REEL MİZAH
M. LATİF BAKIŞ
Sıcaktan bunalıp camı açıyorum, dışarda traktörün gürültüsü (kampüste); camı kapatıp kapıyı açıyorum, bizim ordinaryüsların (!) Erol Taş’ı kıskandıracak kahkahası... Nasıl çalışılabiliyorsa, son imkânına kadar ya sabır ve devam...
Anladım ki benden akademisyen olmaz; odada hep okumak, hep yazmak mı olurmuş! Film seyredeceksin, kahve içip sigara dumanlayacaksın. İşi - aileyi boş verip kahkaha patlatacaksın... Hakikati susturup her gelene ağam-paşam diyeceksin, yani hep herkesten her şey için onaylanmaya bağımlı bir hürriyet(!) yaşayacaksın. İş yapmayacaksın, reklam yapacaksın... velhasıl ben bu ilkelerle akademisyen olaman. Nitekim üniversiteli bir öğrenci olmayı da başaramamış olduğumu fark ediyorum. Üniversiteli dediğin aileye çöker harçlık için; eğlence ve geziden uzak durmaz, kitap baş ağrısı yaptığından sınavdan sınava başkasının emeklerine yüklenmesi yeterlidir. Zaten okul bitince bir sihir dokunur ve kendiliğinden allame olur... Ama ben, ben ne yaptım? Aileye yük olmaktan sakınıp sadece bursla okudum. Okudum bihakkın... Kütüphaneye takıldım, masada sabahladım, zihnimi doyurmaya çalıştım... ne mi oldu? Öncekiler benden önce unvanı aldılar, benden daha rahatlar(ama benim kadar huzurlular mı orası zor bir soru)...dedim ya ne öğrenci olabilmişim, ne akademisyen olabiliyorum. Bildiğim doğru şeyi yapmaya adanıyorum. Oysa hayat hiç de öyle yürümüyormuş.
Bildiğin başka, dediğin başka, eylediğin başka başka olunca tutunabiliyormuşsun.. Düz adamların üstünün çizildiği(ok gibi kişiliklerin atıldığı), yuvarlak-yumoşların her kaba eridikleri (yay gibi eğrilerin elde tutulduğu) bir ortamda her şahsiyet bir kabalık; her kişiliksizlik bir erdem oluverir. Bu nedenle benden akademisyen olmaz.. Doğrudan konuya giriyorum, referansları sağlam yerlerden seçip, bir de ders almaları için ısrarla takip ediyorum. Meseleler üzerine kafa yorup sabahlara kadar karalıyorum. Bu olacak iş mi, hangi devirde yaşıyoruz? 8-10 yıl gasp edeceksin verilen kadroyu; pardon ne gaspı ya, o zaten onun hakkıydı, ondan iyisi mi bulunur zaten. Çünkü her şeyin kaynağı zaten kendisi, referansa, başka kaynağa ne hacet. 10 yıl sonra(bir asrin onda biri) bir 90 sayfalık karalama yap ve geç feleğin çemberinden... kim sorar ki, uzaktan kumanda ile idaremiz ne de olsa pandemiye karşı çok hassaslar. Hemşerilik zaten ilahi bir yasa gibi işliyor, yabancı olan düşünsün. Yani altta kalanın canı çıksın..sömür-semir...sür sefasını bu bereketli toprakların; kuraklığı sadece bize...Şu bizim Almancılar(ayda bir lütfedip fakülteye-üniversiteye uğrayan zatı şahaneler) iyi bir iş bulmuş gerçekten...hakikat mi dedi birisi:)) hakikat şu ki bu güruh iflah-ıslah olmaz... Zulüm, riya, ifsat en mahir oldukları alanlar. Her şeyleri uzaktan: dürüstlük uzaktan, samimiyet uzaktan, eğitim uzaktan, liyakat uzaktan, insaniyet uzaktan, vicdan uzaktan, mertlik uzaktan..iman da uzaktan. Çünkü kul hakkı ve vebal en yakından... Üniversitelerimizin çiftlik banka dönüşmekte olduğunun sancısıdır bu duyduğum. Bir teşbihle konuyu anlaşılır kılayım:
Reel Mizah ve Sembolik İfade Örneği Olarak Tosuncuk, Çiftlik ve Akademialarımızın Durumu:
Menşei aynı olan sığırların toplandığı mekânlara çiftlik denir. Bunda çeşitliliğe gidilmeyip aynı usulün devam ettirilmesi ise bu faaliyetin Bank'alaşması sürecini doğurur. Bu usül sadece sığır yetiştiriciliğinde değil akademisyen alımında da tezahür etmektedir. Nesil yetiştiriciliği ile besi yetiştiriciliği, eğitimdeki durumu izah için, mukayeseye uygundur.
Farklılıkların, yeniliklerin, değişikliklerin ve güzelliklerin olduğu ortamlar Akademialar için öngörülen ortamlardır. Bu perspektifle akademialardaki yapılanmaya bakmak gerekir. Menşei aynı mı ya da çoğunluk belli bir menşeden mi diye, akademialardaki kadro ihdasını kritik etmek gerekir.
Kadroları yıllardır işgal edip bir ürün veremeyenlerin ya kahir-i ekseriyetle menşeleri aynıdır (hemşoluk) ya da akaribinden birilerinin dışardan ve usulsüz müdahalesiyle bir iltimasın neticesinde o kadroların işgal edildiği görülecektir: Ya babası Prof. ‘tur, ya emmisi ya dayısı Prof.'tur. Kendi yetmez eşi, çocuğu, yeğeni, arkadaşı, komşusu veya hiç değilse aynı menşe (memleket) den kimselerle kadroların doldurulduğu görülecektir. Pamukkale Üniv. Rektörünün eşine iltiması da bu mızrağın çuvala sığamadığının en küçük bir örneğidir esasen.
Siyasal tarihimiz boyunca kadim kültürel yapıyı bozan bu tür iltimasların, bu gün aynı tek şartlılıkla(hemşoluk) ve hatta daha da abartılarak (adeta yağmacı bir tutumla; mal bulmuş mağribi gibi) sürdürülüyor olması, akademiaların çiftlikleşmeye doğru evrilmekte olduğunu göstermektedir. Bu da akademisyen olur ümidiyle beslediğimiz tosuncukların rahatlarına dokunulamayacağına; büyüyüp öküz oldukları zaman da çifte koşturulamayacaklarına dair yeteri kadar bir öngörüyü sunmaktadır.
Şimdi bu açıdan Üniversitelerimizdeki kadrolaşmanın hangi menşe ağırlıklı olarak boca edildiğine bakmak gerekir... liyakatsiz zırzop embesiller çetesinden bu yapıyı kangren etmeden temizlemek zarureti vardır. Gelmekte olan nesillere, tarihe ve değerlerimize karşı sorumluluğumuzun gereğidir bu!.. Yeteneği ve istidadı olup tanıdığı olmadığı için kapının dışında bekleyenler ile yeteneksiz ve isteksiz, yani ahlak ve akıl açısından istidadı bulunmayanların ısrarla içerde tutulmaları, kim(ler)in vebalı olmalıdır?.. Ama neticede acıyı bir toplum olarak hepimizin duyacağı kesindir... Peki değer mi embesil yetiştirmeye? Kimin için ve neden?
Akademianın ruhuna fatiha: Liyakate mobing uygulanırsa, üniversiteler tosun besleme çiftliğine dönmeye mahkûmdur... Beslediğiniz tosunların öküz oluşuna tanık olursunuz; ama onları çift'e süremezsiniz...
Not: Bu yazı, kangrenleşmeye evrilen bir olayın-olgunun tespitidir. Genel ifadeler içerir. Belli şahıs ve kişiler kast edilmemektedir. Bu bir aynadır, kendi aksini görecek olanların suçlamalarından beriyim. Sorumluluk kabul etmiyorum...
KADIN CİNAYETLERİ BİR CİNNET HALİNİ ALDI
ZELAL KIRAN
Bu ülkede kadın cinayeti işlenmeden geçen tek bir gün bile yok dersek abartmış olmayız. Her gün bir veya birkaç kadın ya eşi, ya sevgilisi ya da aile bireylerinden biri tarafından öldürülüyor. Toplumsal değerler altüst oldu. En katıksız sevgiyi, anne ile evlat arasındaki sevgi olarak biliyoruz. Evlat ve ebeveynler arasındaki sevgi bağları öylesine köklü ve derindir ki bir birlerinin yerine gözünü kırpmadan ölüme gidebilirler.
Şimdilerde insanların gözü dönmüştür. Oğullar annelerini, kocalar karılarını, erkekler kadın sevgililerini vahşice katlediyorlar. Artık öldürmekle de kalmıyorlar. Cesetlerini vahşice parçalıyorlar. Kurbanlık keser gibi boğazlıyorlar, yetmiyor yakıyorlar. Öfkelerini karşı cinse yöneltmiş bir cinnet hali bu. Nasıl bitecek, nasıl durdurulacaktır!
29.12.2020 tarihinde üç kadın cinayeti aynı gün içinde işlendi. Kadınlardan biri sevgilisi, biri kocası, diğeri ise karnında 9 ay taşıdığı, yıllarca emzirip altını temizlediği oğlu tarafından öldürüldü. Bu nasıl bir ruh hali, anlamak mümkün değildir. Bir insan, bir başka insanı canından etme hakkını nereden alıyor. En sevdiklerini öldürecek kadar bu kör öfkenin kaynağı nedir?
Eskiden töre cinayetleri yaygındı. Köyden kente göç ile bu biraz zayıfladı. Kentsel nüfus arttı. Modern yaşam geleneksel yaşamın yerini aldı. Şimdi ise töre cinayetlerinin yerini kadına karşı şiddet almaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri eğitim, diğeri de kadının ekonomik bağımlılığının bitmemesidir. Devlet, sosyal devleti gerçekleştirmelidir. Kadının erkeğe ekonomik bağımlılığı bitmelidir. Sosyal devlet olmazsa, erkek egemenliği de kadın cinayeti de ve kadına şiddet de bitmeyecektir.
Kadına karşı çığ gibi büyüyen bu şiddet ve cinayetleri nefretle kınıyorum.
EN MAHARETLİ SANATKÂRLAR: ÖĞRETMENLER
YUSUF KAZAK
İnsan, dünyaya ayak bastıktan sonra kendini amansız ve zorlu bir manzara ile karşı karşıya bulur. Bu; derinliği, hırçınlığı, sonu ve ufku bilinmeyen ve kestirilemeyen bir okyanusta, korku dolu gözlerle, adeta devasa bir canavarı andıran azametli su dünyasını zihnen ve ruhen aşmak ve berrak günlere yelken açmak arzusuyla izah edilebilir durum, aslında dünya sahnesinin bir özetidir.
Böyle yürek ürperten bir tabloda insanı ve onun, esrarengiz hayat okyanusunda savrulmaya ve kaybolmaya müsait gemisini, bulunduğu girdaptan çıkarmaya muktedir en önemli unsur, geceleri ve bilinmezleri yarma konusunda pek mahir olan deniz fenerleridir. Karanlığın hükümran olduğu zamanlarda bir zerre aydınlığın dahi önemini ve yaşattığı hisleri tarif etmek pek zordur. İşte alabildiğine uzanan okyanuslardaki yönünü kaybetmiş gemiler nasıl ki bir kılavuzluğa ve en ufak bir aydınlık emaresine muhtaç ise, aynı şekilde ilim ateşi ile dolmamış, ilmin aydınlık dünyasına temas etmemiş kişiler de yaşamlarında aydınlığın zirvesine vasıl olmak için bir ilim fenerine ihtiyaç duyarlar. İşte burada ilim adamları ve öğretmenler devreye girer. Yönünü kaybetmiş ve oradan oraya savrulan insanı ‘İlim Pınarları Diyar’ına götürüp onun kana kana su içmesini sağlayanlar öğretmenlerdir. Onlar adeta güneşin yeryüzündeki varisleri olarak etraflarına tüm güçleriyle hikmetli ışıklar saçıp vazifelerini yüce bir ruh dinginliği ve huzurla sürdürürler.
Onlar için yaşamın tüm zorluklarına göğüs germelerini sağlayan ve ilim ışıltıları yayma noktasında onları daha da teşvik eden şey, bir çocuğun parlak ve sevecen gözlerle onlardan müthiş bir hürmet ve muhtaçlık ile talep ettiği eğitilme arzusu ve bu durum karşısında onların yüreklerinde beliren muazzam şefkat ve en iyi karşılığı verme hissidir. Ya da karanlık diyarlara savrulmuş, bilgisizlik ve bilinçsizlik bataklığında debelenen birisine tam manasıyla bir can simidi olup kurtarmak ve onu küllerinden yeniden inşa ederek insanlığa fayda sağlayacak bir hikmetli derinlikle donatmak, öğretmenler için yaşamları boyunca elde edebilecekleri en yüksek huzur ve coşku iklimini sağlar. Bu, yeryüzündeki tüm makamlardan ve ünlerden daha kıymetli olan kazanım, sadece ilim erbabının tam manasıyla anlayabileceği ve açıklayabileceği bir hadisedir. İlkbahar gelince yeryüzü, çok farklı hoşluklar ve güzellikler sunan çiçekler, ağaçlar ve sanatsal bir manzara ile dizayn edilir.
Bu tabloda her türlü renk ve letafet vardır fakat meselenin özüne bakarsak aslında bu tabloyu asıl çizen sanatkâr, ilkbahar mevsimidir. Bu misalden hareketle şunu ifade etmek gerekirse, dünyada çok farklı ve özellikli meslekler vardır lakin tüm bu unsurların oluşmasını sağlayan sanatkârlar öğretmenlerdir. Bu yüzden herkesin mayasını karan ve herkese aziz ve şekillendirici bir ruh üfleyen öğretmenler, gösterilmesi icap eden saygı, sevgi ve teveccühün en zirvesine ziyadesiyle şayandırlar.
DUR GİTME NE OLUR
AHMET ZAHİROĞLU
Sen, duygularımın sahibi
yaşama sevincim
bilirsin ya
hoşça kalları hiç sevmem
hele bir de sende
yani sen de olacaksa
işte o an
hayata küskünlük
bedenime yorgunluk düşer
gözlerimin ufku yarınlarım olur
Hani küçük dünyamıza kâinatı
sevgi diye yazmıştık
herkes drama ağlarken
hüzün kaynaklı sevgimiz
gülüşümüz olurdu
aşkımızı tarihe mi yazdın
Ey kalbi paslı sevgilim!
hasretimin acı dalgası olma
acı dalgası olursan
ateş olur düşerim
bu sokakları yakarım
her bir yanı
birer birer
Sevda küllerim kalır
ardımda
malzemesiz kalmış rüzgarlara
dur gitme ne olur.
GÖNÜLDEN DAMLALAR
İLHAN YARDIMCI
Bir yastıkta iki baş, kocasın ayrılmasın
Dökülmesin damla yaş, gönüller darılmasın
Yaşlar ersin kemâle, dert/belâ eksik olsun
Sağlık gelmez ihmale, Lokman Hekim’i bulsun
Huzur evleri dolu, ana/baba, yaşlılar
Tutulsun mazlum kolu, beyazlamış kaşlılar
KEMÂLİ’ler ne yapacak? Gönül ağlar, kalem ağlar
Tağut putları yıkacak, yazacak tarihte çağlar
Hayat şimdi ne haldedir? Han sarhoş, yolcular sarhoş
Gidilemezler beldedir, tatlı meyveler mayhoş
Dostlar/ yâren karantina, akrabalar gelmez oldu
Binler ölü yer altına, nice ocaklar da soldu
Bir gramlık bir korona, milyonca insan öldürdü
Felaketi sen sor ona, verilen cevap güldürdü
Hak’tan gelen bir musibet, kendimizi çek hesaba
Bilinemez Sırrı-ı Hikmet, daha büyükler gelecek
Ne haldedir bak insanlık, hüsran/isyanlar içinde
Gün ortasında karanlık, izah edilemez biçimde
Sabır/metanetle dinle, elbet Hak dediği olur
Sırtındaki yükle inle, ecel gelir seni bulur
Sudan çıkan balık olduk teker teker ölüyoruz
Hayatımız boran/tipi, halimize gülüyoruz
KEMÂLİ karamsar tablo, görünen köy hep böyle
Kalemler değil ki biblo, yalan ise kalk sen söyle.
ENGEL
RUKİYE POLAT
Ben engelli biriyim
gözlerim görmüyor ama
sizi kalbimle seviyor
yüreğime sarıyorum
Ben engelli biriyim
itilip, kalkılan, bir tarafa atılan
uzakta, kendi halinde yaşayan
küçücük bir kız çocuğuyum
Ben engelli biriyim
sevmeyi ve sevilmeyi
az da olsa gülümsemeyi
hasretle umut ediyorum
Ben engelli biriyim
her gün başka bir umutla
kurduğum hayallere koşuyorum
Ben engelli biriyim
görmese de gözlerim
kalbimle görüyorum sizi
sevmeniz de beni
ben hepinizi çok seviyorum
Ben engelli biriyim
eksik olmaz Allah’a şükrüm
dilde duam, yüzümde gülüşüm
beni hiç sevmesiniz de
görmese de gözlerim
ben kalbimle görürüm.
ANNEM
M.ENES BİÇER
Sonbahar yaprakları gibi soluyor önümde annem
Kaskatı kesilmiş bir şekilde çaresizce bekliyorum
Yapacak bir şey, teselli edecek bir söz var mı, bilmem
Sadece göklere dalıp imkânsızlığa el açıyorum
Sanki yaz havasında buz gibi eriyor gözümde annem
Heyhatlarla bağırıyorum, tüm benliğimle sızlıyorum
Annem giderse hangi kadın teselli eder/ ki edilmem
Yokluğa ve hiçliğe bir derman bir çare arıyorum
Sarılıyorum hayata, zerrelerime sinsin kokun annem
Ne yapsam da ruhum öksüz, ağlıyor dayanamıyorum
Varlığında bile sensizliğin verdiği acı yakarken annem
Yokluğunda gönül ayrılık ateşine dayanır mı bilmiyorum
Sobada yanan odun gibi kül olurken ısıttın bizi annem
Bunca fedakârlık neden artık bu yükü taşıyamıyorum
Yüzünden düşen sözler derin kazılıyor yüreğime annem
Gidiyorsun kabullendim, arkandan neden gelemiyorum?
KADINA ŞİDDETE HAYIR DİYELİM
SERVET BARDAK
Kadınlara kalkan eller kırılsın
Kadına şiddete hayır diyelim
Kadınlara kalkan kollar yarılsın
Kadına şiddete hayır diyelim
Bitmiyor çileler hep başlarında
Kan bulaştı akar hep yaşlarında
Zehir katık olmuş hep aşlarında
Kadına şiddete hayır diyelim
Küçük yaşta varır gider kocaya
Koca gizli nikâh kıyar hocaya
Hayatı kararır benzer bacaya
Kadına şiddete hayır diyelim
Tecavüze uğrar susar ses etmez
Çileler yumağı başından gitmez
Adı kötüye çıkar kimse istemez
Kadına şiddete hayır diyelim
Acı çeker göğüs gererek cefaya
Kan bulaşır hasret kalır sefaya
Kocası vahşeti koymuş kafaya
Kadına şiddete hayır diyelim
Serveti der yeter dursun ölümler
Kaldırılsın ölüm kokan bölümler
Kadınlara yeter bitsin zulümler
Kadına şiddete hayır diyelim.
KASIM YALNIZLIĞI
DAVUT MORTAŞ
Ayrılık şerbeti içmiş, bir kasım gününde
hem sıcak hem soğuk belirsiz bir mevsimde,
hatırıma gelirsin sorgusuz sualsiz
Geçmişi, veda mektuplarıyla uğurladım
yalnızlık mührüyle zarfı kapattım,
dilimden dökülen cümlelerim oldun
sorgusuz sualsiz
İhtiyarlığa günler kaldı
gençliğimin vedasındayım
kaybolan bir bahar mevsiminin gerisinde
"kıştayım"
hayallerime düşüyorsun
sorgusuz sualsiz
Dermansız bir hasta yatağındayım
kurumuş dilim damağım,
suya hasret bir kuyudayım,
şelale olup akıverdin
yüreğime sorgusuz sualsiz
Kızgın çöllerde,
terk edilmiş bir çadırdayım
kervan geçer diye umutlardayım
pusula olup yoluma düştün
sorgusuz sualsiz...
BİZİM İLDE
(MERHUM) ABBAS GÜVEN
Bizim ilde neş’e vardır, keyif vardır.
Yeter ki sen Van’a gelesen gardaş.
Çalmaya kasnaklı zilli def vardır.
Çaldıkça gerdanı kırasan gardaş.
Gardaşlar oynarlar elde mendilleri.
Türküler okurlar hoştur dilleri.
Bahçelerde açar ğırı gülleri.
Ne de güzel kokar, bilesen gardaş.
Armudu var dığdığı, ile mellaki.
Yedikçe açılır insanın içi.
Güzellerin bal akar dili.
Sen de onlardan alasan gardaş.
İçersin kehrizinden soğuk suyunu.
Göresen yiğitlerin selvi boyunu.
Öğrensen halkının esas soyunu.
İçersin herşeyin veresen gardaş.
Abbas derki; bir köşedeyim.
Elimden bu gelir başka nedeyim?
Van’ı böylece size diyeyim.
Anlattım ki gelesiz gardaş.
CANIM DÜNYA
DUYGU TAYLAN
Herkes yoluna gidecek
Bir an ,bir kavşakta buluştuktan hemen sonra
Başkalıklarının gölgelerine değecek
Ayrılıklar
Unutturacak yalnızlıkları
Gizlerine değen hikayeleriyle
Ortaya dökülecek bölünmüş ilişkiler
Yanlarında korkutan hayvanlarını taşıyacak bazıları
Bazıları kalabalıktan korkacak
Çoğu çıktığı yolculukta
Sakladığı aynılıkları bir başına taşıyacak sırtında
Dağıldıkları yerden çıkmak isteyecek
İçlerine attıkları öfkeleri
Konakladıkları zaman yön verecek rüzgarlarına
Ah! Canım Dünya
Sağlam bakanların sağlam duranların yolculuğusun sen.
Ben sana inanıyorum.