Dökülen kelimelerdir
Yürekte veba misali.
Kaç Şimayalı günler yaşayacak
Doğmamış çocuklar?
Şimaya,
Ekmeğimi katık ettiğim
Ayranım, kadınım, yarınım
Karacadağ kokan,
Nemrut solan, Dicle’de dolanan
Bulutlara kulaç attım
Seni sordum lodostan evvel
Az önce saçlarında
Rüzgarları uçurtarak geçti dediler
Saçların ilmek ilmek
Yağlı urganım, idam sehpam
Yeni bir af diliyorum
Şimayalı anayasandan,
Kardan şehirler örüyorum sana
Şimaya, saçaklarına kar düşürdüğüm
Sensiz, dilsiz şehirler veba misali
Güneşlerinde damla damla eriyen
Kardan şehirler
Saçaklarına tutunuyorum
Kardan ördüğüm şehirlerin
Saçaklarında eriyorum
Temmuz güneşini avuçlayarak
Kardan ördüğüm şehirlerde
Şimaya Rize’de çayım
Konya’da buğdayım
Diyarbakır’da kavgam
Batman’da intiharım…
Şimaya, bütün bir ülkem
Yüreğimi baştan başa saran.
GİTMELİYİZ
AYŞE KARADAĞ
Toparlanın gidiyoruz başka bir kente
Sıkışıverin şöyle bavulların içine
Haydi, albümlerim sandığım sepetim
Kitaplarım defterlerim
Şiirlerimi aklayan silgim
En vefalı emir erim kara kalemim
Anılarım düşün yola gitmeliyiz işte…
Sazım
Nazlanma durma gönülsüz
Gitmeliyiz ırak bir ile
Sensiz sıla kahrı çekilmez
Hiç değilse tellerinle şenlenir başım
Duvarlara sinen ağıtlarımız kalsın arkamızda
Coşkulu türküler yollarız oralardan
Van’a gidelim Van’a…
Kabım kacağım
Haydi, toparlanın gidiyoruz
Nasıl bırakırım sizi ben
Kiminizin adı Hülya kiminizinki Ayten
Ev görümünde gelen armağansınız
Bırakamam sizi arkamda
Sizler böyle ışıltıyla bana parlarken.
Ya şu tablodaki su taşıyan kız
Tesellim olurdu kentin suyu kesikken
Üzerinde asılı sevdiceğimin gözleri
Silinmemiştir belki parmağının izleri
Giriver şu kutuya haydi
Acılarımı yüreğimde depreştirmeden.
Zordur yılların yuvasından uçup gitmek
İyi bilirim bu kaçıncı gidişleri
Ege tuz basıyor şu an yaraların üstüne
Hadi anılarım toparlanın gidelim
Gidelim o mavi kente
Sodalı denizi varmış inci kefalleri
Güzel insanıysa el âlemin dilinde.
Darılmayın anılar tek siz değilsiniz yaşamımda
İzmir küsmesin bana
Olmazsa tasını tarağını toplasın
Lokması kumrusu gevreğini de atalım çantaya.
Kendisi gibi güzel mi güzel
Coşkulu ayakların kentini
Toparlayıp sırtımıza vuralım.
Nisan 2025 / Reyhanlı-HATAY
GÖZÜM YAŞINA
MEHMET AKÇAY
Yağmurlar karıştı gözüm yaşına
Şimşekler çakıyor serimde benim
Yüreğim dertlere olmuş aşina
Izdırap tükenmez zarımda benim
Korkudan yaş döker nemlidir dide
Menzile yaklaştım gün gide gide
Usanmaz şu gönlüm ah ede ede
Çıbanlar yerleşti derime benim
Ar el vermez şöyle derdim açayım
Işıl ışıl dört bir yana saçayım
Şaşırmışım hangi yöne kaçayım
Belâlar dikilmiş berimde benim
Alışınca sırtım dertten yüklere
Saç sakal kaşlarım döndü aklara
Feryat figan zarım çıktı göklere
Anlamadım sızım neremde benim
Çağlari’yem gizli gizli tüterim
Yana yana bir gün olur biterim
Niye bülbül oldum böyle öterim
Bir kor ateş yanar buramda benim.
DÜRÜSTLÜK, İKİYÜZLÜLÜĞÜN PANZEHRİDİR
MERAL YAĞMUR
İnsan ilişkilerinde en çok tartışılan ve ahlakî boyutta en çok eleştirilen davranışlardan birisi de ikiyüzlülüktür. İnsanların dışa yansıttıkları kişilikle, iç dünyalarındaki düşündükleri ve hissettikleri arasında bir çelişki olduğunda bu duruma toplum olarak biz, ikiyüzlülük bir başka deyişle riyakârlık diyoruz.
Sadece kişisel ilişkilerde değil toplumsal, politik ve kültürel alanlarda da maalesef yaygın olarak görülen bir tutumdur bu. İnsanların kendilerini olduklarından farklı bir şekilde göstermesi ya da söyledikleriyle yaptıkları arasındaki tutarsızlık, genellikle kişinin başkalarından kabul görme, onay alma veya çıkar elde etme isteğiyle ilgilidir. Bir kişi belirli bir değer sistemini savunurken aynı değerleri kendi hayatında uygulamadığında bu tutumu iki yüzlülük olarak kabul ederiz. Ancak sadece dışsal davranış şekilleriyle ilgili değildir aynı zamanda bir ahlaki tutarsızlığı da ifade eder.
Genele baktığımız zaman ikiyüzlülüğün birçok nedenini görmemiz mümkündür. İnsanların kişisel gelişim, sosyal statü ve psikolojik durumları onları iki yüzlü davranmaya itebilir. Örneğin; kendilerini korumak için bir savunma mekanizması olarak da görebilir ve dolayısıyla farklı kimlikler benimseme çabasına girebilirler. İkiyüzlülüğün en belirgin özelliği çoğu zaman çıkarlarına yönelik tutumu ve söylediği ile yaptığı arasındaki tutarsız davranışıdır. Bir kişi, doğruluktan, dürüstlükten yana olduğunu iddia ederken diğer yandan yalan söyleyebilir ya da adalet savunucusu olduğunu belirtirken boş kuru hamaset tavırları sergileyebilir; karşısındaki insanlardan fayda sağlamak için sahte dostluklar kurabilir veya riyakâr bir nezaket gösterebilir. Genellikle toplumsal beklentilere uyum sağlamak veya çıkar elde etmek için maskelidirler. Gerçek düşüncelerini veya hislerini saklayarak dışarıya kabul görecek bir imaj çizerler. Bu tür insanlar başkalarını manipüle ederek istediklerini elde etmeye çalışırlar.
Bazen iki yüzlü bireyler kendi tutarsızlıklarının farkında olmayabilir ve kendi yalanlarına inanabilirler. Bu durum içsel bir çelişkiye düşürür ve kişinin kendini tanımasını en acınası şekliyle tanımlamasını zorlaştırır.
Kendi değersizlik hissi ile başa çıkamayan bu kişiler, başkalarının gözünde değer kazanmak için toplumun veya çevrenin beklentilerini karşılayamadığı vakit dışlanma veya eleştirilme korkusu yaşar. Bu korku, kişinin kendi düşüncelerini veya inançlarını açıkça ifade etmek yerine kabul görecek bir tavır takınarak toplumun beklentilerini karşılamaya çalışma, kişisel kazançlar elde etmeye, iş ortamında, sosyal çevrede ya da politik arenada sahte bir imaj sergilemeye veya çıkarlarını korumak için gerçek düşüncelerini gizlemeye itebilir. Toplum olarak her birimiz, her birimizin belirli ahlaki veya sosyal normlara uymasını bekleriz. Bu baskı bireylerin kendi inançları veya arzuları ile toplumun beklentileri arasında bir çatışma oluşturabilir ve hâsılı uyum sağlamaya çalışırken iki yüzlü davranışlara sebebiyet verebilir.
Bir insan; söylediği ile yaptığı arasında sürekli bir çelişki gösterdiğinde çevresindekilerin ona olan güven duygusu zedelenir ve ilişkilerin bozulmasına neden olabilir. Zirâ güvenin olmadığı bir ilişkide sağlıklı bir iletişim kurmak ve derin bir bağ oluşturmak neredeyse imkansızdır. Çünkü zamanla kendi içsel bütünlüklerini kaybedebilir, gerçek hislerini ve düşüncelerini sakladıkça kim oldukları ile ilgili net bir algıya sahip olamazlar. Bu durum uzun vadede psikolojik sorunlara, özgüven eksikliğine ve kimlik krizine yol açabilir. Toplumsal düzeyde de ciddi sorunlara neden olacak iki yüzlülük; özellikle liderlerin veya kamu figürlerinin tutarsız davranışları toplumsal çelişkilere ve huzursuzluklara yol açar. Bu da, o topluma veya sisteme olan inancı kaybeder.
İkiyüzlülük aynı zamanda insanların kişisel gelişimini de engeller. İnsanlar, kendilerini gerçekten tanıyamaz ve kendileri hakkında dürüst olmazlarsa, kişisel gelişimini tam olarak gerçekleştiremezler. Ayrıca, ikiyüzlü insanların gerçek dünyada başarılı olma olasılığı da gâyet düşüktür. İki yüzlülük; bir yerde nifakla, yalancılıkla, sahtecilikle birleşmektedir. Her çevreye uyan, bulunduğu yerin havasına kolaylıkla giren ve durmadan renk değiştiren, bukalemun meşrepli kişilerin hangi yüzlerine, hangi sözlerine ve hangi davranışlarına itibar edileceği kestirilemez. Bu tavır, kalpteki nifaktan kaynaklanıyorsa münafıklık emaresidir ki bu da büyük sıkıntı. Münafıklar da yüce kitabımız Bakara Suresi 12. Ayet-i Kerime’ sinde “Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir” şeklinde ki açık beyanına göre dünyada kimlerle beraber olacağını bilemeyen, bir ona bir buna gönül veren, ortada kalmış kimseler olarak işaret edilmiştir. Etik içerisinde farklı durumlarda farklı bir konuma sahip olsa da, genel olarak ikiyüzlülük kötü bir fiil olarak değerlendirilir. Ahlâk psikolojisine göre ikiyüzlülük veya mürailik kişinin kendi ifade ettiği ahlâki kural ve prensiplere kendisinin uymaması, sahip olmadığı duygu, düşünce, erdem, değer veya özelliklere, sanki sahipmiş gibi davranması veya sahip olduğunu iddia etmesidir. Çoğu din ve ahlâki öğreti de ikiyüzlülüğü kınar.
İki yüzlülüğün üstesinden gelmek bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle dürüst bir ilişki kurmasını gerektirir. Bu süreç farkındalık ve içsel bir sorgulama ile başlar. Bireylerin kendilerine karşı dürüst olmaları ve değerleri ile davranışları uyumlu hale getirmeleri önemlidir.
İki yüzlülükten kaçınmanın ilk adımı bireyin kendi düşünceleri, hisleri ve davranışları üzerinde farkındalık geliştirmesidir. İnsanlar kendi içsel çelişkilerini fark ettiklerinde bu durumu düzeltmek için adımlar atabilir ve ilişkilerinde açık, samimi bir iletişim kurmaya özen gösterebilirler. Nihayetinde kendi duygularını ve düşüncelerini dürüstçe ifade etmek hem bireysel hem de toplumsal ilişkilerin daha sağlıklı olmasını sağlar. Kişilerin savundukları değerler ile davranışları arasında tutarlılık sağlamaları iki yüzlülükten kaçınmanın bir diğer yoludur. Ve nitekim kendilerine karşı sorumlu davranmaları, içsel bütünlüklerini korumalarına yardımcı olur. İkiyüzlülük bireylerin hem kendilerine hem de çevrelerine zarar veren bir davranış biçimidir. Dürüstlükten uzak, maskelerle dolu bir yaşam sürmek uzun vadede ilişkilerin zedelenmesine, güven kaybına ve içsel çatışmalara yol açar. Ancak öz farkındalık, dürüstlük ve tutarlı bir değer sistemi ile iki yüzlülükten kaçınılabilir. ki yüzlülük diğer cihetiyle riyakârlık yerine dürüstlüğün, güvenin, sadakatin ve samimiyetin hakim olduğu bir yaşam sürmek hem bireyler hem de toplumlar için daha sağlıklı ve tatmin edici bir yol sunar. Hâsılı dürüstlük, iki yüzlülüğün panzehridir.
Evet insan; ne ise o olmalıdır. Bildiğinden, inandığından ve en önemlisi kendisini olduğundan başka türlü görünme veya göstermeye çalışmamalıdır. Adına uyanıklık diyebilirsiniz, yahut kumpas… en modern haliyle yeni dönemde strateji de diyebilirsiniz, ne derseniz deyin… artık düşünceler fikirler kişilere göre konuşuluyor. Hiç duydunuz mu bilmem; hani halk tabiriyle bir söz vardır “doğru, doğru dosdoğru”. Eğilip bükülmeyen, olay ve kişiye göre değişmeyen, sevilmek, kabul görmek, takdir edilmek adına tabiri caizse lafını, sözünü kıvırmayan insanlar var ya… İşte bu karaktere sahip olanları yanınızdan, yönünüzden ayırmayın derim. Velhâsıl demem o ki; iki yüzlülük almış başını gidiyor.
Bâkî muhabbet, selâm ile…
ŞU DÜNYA MALI
NAZMİ SARAÇOĞLU
Ne mezara gelir, ne fayda verir
Bilsen emanettir şu dünya malı
Nice şah sultanı tahttan indirir
Boş bir şan şöhrettir şu dünya malı
Kardeşi kardeşe düşman eden o
Nice yıkılmışı pişman eden o
Haramla bedeni şişman eden o
Boş heva hevestir şu dünya malı
Onun için nice tuzak kurulur
Nice mazlum canlar kalpler kırılır
Kırk yıllık eşler, dostlar darılır
Bir fitne fesattır şu dünya malı
Hele bir de haram içine girse
Sâhibi haramın tadına varsa
İt gibi saldırır nerde ne varsa
Nemruda fırsattır şu dünya malı
Artık ne yetimin malını tanır
Ne ar eder arsız ne de utanır
Bakanlar kararmış gözünden tanır
Gözlere perdedir şu dünya malı
Alimleri cahil edip kandırır
Zalimin zulmünü daha azdırır
Nice ahlar alıp candan bezdirir
En son candan eder şu dünya malı
Kalana mirastır şu dünya malı.
GETİRİ MİSİN
ZELAL KIRAN
Gurbet için ağlayan trenler
Ne çok özlem yüklemişsin
Sevinç ve hüzün boyalı ellerinle
Göğe balonlar uçurmuşsun
Yalnızlıkla kıvrılan yollardan geçip
Ilgıt ılgıt esen rüzgâra inatla
Halkımın kederli kaderine
Bağrını açarak koşup durmuşsun
Ama sen ekmek gibi bereketli
Öpüp başıma koyduğumsun
Ağladığımsın sen için, bilesin
Seninle bahçeler çiçeklensin
Yurdum gibisin sen, halkım gibi
Gönlün senin has bahçedir, bilesin
Bülbül gibi çakısın dilin hiç durmadan
Neler yaşadığımızı dile getirir misin?
GİZLİ GİZLİ
İMDAT FAAL
Garip gönlüm kaç zamandır
Kanar oldu gizli gizli
Unutmaya çalışsam da
Yanar oldu gizli gizli
Yar düşünce hatıraya
Dertler giriyor sıraya
Sanki düşmüşüm deryaya
Boğulmuşum gizli gizli
Değme benim göz yaşıma
Sakın ha çıkma karşıma
Zehir doğradın aşıma
Ölüyorum gizli gizli
Öteledim düşlerimi
Sakladım göz yaşlarımı
O enfes gülüşlerimi
Unutmuşum gizli gizli
Kırk yamalı bohça gibi
Muhabbetin dostça gibi
Dışarıya hoşça gibi
Poz verirsin gizli gizli
Şu koskoca gezegende
Göçeceğiz bende sende
Seni çok sevdim desende
Yanacaksın gizi gizli
Umudum yok yaz bahara
Deli doluyum bu ara
Açtığın onulmaz yara
Kanıyor bak gizli gizli
Döner dünya devran diye
Her fani muhtaç sevgiye
Esirgediğin ilgiye
Yanarım bak gizli gizli
Kul İmdat’ım kırık sazım
Neden duyulmaz avazım
Cenab-ı Hakk’a niyazım
Secdedeyim gizli gizli.
BUZ SATICISI
ABDULHAKİM ÇİFTCİ
Sermayesi sürekli eriyip giden tek gariban sıcakta buz satan kişidir desek yanlış söylemiş olmayız herhalde. En değerli varlığı zaman olan ve zamanın sürekli çürüttüğü, eskittiği bir varlık olan insan, mutlak surette zaman konusunda yanılgıya düşüyor. İstisnasız herkes geçen zamana hayıflanıyor, ömrünün nasıl geçtiğini anlamıyor ve daha dün gibi hatırlıyorum cümlesini dilinden düşürmüyor. Her saniye aleyhimize yontuluyor, aramızda bulunan zaman tarafından ha bire tüketiliyoruz. Zamanın insanı nasıl çürüttüğüne her an şahit oluyor, herkesi aynı oranda ve mesafede sinsi sinsi yaşlandıran bir düşman gibi gözümüzün içine bakarak yavaş yavaş bizi püskürtüğüne tanık oluyoruz.
Şairin;” otuz yıl var ki saatim işlemiş ben durmuşum, göklerden habersiz uçurtma uçurmuşum” dizesini defaatle düşünüyor ve dahi bizzat yaşıyoruz. Zamana müdahalenin ancak ve ancak dua ile olabileceğini biliyoruz fakat duanın bir amel olduğunu, zamanın akışına müdahale edip ileriye ve geriye bakan önlem alıcı bir yönü olduğunu unutuyoruz. Hz Yusuf’un saray eşrafının tüm girişimlerine rağmen, “rabbim sen yardım etmezsen ben onlara kayarım” haykırışını olayın henüz akışa girmeden zamana bir müdahale isteği olduğuna bağlayamıyoruz. Zamanın babası olmaktan çok (ebu-l vakt) zamanın çocuğu (ibn-l vakt) olmayı tercih ediyoruz. Bir zaman kırıntısı, bjr bir zaman sineği gibi ordan oraya savruluyoruz. Asr süresinin bize zaman konusunda hüsranda olduğumuzu söylemesine rağmen onun istisnası olan sabrı tavsiye etmiyor, salih amelde bulunmuyoruz. Ebed müddette bize dünyada ne kadar kaldınız sorusuna bir kuşluk vakti kadar kaldık diyeceğimizi bilmemize rağmen ömrümüzü bozuk para gibi harcıyoruz. Üzerimizden epey bir süre geçtikten sonra anılmaya değerli bir varlık olduğumuzu idrak edemiyoruz. Yıllarca bir mağarada uyuduktan sonra tekrar uyanan arkadaş grubuna (ashab-ı Kehf) hikaye gözüyle bakıyor, zamanın izafi olduğunu akledemiyoruz. Hayatın genişliğine odaklanamıyor, tüm sosyal ilişkilerde poz kesmekten vazgeçemiyoruz. Esaslı bir duruşa sahip olamıyoruz. Yaratılışın hikmetini kavrayamıyoruz ve her halükarda taşı taşın üstüne koyanlardan olmayı başaramıyoruz. Kitabı anca boş vakitte okumaya çalışıyor, bir boş vakit etkinliği olarak görüyoruz. Hâlen vaktin boş olabileceğine inanıyor, şiir yazmayı hobi sanıyoruz. Evde hayvan besleyebiliyor ama çocuk yetiştirmeye burun kıvırıyoruz. Bir çırpıda onlarca insanın kalbini kırıyor sonrada sofuluk taslıyoruz. Saatlerce ahlâk üzerine konuşuyor ama herhangi bir kuyrukta başkasının hakkına girebiliyoruz.
Post-modern çağın her şey her şeyle gider mantığına bürünüyor her şeyden payımıza düşeni alıyoruz. Kırsalda koyun gütmekten utanıyor metropolde köpek bakıcılığı yapıyoruz. Kutu gibi evlerde yaşıyor, kendi işinin patronluğunu kapitalist sistemin sermayedarlarına köle olma uğruna satıyoruz. Cebimizdeki bozuk paraları muhtaç olduğu bilinmeyen birisine vererek infak emrini yerine getirdiğimizi düşünüyoruz. Kandil gecesi lokma dağıtarak senenin hayır kontenjanını kapatıyor ertesi gün kazandığımız bonus sevapları gelinin başına para saçar gibi dağıtıyoruz. Ömrümüzü bir hiç uğruna tüketiyor yeni çıkan telefonun üst modeli için haftalar öncesinden sıraya girebiliyoruz. Sanal ekran uygarlığında egemenliğin kayıtsız şartsız görsel idraka ait olduğunu, bakma ameliyesinin şehvete dönüştüğünü ve hakikatin yerini vehimlerin aldığını bilmiyoruz. Sadece bedenin konuştuğu, dilin suspus olduğu bu çağın daha ne kadar bizi teşhir edeceğini tahmin edemiyoruz. Sabahın beşinde doktorun çağrısına uyarak spor yapmak için kalkabiliyor fakat Rabbimizin çağrısına uyup fecir vaktinde uyanmayı nefsimize yediremiyoruz.
Ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuza odaklanmak yerine ne kadar fazla şeyden mahrum olduğumuza odaklanıyoruz. Bitmiş yoğurt kaplarına çiçekler ekilmiş bir çağı, her şeyin mükemmel olmak zorunda olduğu bir çağa değişmenin bedelini ne yazık ki canımızla ödüyoruz. Her geçen gün mal varlığımız artıyor fakat zamanımız tükeniveriyor. Varlığın ve eşyanın hakikatini kavrar gibi olduğumuzda artık ömrümüz bir daha gelmemek üzere son buluyor, nihayetinde hayat sofrasından doymadan kalkmış oluyoruz. Bütün denklemlerden, bütün sayılardan ve bütün algoritmalardan teğet geçiyor, elimizde hep bir ipucuyla öğrenmenin acısını tatmadan cehaletin zilletiyle yutkunup duruyoruz.
SÂYE
BARIŞ TALAY
Gidemiyorum içimi ısıtır bu şehir
Sancılı güzlerin yol kıvrımındayım
Bırakma hüznünü yüzüme
vakit çok erken
Biriksin sinemde sevgin
Aksın gözlerimin çatısından
Mutluluk getiren gözyaşlarım
Sesinin uğultusunu duydum
Gözyaşlarının selinde battım
Kaç zaman başucunda yattım
Maviliklerin maviliklerin hayalinde;
Bekledim, dönüşlerin mutluluğunu
Kapatma bir an gözlerindeki sürgüyü
Bırak senle ısınsın yüreğim
Serpilsin gönlümdeki neşe;
Kaç zaman kaldı vedaya?
Gözlerinde biten mevsim
Acıların son hışırtısıdır.
DÖKÜM AYI
METİN ÖZDOĞAN
Eylül ayı yazı bitirir
Kış geliyor diye haber verir
Ben eylülü o yüzden sevmiyorum
Hem hüzün mevsimi, kışın habercisi
Yeşil yaprakların sararıp solması
Bana hüzün veriyor
Eski insanlar
İnce hastalık derlermiş
O hastalar eylülde
Rahmetli olurmuşlar
O yüzden kimse sevmezmiş
Eylül ayını ve döküm ayı derlermiş
İnce hastalar gittiği için
Ve benim biricik anam da
Hiç sevmediğim eylülde
Bizi bırakıp hakka yürüdü
Ramazan ayının ortasında
Yapraklar dökülüyordu
Sonbahar rüzgarları esiyordu
Göçmen kuşlar gidiyordu
Güz yağmurları yağıyordu
Anamda göçmen kuşlar gibi
Bizi bıraktı solan yaprak gibi
Solup hakka yürüdü
Hüzün mevsimi bize hüzün verdi
Onun için sevmem
Hüzün mevsimi eylül ayını
ŞİMDİ ANLADIK
FEVZİ DİNÇER
Çekilen çileler saymakla bitmez
Yapılan iyilik hatırdan gitmez
Çalışmakla yıllar bir ömür yetmez
Yaşam zorluğunu şimdi anladık
Sayılı günlerle günün ardından
Bir çıkmaza girdim gönül derdinden
Dengeyi sağlarsın yürek merdinden
Yaşam zorluğunu şimdi anladık
Koş, uğraş, çabala didin ha didin
Sevgiyi yok edip verme ha ödün
Bana destek olan çileli kadın
Yaşam zorluğunu şimdi anladık
Nakış nakış dokunurken kilimler
Canına tak etmiş oysa zulümler
Bir gün her kuluna gelir ölümler
Yaşam zorluğunu şimdi anladık
Gün yüzüne çıkar olursun paşa
Bu dünya kimseye kalmaz hiç boşa
DİNCER’im hayati gördükçe yaşa
Yaşam zorluğunu şimdi anladık.
SİLİNİR Mİ SANIYORSUN
ZİLAN ÇELİK
Alışırsın deme
Unutursun deme
Biliyorum, iki duvarın arasını
Adımlarla nasıl mil ettiğimi
Her dönüşün ardından
Gözlerimin, yalnız seni seçtiğini
Soluduğum havanın beni kahrettiğini
Unutursun deme
Gidişlerimin hepsi boşuna
Dönüşlerimin hepsi yine sana
Başka insan başka şehirler çare değil
Mercekleri kırsan da, içinde dolaşan
Her pıhtıda ben çıkıyorum karşına
Her eksiğin sana yeniden beni katacak,
Uykular eksik kalır mı
Onlarda beni alıp sana getirecek
Bir rüzgar esemeye görsün
Parmak uçlarında beni bulursun
Dönüp baktığın her aynada ben olursun
Gözlerin eksik kalır mı hiç
Onlarda öldürür seni;
Bakarsın öldürür, kapatırsın öldürür
Ağlarsın öldürür
Çare değil, başka insanlar
Başka şehirler çare değil.
Bütün geri dönüşler sensin
Bütün geri dönüşler sensin…
Bakmadan Geçme





