SOSYAL MEDYA KANTARI
FAİK KUMRU
Sosyal medya (Facebook,Twitter, YouTube, Instagramvb.) dediğimiz, nimet mi külfet mi olduğununhâlâ gizemini çözemediğimiz bu alan, birçok insanın da tartısı/ayarı/aynası durumuna geldi. Diğer taraftan sosyal medya adeta herkesin soy kütüğü gibi.
Bu sonsuz özgürlük meydanını, kimi tertemiz kimi de bir çöplük alanı gibi tepetepe bedava kullanmaya devam ediyor. Ve öylesine şımarık, bencil, sadist ve zırcahil bir kitle,hem toplumdan dışlanmışlık hallerini bastırmaya hem de bir nebze olsun kendilerini rahatlatma adına, her yere ve herkese saldırıyorlar. Hevesli olarak üzerlerine giydikleri aşağılık kompleksi elbisesinin de tesiri ve dışa yansıması neticesinde, kendilerine uygun muhtelif alanlar ve değişik sıfatlar oluşturarak, bir şekilde egolarını tatmin etmeye ve dipsiz boşluklarını doldurmaya çalışıyorlar.
Artık çoğu insan,kendini; şair, yazar, düşünce adamı/kadını, filozof, âlim velhasıl her alanda fikir beyan edebilecek bir müktesebata ve birikime sahip olduğunu düşünüyor, yeteri seviyede kendine güven duyan bir profile ve bir yüze sahip olduğunu zannediyor.
Sonrasında, herkesin birine söyleyebilecek bir lafı, kulp takacak bir arka planı, çeşitli lakaplar yapıştıracak mizahî (!) bir yönü mevcut. Ve öylesine bir uçurumun kenarında yürüyoruz ki herkes rahatlıkla birbirini aşağıya itebiliyor.
Kimi din maskesine bürünmüş yobaz bir kafa; kimi nasyonalist bir girdaba kapılmış tip/kılık/kıyafet/kan üzerinden kin devşirme peşinde bir güruh; kimi de en ufak bir insanî duruş ve vicdanî bir muhasebe hâli taşımayan bir cemiyet ki bu cehennemî meydanı lebalep doldurmuş. Herhangi birinin acısı, bir başkasının sevincine dönüşebiliyor. Hali pürmelalimiz bu maalesef ve öyle ağlanacak bir halimiz var ki sormayın gitsin. Ama hep beraberce bu acınacak durumumuzu sorgulamamız gerektiğine inanıyorum.
Nefessiz kaldığımız şu günlerde, kendini çok bilgili zanneden cahil/cühela da salınan bu metan gazını ta ciğerlerine kadar çekip herkesin yüzüne çok rahat bir şekilde püskürtebiliyor. Sorabilirsen, sevinerek ve isteyerek zehirlendiği konu hakkında, bir satır dahi bilgisi olmadan, eline bir avuç tuz alıyor ve olanca iştahıyla hıyarcının peşine düşüyor. Böylesine rehbersiz, kılavuzsuz, hamisiz ve hamiyetsiz bir kitle.Gözlerimiz herşeyi görüyor, kulaklarımız herşeyi duyuyor lakin dilimizde birçok kilit var, konuşamadan susan dilsiz bir şeytanız sanki. Hakikatlerin kıymeti ve ehemmiyeti nerdeyse kalmadı diyebiliriz. Ne yazık ki bu şeytanî düşünce sahiplerinin ve onun müntesiplerinin, insan ve insan nesline karşı en küçük bir pişmanlığı ve zerre miskal bir acıması bulunmuyor.
Yaşadığımız şu garip ve acayip çağda, sahip olduğumuz muazzam muhabere/iletişim ve muvasala/ulaşım imkânları sayesinde, yaşlı dünyamızın küçüle küçüle bir köy haline geldiği herkesin malumu. Biri dünyanın bir ucunda öksürse, bir diğer ucunda bu sesi herkes duyabiliyor. Saklamanın ve örtmenin hiçbir manası kalmadı. Ayan beyan ortadayız.
Şimdi bu kapkara tabloyu meydana getiren, ortaya çıkaran, ta gözümüzün içine sokan ve gönül dünyamızı kapkara eden kişileri, hadiseleri ve sebepleri hep şerre mi yoracağız, tabi ki hayır. Elimizin altında bulunan bu imkânlar sayesinde, kalem ve gönül erbabı olarak bizler de her mekânı gülşene çevirmeye gayret sarf edecek, bu gül bahçelerinde gül bitirmeye çalışacak ve bütün bir çabamızla dikenleri budamaya durmadan devam edeceğiz, tevekkül ve sabırla. Müteakiben, ehli vefa olmaya ve diken dolu bu yollarda el ele yürümeye devam edeceğiz. Naçizane bir kalem erbabı sayarak kendimi, şiir lisanıyla;
Şair, gönül memleketinde / Seyahat eden bir seyyahtır
Heybesinde bolca gül / Biraz da diken vardır
diyecek, gül kokulu nefeslerle bir bağban olmaya azmedeceğiz. Velhasılıkelam; bahçıvan yüreklere bugünkünden çok daha ihtiyacımız olduğunu beyan ediyor ve buna her zamankinden şiddetle muhtaç bulunduğumuzu haykırmak istiyorum. Duyabilen kulaklara, görebilen gözlere ve hissedebilen vicdanlara selam olsun…
SANAT VE HAYAT
MÜCAHİT ŞENGÜL
İnsan fıtratı gereği tehlikeli bir durumda ilkin kendini korumaya alır. Zaten atalarımız bunu dilimize perçinlemiş bir söz ile. “Önce can sonra canan.” Kabul biraz bencilce ancak hakikatin kendisi böyle. Ne demiş atalarımız sonra “Canan” sevgili olarak anlamamak gerek Canan’ı. Eş, dost, hısım, akraba, soy, millet… Fıtratımızın getirisi bu ancak ben başka bir konuyu buraya evireceğim, sanat konusunu.
Binlerce olmasa da yüzyıllarca yazılmış çizilmiş bizim topraklarda. Sanat estetik için mi yapılır yoksa toplum için mi? Ben bu kısma girmeden koşarak uzaklaşıyorum ve bu konunun kenarlarından kıyısından dem vurarak bir şeyler ifade etmek istiyorum. Bence diye başlamaya gerek duymadan başlıyorum…
Sanat en başta kendini anlatmaktır. İnsan topluma muhtaç bir canlı olduğundan toplumunu anlatmalıdır. Muhteşem bir aşk öykünüz olabilir veya okuyucuya kalp krizi geçirtecek kadar heyecanlı bir maceranız... Üslup konusunu sanatın bu kısmında güneş olarak kabul eterek devam ediyorum. Eğer hikayelerinizin (roman, şiir…) özünde bir erdem, bir ileti, çok ufak bir dürtme yoksa yazmak amacına kavuşamamış demektir. Ya da şöyle demeliyim. “Gerçek amacına ulaşmayacaktır.” yazmak.
Elbette eserlerinizi okuyan kişi bitirip o suskunluk anında ‘Vay be!’ demeli ancak birkaç saat veya gün sonra daha büyük bir ‘Vay be!’ demeli. Yemek yiyince herkes doyar ancak herkes yemeğin damakta bir tat, bir anı bırakmasını ister.
Hangi sanat dalı olduğu önemli değil resim, müzik, tiyatro, edebiyat, güzel sanatlar... (Gerçi tiyatro ve birkaç alan sadece kendini elit sanan bir kesimin elinde o ayrı bir konu olsun bana) İşte bu hassasiyet ile çalışmak gerek. Bir film izledikten sonra ne kadar eğlenceli, macera dolu olursa olsun bir amaç bulamayınca nasıl burun kıvırıyorsak sanat üretenler olarak (veya sanatçı demek daha pratik) bu konu çerçevesinde düşünmek, üretmek gerek.
Hayatın kendisi de böyle değil midir? Başımıza gelen iyi veya kötü şeylerden sonra saatler, günler hatta haftalar geçtikten sonra olayın özünü durup dururken idrak etmiyor muyuz? Yeni yolları, yeni efkarları benliğimize enjekte etmiyor muyuz?
UMUT IŞIKTIR YÜREĞE
BÜLENT BAYSAL
Sus desem de susma gönül
Çağla sesin şakırdasın
Karanlığa mum olup yan
Doğan günün farkındasın
Sanma bu böyle gidecek
Elbet şu devran dönecek
Ateşler söndü sönecek
Doğan günün şavkındasın
Kim efendi, kimdir köle
Eğri otur doğru söyle
Bu devran gider mi böyle
Zalim zaman çarkındasın
Bu gün yapılmaz siyaset
Can derdine düşmüş millet
Dayanmış kapıya illet
Söyle neyin derdindesin
Her işiniz boş muhabbet
Bu günlerde geçer elbet
Sabret dostum biraz sabret
Sanma dağlar ardındasın
Umut ışıktır yüreğe
Dertler yağsa yer küreye
Yokluk vursa her zerreye
Dimdik durmak zorundasın.
BIRAKTIM
ULVİYE SAVTUR
Yere düşen gonca gülün,
Yaprağına iz bıraktım.
Vedâ etti al mendilin,
Alkışlara söz bıraktım.
Yüreğime göz değmedi,
Sabır sultan baş eğmedi,
Kurda kuşa gün doğmadı,
Kara kışa yaz bıraktım.
Benim için çalsın sazlar,
Vur mızrabı kalksın tozlar,
Yâr koynunda derin hazlar,
Yangınlara naz bıraktım.
Söz gümüşse altın benim,
Gezin gezin yanar tenim,
Daha neler ister canım,
Kutuplara buz bıraktım.
Gelip gördüm hallerini,
Yaş kemâlin yollarını,
Erenlerin çullarını,
Gönüllere göz bıraktım.
GEL
ERCAN ULUTAŞ
Gel gözyaşım ol
kuru kalmasın istemiyorum gözlerim,
Gel yarınım ol karıştırma
eğer sen yoksan dünümde geçmişim,
Gel dualarım ol
senin için çıksın sözlerim,
Gel bulut ol semadan
artık arşta çarpsın kalbim
Gel rüzgar ol
yıldızlarda yankılansın isterim sesim
Gel güneşim sen ol
dört mevsim sıcak kalsın benliğim
Gel sen ıslat dudağım,
Gel istemem ben suyu,
Gel seninle dinecek hararetim,
Gel seninle bitecek hasretim
Gel umut ol
boş kalmasın hayallerim,
Gel arzum ol
sanki varmı ki başka isteğim
Gel sevdam ol
cayırcayır yansın deli yüreğim,
Gel Aşk ol
uğruna öleceğim;
sorarlarsa son isteğim...
UYUYAMAMAK
ZAHİDE KAYA
Uyumak istiyorum
bir gece vakti
aklıma hücum etmiş
bütün düşüncelerle
Biri bitip diğeri başlayan
her biri farklı bir senaryonun
aynı başrolü aynı kahramanı
Hiçbiri sonucunun
ne olacağını bilmiyor
Ah ah kime dair
neye dair olduğumuzu
kimse bilmeyecek
benim bilinçaltımdan başka.
Nedir bu savaşınız benimle
dağılıp gitsenize kuytularınıza.
Gündüzün ışıltısından kaçıp
neden gecenin karanlığını
beklersiniz ki sanki
daha mı çok yakışıyorsunuz
geceye.
SÜVEYDA
EMİRE KARAKOÇ
Kalbimdeki ışıklar
birer birer sönüyor
karışıyorduygularım
gecenin karasına
Sana dair bir şey, Süveyda
kalmadı dilimin bahtsız dikeni
prangalar vurdum ayağıma
yüreğim, virane kaldırımları gezen
avare avare bir çift göz oldu
Dokunmak istediğim her yer sen
sensizliğin ayazında yüreğim
yaralı türkülerin koynunda gebe
bana biçilmiş kaftan
Senden bir iz, Süveyda
kırık dökük ruh ipine tutunup
boynuma dolanmış haset eli
artıkölüyorum,Süveyda.