OKUMAK
GAZEL YİĞİT
Okuduğu onca kitaptan sonra hayatına eskisi gibi nasıl devam edebilirdi ki. Açtığı her sayfa onu başka bir dünyaya götürüyorken sadece kendi gördükleri ile nasıl yetinebilirdi. Sayfa sayfa hayat yüklemişti sırtına. Binlerce değişik duygu, bakış, yakarış.
Unutamazdı artık, çıplak ayakla harabe evlerin olduğu sokakta dolaşan çocuğu. Yıllarca oradan oraya savrulmuş dünya güzeli o kızı. Sevdiği adamı ömür boyu beklemiş kadını. Bütün aile bireylerini kaybetmiş o genç adamı. Herhangi bir yere baksa yaşlı adamın torunlarını beklerken ki umutsuz bakışı gelir aklına. Fazla uzağa gidemez, hüzün dağına çarpıp geri döner gözlerinin feri. Bir şeye sevinecek olsa gülüşünü bir duvar dibinde sevgilisinin gidişini seyrederken kaybeden o kadın düşer aklına. Üzülecek olsa, kışın ortasında konserve kutusundaki ateşle ısınmaya çalışan küçük çocuk bir şükür kondurur dudaklarına.
Şu çok garip olacak ama doğru. Suyu fazla açsa tarihin dalgalarına binip gelen tek gözünü yitirmiş bir kahraman vanayı tersine çevirtir. Ardından gelecek nesilleri hatırına düşürür. Canı sıkılsa ruhu daralsa paslı zindanda kuru ekmek yiyen bir mahkûmun satırları sarar etrafını. Kalk yaşa istediğin gibi der ona. Ne zaman bir karınca görse tembel ağustos böceğini düşünür:
''Yorulma, hayatın sana uzattığı umut iplerine tutun. Ve Yaradan’ın cömertliğini hatırla. Beni bile doyuruyorsa korkma sana biçilen kaderden,'' der ona. Okuduğu onca kitaptan sonra artık sadece kendi duygularını taşımıyordu yüreğinde. Ve bu ona ağır gelmiyordu. Aksine bir yüreğin ne kadar genişleyebileceğine şaşkınlıkla şahit oluyordu. Satır satır okuyordu evrende dönüp duran duyguları. Oluk oluk akın ediyordu yeni hisler yüreğinin kurumuş tarlalarına. Bir ip atsa bin balık tutuyordu dimağında. Bir karınca, bir bebek, bir kadın, tanımadığı kır saçlı bir amca. Hiç görmediği âşık bir oğlan. Hiç karşılaşamayacağı bir yeni gelin...
Fazla uzatacak değilim. Kısacası herkes, her şey parmaklarıyla çevrilmeyi bekleyen o sayfalarda gizliydi. Daha okunacak ne çok kitap vardı. Ufkunu genişletecek ne çok yeni sözcük. Matematik gibi zor çözülen kelimeler nasılda sıralanıyordu yürek çarkına. O ömrüne sığdırabildiği kadar insan ve anlayış sığdırıyordum.
Başkaları onu kitap okuyor zannediyordu.
GÖZLERİN İLK AŞK ÖĞRETMENİM
ŞÜKRULLAH YAVUZER
Gözlerin böyle güzel bakmasaydı
bilemezdim yüreğimin varlığını
kirpiklerin saplanmasaydı kalbime
dolaşmazdım böyle yaralı
sen böyle vakur sen böyle edalı
bakışların ateş gözlerin belalı
Seni mi anlatır bütün şarkılar
senin için mi yazılmış bütün şiirler
senin gibi mi kokar zambaklar güller
senin gözlerine mi meftun bütün şairler
hep seni mi söyler durur tüm ozanlar
sana mı benzer nadide çiçekler
senin kadar mı narin uçan kelebekler
sen misin tüm güzelliklerin ilham kaynağı
hep dilimde adın
sen misin uğruna ölünen kadın
gözlerin yüreğime düşen ilk cemre
evriliyor sana yüreğim hücre hücre
oturuyorsun kalbime kurduğun
ülkenin tahtına
Ülkenin başkenti güzel gözlerin
gözlerin, ilk aşk öğretmenim
ilk sen tuttun ellerimi
ilk sen öptün bildiğim kadar
sen şiir oldun ben şair
Gözlerin ezbere bildiğim tek şiir
seni ne kadar anlatsam azdır bilen bilir
yüreğim karşında devrik hükümdar
mübrem gözlerinle yüreğim yeniden dirilir
Sen tarihler boyunca
uğruna ölünen kadın, aşk senin adın...
İLK BAKIŞTA
RAİF ARAS
Buğulanmış sandığım
büyük güllü perdenin
dibindeki sedire oturdum
camları kırıkmış pencerenin...
İlk bakışta
naylon gerildiğini anlayamamışım
loş bir ortam
sedir gıcırdıyor yavaştan
perdesizde görünmüyor dışarısı...
İlk bakışta
yüzlerin gölgesi dayak izi gibi
alışınca sedirin sesi azaldı sanki
sıcak iki çay
bir tabak çay şekeri...
İlk bakışta
camsız pencereli
güllü perdeli
seslenen divanlı evde
gülüşlerimizle
çay karıştırıp içtiğimizi
anlayamamıştım...
BİR KÂĞIT BİR KALEM
HAMİYET KOPARTAN
Yine hazan, yine yaprak dökümü
Hayat ağacımın kökten sökümü
Bilmem diri miyim yoksa ölü mü?
Geriye kalan: Bir kâğıt, bir kalem
Ruhum engin denizlere dönüktü
Dilim elemini döktükçe döktü
Lakin mavinin rengi de sönüktü
Derya yerine: Bir kâğıt, bir kalem
Rüzgâra yakışan esip geçmektir
Aşığın muradı sevda çekmektir
Çölde bir yudum suyu beklemektir
Benim yağmurum: Bir kâğıt, bir kalem
Ay güneşe, gün geceye yanaştı
Ak karaya, kara aka karıştı
Tüm yumaklar birbirine dolaştı
Düğümü çözdüm: Bir kâğıt, bir kalem
Nevşehrî’yim, bir canım var, bir ismim
Ne duyulur ne de görülür cismim
Cebimde bozuk param, eski resmim
Hicran sermayem: Bir kâğıt, bir kalem.
YAVAŞ YAVAŞ DELİRDİM
A. YAVUZ YAVRUTÜRK
Bir not düştü hayatın anlamsızlığına
'yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
suskun bir kelebek çarptı boğazın sularına
ertesi gün gazetelerde -gülen- eski yüzü ile
neydi dostlarının anlayamadığı
anlatamadığı ne vardı
tabutuna sarılı duran ihtiyar babasına
'Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
solgun bir yaprak düştü boğazın sularına
tam da bahara çalarken gözleri
avunacağı bir sevda vakti
ağlatarak bir yalnız kenti
anlatamadıklarıyla veda etti.
Bu şehrin insanına nisyan vurduğu zaman
korkar oldu insandan insan
şu kör olası yalnızlık hortluyor ya!
azgın sularda boğuluyor insanca her isyan.
'Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi'
haber saatlerinde unuttuk gülmeyi
yürekleri kinli, elleri kirli, dişleri sivri
gözleri korkulu haber spikerleri
parkta, durakta, sokakta
ürküttüler masum kelebekleri
'Ne yaptın kızım! 'feryadında bir baba
izi bile kalmıyor çığlıkların
sonraki sabahlarda
yavaş yavaş deliriyorum haberin ola!
SOR BENİ
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Değerse kalbine tahassür keder
Cehennem beteri nardan sor beni
Seçtiğin tercihin sonuysa heder
Yüreği kavuran hardan sor beni
Geçtiyse tozpembe rüya hayalin
Gerçeğe dayanır küser ikbalin
Düşen yaprak gibi biter misalin
Dalı yeksan eden kardan sor beni
Çaldığın kapılar toz tutmuş ise
Talihi bahtına küserse buse
Feryadı figanın kubbeye erse
O çıkmaza sapan dardan sor beni
Tutarsa ellerini yabancı bir el
Akarsa gözlerinden sicim gibi sel
Savursa seni bir hazandan yel
Yüzüne değemeyen ardan sor beni
Son yıldız ışığı sönerse sana
Bülbül gücenmişse gülünden yana
Ayrılık çanları haykırsa an'a
Defteri kapanan yardan sor beni
YARAM
MEHMET RAYMAN
Yanı yokuş bir adam
ayağını dayamış sarı çamlara
ipliğin kirmeni yün çile
eğirmekten yorulmuş kolları
aşkın birinci geldiği yuvamıza
dayanmış gecelerin çıbanı
Sökülmüş dikiş acısıdır
bulut sargını giden yaram
paslı yüreğim atıyor yerinden
kimlikçiler çıkmış adam arıyor
isim benzerliğine bakınca
bu kayıtların hepsi çal çene.