ÖĞRETMEN VE ÇOCUK
ŞÜKRULLAH YAVUZER
Aracımın bakım zamanı gelmişti. Van sanayi sitesine doğru yol aldım. Her zamanki ustamın yanına vardım. Usta, bir doktorun hastasıyla ilgilendiği gibi aracımla ilgilenmeye başladı. Ustanın büyük bir şevkle çalışması, arabaya özen göstermesi hoşuma gitmişti. İnsanın işini severek, hakkını vererek yapması ve müşterilerine saygılı davranması bir iş yerinde olmazsa olmaz davranışlardandı. Usta, bana bir çay ısmarladıktan sonra işine koyuldu. Usta işine, ben de ustaya odaklanmıştım. Tam o sırada küçük bir çocuk dikkatimi çekti. Şirin mi şirin, güzel mi güzel bir çocuk. Üstü başı yağ içinde. Ustanın, numarasını söylediği tamir aletlerini minik elleriyle uzatıyordu. Bu yaşta bir çocuğun sanayi sitesinde çalışması ilginçti.
İlk okul birinci sınıfı yeni bitirmiş yaz tatilini sanayi sitesinde geçiriyordu. Belli ki fakir bir ailenin çocuğuydu. Üstü başı ve o tombik elleri yağ içindeydi. Al al yanaklarının üstünde siyah siyah yağ benekleri vardı. Simsiyah saçları alnını kapatacak şekilde tıraş edilmişti. Ona odaklandığımı fark edince kaçamak bakışlarla arada bir beni yoklamaya başladı. Arkasında bulunan bir pervaneyi arada bir çeviriyor, cebinden çıkardığı çok küçük bir oyuncak arabayı da demir bir rayın üstünde yürütüp tekrar cebine koyuyordu. Seslendim “Gel yanıma!” diye, geldi. Simsiyah gözleri ve upuzun kirpikleri ile yüzüme baktı. Ben soru sormadan “Bana, siz öğretmen misiniz?” diye sordu. Şaşırmıştım, nerden anladı öğretmen olduğumu. Sordum nerden biliyorsun öğretmen olduğumu? “Takım elbiseli ve kravatlısınız bir de öğretmen gibi bakıyorsunuz.” dedi. Şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. Demek ki öğretmenlere has bir bakış ve tipik bir giyinme tarzı varmış da bunu da çocuklar biliyormuş. ‘’Aferin, dedim çok akıllı bir çocuksun, adın ne senin?’’ deyip yanağından bir makas aldım. Kıpkırmızı dudaklarını, dünyalar tatlısı küçük dili ile bir kez ıslattıktan sonra “Samet, Abdulsamet, dedemin ismi de Abdulsamet.” dedi. Abdulsamet dedim adın çok güzel, peki, okula gidiyor musun? “Evet” dedi, parmaklarıyla biri göstererek “Birinci sınıfı bitirdim” dedi. Okulunu, öğretmenlerini seviyor musun? diye sordum. “Evet!” dedi. “Çok seviyorum”.
Peki, büyüyünce ne olmak istiyorsun? diye sordum. O güzel siyah gözleri durgunlaştı. Başı önüne düştü. Birkaç saniye düşündü. Sonra gece uykumu kaçıracak ve beni alt üst edecek bir cevapla “Ben çocuk olmak istiyorum. Oyuncaklarla oynamak istiyorum.” dedi. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir cevaptı! Bir anda nefesimin kesildiğini ve yutkunamadığımı hissettim. Abdulsamet’in ustasına özenerek usta olmak istiyorum ya da klasik çocuk cevaplarından birini beklerken “Ben çocuk olmak istiyorum.” cevabı bir balyoz gibi kafama inmişti. Evet, Samet haklıydı çünkü biz onun elinden bir daha yaşayamayacağı çocukluğunu almıştık…
MEDYA VE TOPLUM MÜNASEBETİ ÜZERİNE
LATİF BAKIŞ
Miroğlu, Kurtlar Vadisi, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Çukur vb. "Birbirini öldüren insanlar." dizilerinden, Masumlar Apartmanı, Kırmızı Oda gibi çiçeği burnunda "Birbirini anlayan insanlar." dizilerine doğru bu medya yönelimi, bize artık insanların ve toplumun gerginliklerden, kasılmalardan, düşmanlıklardan, zorbalıklardan, kan akıtmalardan, can yakmalardan ve aşağılama kabadayılık ve ukalalıklardan sıkıldığını gösterir
Bu gerçeklik artık empati, merhamet, sevgi, anlayış, değer görme ve değer verme duygu ve tutumlarına ihtiyaç hissettiklerini ortaya koyar.
Dizi dizi yayınlanan filmlerden oldukça hızlı etkilenen toplumumuzun bu ikinci tür psikolojik anlama ve tahlil ağırlıklı yeni filmlerle buluşturulması ümit verici olabilir gelecek adına. Kabadayılıkları özendiren Gangster filmlerden sükûnet ve değer vermeyi telkin eden hümaniter psikolojik filmlere ibrenin yönelmesi sevindirici ve ümit verici.
Medya ile değerlerinden edilen toplumun, yine medya aracılığıyla özü ile ve kadim değerleriyle buluşturulması önemli bir adım.
Artarak ve daha da kaliteli olarak devamlarının getirilmesi temennisiyle.
ÖĞRETMENİM
SERVET BARDAK
Hem öğretip hem de sevdi
Bilgi dolu o bir devdi
Yüreğinden çok severdi
Benim canım öğretmenim
Uygarlık yolunu açan
Yol gösterip ışık şaçan
Bahar gibi çiçek açan
Benim canım öğretmenim
Cehaletle hep savaşan
Bilgi için zorluk aşan
Derya deniz gibi coşan
Benim canim öğretmenim
Tek tek öğretti harfleri
Durma dedi git ileri
Derledi her dem gülleri
Benim canim öğretmenim.
TEKGÖZ PİŞİK
NAZMİ SARAÇOĞLU
Tekgöz pişik derdik biz eskilerde
Onun yeri özeldi toprak evlerde
Bazen yakalardık onu kilerde
Mahcup mahcup bakardı Van'ın pişiği
Kimi maviş derdi, kimisi minnoş
Tüyleri pamuk gözleri pek hoş
Terk etti evleri şimdi yeri boş
Evlere neşeydi Van'ın Pişiği
Kar misali pamuk tüyleri uzun.
Denizden hoşlanır çimerdi yazın
Hem az işitir, hem kulağı uzun
Uzaktan bellidir Van'ın Pişiği
Sadık, sevgi dolu ilk baktığında
Hem nazlıdır küser bağırdığında
Arkasını döner çağırdığında
Kaprislidir bilesin Van'ın Pişiği
Kapının kolunu zıplayıp açar
Evde sıkıldı mı bacadan kaçar
Yüksekten atlar kuş gibi uçar
Ele avuca sığmaz, Van'ın Pişiği
Hele yavrusunu bir görün bakın
Boynuna masmavi boncuklar takın
Anasından ayrı koymayın sakın
Kıyameti kopar…
ÖĞRETMENİME VEDA
GÖNÜL ESVEDİ
Ey yollarına gül dökülesi insan
binlerce kere eli öpülesi,
Toroslarda açan kardelenler misali
sabrın, azmin, çilenin timsali
ey mütevazı insan!
Ben; el değmemiş nadide bir filizim
içinde büyüdüğüm toprağım olur musun?
susadığımda suyum, açlığımda aşım
karanlıkta gözlerim, gökyüzünde kanatlarım
öksüz kalırsam anam, babam, evim ocağım
yolda kalırsam pusulam, elim ayağım
acımasız olursam yüreğim;
söyle olur musun?
Olursun biliyorum, gözlerinden okuyorum
senin sesinle uyuyor, seninle uyanıyorum
senin sevginle yaşıyor, seninle soluklanıyorum
senin gözlerinle görüyor
senin ellerinle tutuyorum
Biliyorum sende var,
sevgilerin en incesi en yücesi
sana sığındım çılgın fırtınalarda
sana sığındım acımasız dalgalarda
korursun biliyorum sevgi limanında.
Seni gördüm, seni sevdim, seninle büyüdüm
bağırsan da kırılmadım, darılmadım
yüzünü asık görsem, kaşlarını çatık
gizli gizli için için ağladım
yüreğimin sesini dinledim
ben öğretmenlerime
hiç ama hiç veda etmedim...
ÇOCUK OLSAM
AYŞEGÜL AYAZ
Çocuk olsam, köyümün bozkırında
tandıra ayak sallasam
içimi ısıtsa annemin masalı
dizlerinde uyusam
Çocuk olsam
tezek taşısam okul sobasına
aldırmasam üşüyen ellerime
güneş bakışlı öğretmenim
ısıtsa yüreğimi
Çocuk olsam, akşamın sefasıyla
uykuya dalsam
uyansam bayram sabahına
çiçekli entarimle
Çocuk olsam, kına yaksam gül kırmızı
uzansam çimenli yamaçlara
gökyüzüne bakıp hayal kursam
çocuklara umut olsam
Çocuk olsam
savaşlara son versem
çiçek taksam namlulara
acıları doyursam
sevgiyi indirsem yeryüzüne
Çocuk olsam, mülteci doyursam
nefes olsam canlara
bebek yutan denizler
el uzatsam insanlığa
Çocuk olsam, şehirleri onarsam
ırmaklara baraj olsam
sulasam aç toprakları
çoğaltsam sevgi tarhlarını
Çocuk olsam, yensem kötülükleri
aşka açsam yürekleri
özgür bir dünya kursam
büyümeyi yasaklasam
hep ama hep çocuk kalsam
yönetsem dünyayı.
KARABAĞ DESTANI
MUHAMMET BARAN ASLAN
Kor kayalıklardan inen kara suyun yolunda
Döküldü kara saçları kara gözlü kızların
Kafkasya kartalları sırtından vurulurken
Duman üstüne duman sindi kâbuslarıma
Kızıl bir şafak söktü, üstüme yıkıldı gök!
Yırtılırken çarşaflar zirvesinde dağların
Keklikler Karabağ’ın bağrında koştururken
Bir ilmek daha attı toprağa bu derin kök
Yakar oldu feryatlar rüzgârın yüreğini
Alevli dikenlere gark oldu solun sağın
Elin eşkıyaları altın sayıp dururken
Atam çekti şu soğuk toprağın çilesini
Ey Hazar’ın evladı, Nahçivan’ın kandaşı
Titre ve kendine gel ceset kokan uykundan!
Son çocuklar içerken son kuyunun suyundan
Yükselt ulu göklere üç kuşaklı sancağı!