ARIZALI ŞÖHRET YOLCULUĞU
FUAT ARPA
Meşhur olma uğruna çok şeyi göze alanlara birkaç kelam...
Tanınmış olma, gündemde olma gereğine çok inanmışsın. Ne mi yapacaksın ya da yapıyorsun? Cümle iletişim kanallarında her gün, her saat paylaşım yapmak suratını ve sîretini her saat sayfa arkadaşlarına, ziyaretçilere göstermek, gözlerine gözlerine odaklandırmak zorundasın.. Profilde, hikâyede, durumda, yorumda, kurumda, sokakta, evde... Mesela kitap mı yazdın. Öyle, çok eser yazmış olmak önemli değil. Şöyle 80/90 sayfalık, birkaç arkadaşın tarafından yere göre sığdırılamayan, alıntı malıntı karışık, editör fukarası, bir yapıtın olması yeterli. İmza günü değil imzalar günleri düzenle. Sanaldan gir, reelden gir. Kendinden çokça bahset ama mütevazılığın de dibinden vur. Fuarlara koş. Listelerde yoksan gir aralarına sıkış. Gerekirse kitap satmak için seslen, bağır biraz. Pazarcılara falan benzetirlerse önemseme. Amatör simsar olmak mı o da ne?
Kapı olmadı, bacadan gir. Edebiyattan anlayan bazılarının eleştirilerini takmana gerek bile yok. Hem onların devri bitti. Algı var mı algı, sen ona bak. Hiç usanma, hiç bıkma. Facebook'ta, WhatsApp’ta, Instagram’da, Twitter'da, gazetelerde sabah akşam paylaş... Tanıdık tanımadık herkesi öv ki onlar da seni övsün. Herkesi, her şeyi beğen ki onlar da seni beğensinler. Gruplardan gir, sitelerden çık. İnsanlar artık senin yüz hatlarını biliyor, dişlerini sayabiliyor, yüzündeki çizgileri hatırlayabiliyorsa bu onur verici olmalı senin için. Yüklen baba yüklen... Fark edecekler bir gün mutlaka seni. Keşfedecekler o abide şahsiyeti. Hiç bıkma, yolculuğuna devam et.
Edebiyatmış, sanatmış, etik kurallarmış... Ya kimin taktığı var ki? 'Kimse takmıyorsa ben neden takayım değil mi' de rahatça. İlkesellik sadece benim hoşlandığım şeydir, diyebilirsin Sıkıntı yok. O kadar paylaşım yap ki millet senin hayat hikâyeni ezberlesin. Onların rüyalarına gir. Gir gir korkma. Devir imaj devri. Sana algı lazım, olgu değil. Sosyal medyanın tüm kanalları sana kurban olsun. Reklâm uğruna yapamayacağın bir şey kalmasın. Yeni kitap mı? Hiç sorun değil. Çiziktir bir şeyler. Parayı hazırla, yayıncılar sırada. İlkeli yayıncılar sana bakmıyor mu? Lazım değil onlar. Bu kadar basit. Bu tutumların yüzünden edebiyatta gerçekten emek verenleri küçültüyor ve yeniler için yanlış rol model mi oluyorsun, boş ver. Haklarını helal etsinler canım. Sana şöhret lazım ve zamanın az. Geç kalma lüksüne sahip değilsin. Ne diyebilirler sana en fazla. "Kardeş! General olman için erlikten başlaman lazım. Sonra çavuşluk, onbaşılık... " Geç bunları... O kadar zamanın yok senin. Hem, baktın edebiyat olmadı. Oradan politikaya, bilmem nerelere geç hemen paylaşımlara başla. Artık neyi paylaşacağını biliyorsun. Olmadı STK'larda boy göster.
Devir neyi gerektiriyorsa o yani.
(Bu bir ironi mi? Öyle diyelim. Kişiler değil anlayışlar muhatap alınmıştır. İlkeli sanatçıların ve yayıncıların -yenisiyle eskisiyle- duruşları bellidir. Onlar saygındır. )
ŞİİRE VE SANATA DAİR
MUHAMMED ASHAD ENSAR
Âdemoğlunun, merakları neticesinde resim ve müzik gibi birçok alana sanat icra etmişlerdir. Bu vesileyle maddi ve manevi kültürlerini simgeleyecek ve gelecek çağlara aktaracak birçok eser ortaya koymuşlardır. Bu kazanımların en başında edebiyat alanında çalışmalar gelir ve bilhassa da şiir
Edebiyatçıların yazım serüvenleri inceldiğinde edebiyatçıların çoğunun sadece yazı yazmakla yetinmediklerini başka sanat alanlarında da kendilerini geliştirdiklerini görüyoruz. Mesela, kim Necip Fazıl’ın resim çizmediğini söyleyebilir ki? Hatta birçok ressamdan daha güzel resim çizer, şiir yazarak. Kaldırımlar şiirinde üstat iç dünyasındaki yalnızlık, korku ve ölüm gibi duygularını gece karanlığında büyük bir şehrin uzayıp giden kaldırımlarıyla ve bu kaldırımlarda yaptığı yolculuktaki gözlemleriyle somutlaştırmış ve okuyucunun hayallerinde istediği tabloyu çizdirmiştir mesela.
Şiir okurken hayallerimizde canlanan, bizzat o anı çizen bir şair ressamların en maharetlisi değil mi? Şair, şiiriyle ruhu dans ettirir, , kalem ve kâğıt enstrüman yapıp raksa kaldırır kelimeleri. Birçok sanatı bir arada icra ettiği için bende şiire merak saldım. Merak salmaktan öte iç âlemde bir arayış. Yolculuğuna çıktım. Gönlü bir arayış içinde olanlar veya hayata anlam katmaya çalışanlar var ya işte onlar sanatın İbrahim’leri olmuştur. Sonu görünmeyen bir yolculuk bu…
Peki, ama insan neden şiir yazar ki? Bu sorunun cevabını bize şiir kendisi versin:
“Neden yazılır bir şiir
Neden okunur bunca yazı
Çünkü nasıl aşılabilir başkaca
İnsanın karmaşıklığı” (Edip Cansever / İçindeki sessiz parlaklık)
“Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?” (İsmet Özel / Erbain)
Bazen yazmak zorunda hisseder insan, çünkü o duyguları bastıramayacağını bilir. Cahit Zarifoğlu'nun da bir şiirinde geçtiği üzere “İnsan, bastırdığı duyguların esiri olur.” Muhakkak ki tarihin bizde takılıp kalmayan bir akışı, kendine özgü bir işleyişle gerçekleşen bir kaderi, bir yasası vardır. Biz sonuçta bu akış, bu işleyiş, bu kader içindeki kendi duruşumuzu önemseriz. Kendi tanıklığımızı merkeze koyarız. Kendi emeğimizin, çabamızın üstüne titreriz.
Varoluşumuzu, yaşayışımızı kendi duyumsamalarımız ve deneyimlerimizle bütünleştirerek anlamlandırırız. Acımasızca geçip giden ile çok güçlü bir istekle gelmesi beklenen, arzulanan arasında kalan insanın yaralı, yarılmış da olsa bir anlatım yolu, bir dil bulma ihtiyacıdır. Merhem bulunmasa da yaraları kapanmaz, yüreğinin üşümesi geçmez. Hiçbir şey yapamasa da şahane bir yalnızlığı, tutunamamışlığını yontup durur. Yadırgamadır, sancıdır, örtüşmezliktir biraz. Hem bir kalkan hem de bir saldırı silahıdır. Şairin duygu ve düşünceleriyle, dille, bağlanma ve uzaklaşma dürtüleriyle, kaçmak ve kök salmak isteyenlerle savaşımıdır. Hem bir mücadele alanı hem de mücadele aracıdır şiir.
Şiir, çağlar boyunca insanoğlunun içinde var olan güzele ulaşma isteğinin bir sonucudur. Şiirin olmadığı yerde insan sevgisi eksik kalacak, hatta insanlar korkunç bir duygusuzluğun pençesine düşecektir. Bu bağlamda şöyle bir soru sorulabilir, herkes şiir yazabilir mi? Öncelikle şiir bir duygu yığını değildir. Bir ideolojiye bağlı olarak aklın ve kalbin iç çatışmasından sağ kurtulmuş bir hikmettir. Şiir hissedebilme işçiliğidir. Kalpte doğan umut, hüzün, sevinç, özlem, düşüncenin süzgecinden geçip kalem ve kâğıdın buluşmasıyla ilk nefesini almaya başlar ve hayat dokumaya başlar. Şiir ne düşüncedir nede düşünceden yoksun, aklın ve kalbin haddizatında yol alan, şairine şiar olmuş garip bir yolcudur.
SÜVEYLA’YA
GÖNÜL ESVEDİ
Şair Mustafa Işık’a ithafen...
Ah Süveyla, bakma bana öyle
s'siz bir alfabe yanarken için için
usul usul kaynayan benim
yanık bağrın tüterken aşk od'unda
Parlamıyorken eskisi gibi yıldızlar
silinsin diye zulmün izleri
tutunsunlar gözlerindeki parıltıya
sen masalların yitik merhameti
nazlı sehere vaktinde ışık ol karanlığa
Ey Nirvana yolcusu şiir yüreklim
mısraın mızrak olduğu görülmüş müdür
kelimelerin su içtiği, kana kana
nedendir bunca acı, Zigana’da yara
gülsen, secde ederdi kelimeler sana
Gölgen üzerimde attığım her adım sen
umutlar yeşerir dibinde ah bir bilsen!
yâdıma düşünce bahar güllerin
kavruk sesi olur lâl melâl dillerin
Dicle'ye Fırat'a sevdam bundan
Sen mavi kubbenin gölgesi, ey şair!
kayıp rotalarda kırıktır notalar
yüreğim dökülüverir her defasında
heybende kaç dîl yanmış ki burçların alev
Kerbela'ya ah tutar her vakit
yağmur vakti sevmelerin, Süveyla
Denizin dalgası yoldaşa suskundur
kuşların her ötüşü yüreğinden yansır
ey usul usul kayan yıldız!
gönül kapımdan gir içeri
mavi şehrin çocuklarına selam olsun
bu yol bahara gidiyorsa
yolu sana düşürene hamd olsun
Madem gün bitince gideceksin buradan
İçime kuşların çığlığı batsın süveyla...
NEREDE
ŞAHBETTİN ULUAT
Nerde Van'ım, yeşil bağın bosdanın
Zebze gibi zebzelerın nerede
Bosdancilar, kenkanlar, çırpaçların
O ekmekci ezelerın nerede?
Tendırlerde taptapalar bişerdi
Gozkuyi alana da pay düşerdi
Her evın önünde on, on beş kerdi
Kerdi tepen dedelerin nerede
Nahırcilar, nahırlar o inekler
O zamanın arabasi, eşekle
Tavuklar, hindiler, gazlar, ördekler
Küllükdeki heyvanların nerede
Gar yağanda, damlardan gar atardığ
Atamasah garatanci tutardık
Yataklari yere serer yatardık
Döşeme, toprak damların nerede
Göyde çalağanlar uçan zamanlar
Damlarında ev guşi uçuranlar
Sabahlara geder bağ suliyanlar
Şehirdeki toprak arklar nerede
Paytoncilar, yaylicilar, hamallar
Gışın suvaklarda gızağ gayanlar
Her mehleden toplanan o nahırlar,
Hızmekarlar, çobanların nerede?
Nalbantların ile galayciların
Kerpiç duvar yapan duvarciların
Yağ kandillerınin gaz lambaların
Tezek yanan sobaların nerede
Gece cenk kitabi okunan evler
Darağ, teşi iplik yapılan evler
Gışa gazağ, çorap tokunan evler
Eve gurt giren gışların nerede
Üç dört mehle, beş on bin insan vardi
Fakir millet birbirine goşardi
Zengin fakir herkes mutlu yaşardi
Hani güzel gomşiların nerede?
SANA ŞİİRİM GELİYORDU
AZİZ SAYDUT
Vakitli, vakitsiz zamanlar içinde
geri tepmelerin
kaçırdığın bakışlarda...
arkandan
fırtınaları bıraktığın zamanlarda
sana şiirim geliyordu
Bir kaç kelimeye gömülmek
sana dair ne varsa yazılan
hep güzel
hep güzel kalıyordu
sen gidiyordun
senden habersiz sözcükler yazılıyordu
zamana bir çizik atılıyordu
sana şiirim geliyordu
Senin gittiğin zamanlarda
vurdumduymazlarda
benden kaçtığın zamanlarda
sana şiirim geliyordu
Sana yazılacak sözler
yüreğime düğümleniyor
kelimeler bitiyor
kalakalıyordum
sana şiirim geliyordu.
BENİM ADIM VAN
FAYSAL DEMİR
Şehr-i Van demişler adıma evvelden,
sular akmış dört yanımdan benim
bir yanım mavidenmiş, masmavi
bir yanım yeşiller içinde
Sularda yükselen çığlığa Ahtamara
yankılanan ezgiye Siyabend denilmiş
aşklar ah ile sonlanırken bu diyarda
göllerin sevdalıların gözyaşlarından
geldiği inanılırmış ey Van
Ondandır sularının berrak oluşu
kendine has maviye kardeş olması
umuda hep gebe kalışı, ondandır
Kaleler burçlar dikilmiş gönlünde
krallar taht kurmuş dört bir yanında
"dünyada van ahirette iman" düsturuyla
nefes alınmış hem bağında hem dağında
İpekler serilmiş yollarına, ey Van
bağların, bahçelerin meyveye durmuş
Hasan Sabbah’ın hayalini süsleyeninden
Evvelden alırmış peynirin kokusunu
tandır sıcağı, balık bereketi, kedi gözü
adına Mezopotamya demişler, Anadolu
adına vatan demişler ey Şehr-i Van.
GÖLGE OYUNU
EBRU BEYİŞ
Bugün seni hissettim, o korkuyu... Bilmediğim, görmediğim, anlam veremediğim sesler yine kulaklarımı çınlatıyor, yine beni bir korku kaplıyor tüm benliğimi. Dışarıda yağan kar tanesi gibi hissediyorum, tane tane düşüp her yeri kaplıyor içimdeki beyazlık. Düştüğüm yerlerden korkuyorum. Ya eriyip kaybolursam gece sessizliğinde. Baktığım her yerde canlandırıyorum düşüncemi, olmayanı öldürtüyorum, üzerimde olmayan gözleri görüyor ve onlara bakmaktan korkuyorum. Ya beni de alıp gitseler... Oturduğum yerde bile sırtımı yaslayacağım, yükümü paylaşacağım kişi ne kadar güvenilir. Ne malum beni çekip götürmeyecekleri. Her sırtımı yasladığımda duvarın beni içine çekme korkusuylayım.
Yine bir gece koridorda ışığın verdiği korkuyla görülmek istenmeyen gölgelerle yürümek içimi ürpertmişti ki pencereden merakla içeri aydınlatmak ve beni gölgelerle tanıştırmak isteyen Ay ışığı vurdu. Çok kızgın olsan da aya böyle bir şey yaptığına da sevindim açıkçası. Korkumla yüzleşmem gerekti. Er ya da geç...
Hızlanan kan akışını hissedebiliyordum. Yapmam gereken oradan geçip aşağıya inip yemek yemek olacaktı. Attığım her adımda kalbim sıkışıyor attığım adımları ben değil de onların cansız bedenimi yürüttüğünü sanıyordum. Dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar değil de sanki attığım ve adımda bir ömür gidiyordu benden. Ortalık sessizdi ama gölgelerin hareketleri, tıkırtıları ve bazen de esintileri sessizliği bozuyordu. Bu bozulan sessizliğe bir an ben de katıldım. Ama onları dinleyip yıkılmaktansa, onlar yokmuş gibi hareket etmeyi tercih ettim. Bozulan sessizliğe katıldığım an her şeyin sustuğunu ve tüm gözlerin bana dikilmiş olduğunu hissettim. Korkularım adımlarımı hızlandırdı. Benle birlikte hızlanan gölgeler tüyler ürpertici olsa da merdivene yaklaştığım an koşmaya başladım. Gölgelerin beni tutup içlerine çekeceklerini, önüme geçip bir an bana görüneceklerini daha neler neler, bitmeyen düşünceler ve gölge oyunu...
Kendimi zor atabildim mutfağa. Yine herkesin gözü üzerimde çok farklı bir duygu sardı beni ama iyi mi kötü mü bilmiyorum. Ya ailemin bedenlerini ele geçirip bana bir şey yaparlarsa? Hepsinin yüzünde bir şaşkınlık derinlerde bile olsa korku bakışlar vardı. Bana " Ne oldu kızım !" derken annem, korkmuştum. Ya o annem değil de bir gölgeyse gözbebeklerimin büyüdüğünü, kalbimin yerinden çıkarcasına attığını ve o korkuyu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Sinede saklamaya çalıştığım bir edayla "Annem koşamaz mıyım evin içinde? Biliyorsun çocuk ruhluyum ben.“ derken dalgalarla boğuşmak için mücadele eden bir usta görünümlü acemi bir denizcinin titreyen vücudunun ilk titrek haykırışını anımsattı. Bir kahkaha tuttu babamı: "İlahi kızım gel yemeğini ye." işte o zaman bir gülümseme dağıttı içimdeki kara bulutları. Sevindim ama gölgelerin ele geçirdiği bir ruhta gezinen bir tebessümdü. Sofraya otururken beni izleyen gölgeler. Yiyeceğim her lokmayı boğazımda düğümlerken.
Zamanla sofra boşaldı. Kardeşimin en sonda kalkarken attığı hançer gibi bakışları hala beynimi kurcalıyor. Sofrada bir ben bir de beni yalnız bırakmak istemeyen gölgeler. Sofrayı kendi sessizliğim değil gölgelerin sessizliği eşliğinde topladım. Ve odama gittim. Ve beni bırakmak istemeyen gölgelerle odamda tekim. Tek yatmaktan korkan bedene eşlik eden gölgelerle uyudum bu gece. Beni tutan gaflet uykusu sabah uyanmama engeldi. Tâ ki yorgan altında bana görünen gözler, kulağıma söylenen sözler yataktan fırlamama yetti. Kâbus olacağını düşünüp elimi yüzümü yıkarken ayna karşısında geçen bir buğu ve saçlarımın esintiyle birbirine sürtündüğü bilinciyle uzaklaştım. Aşağı aile fertlerinin yanında güvende olacağımı düşündüm. Kahvaltıya indim. Tüm aksilikler beni mi bulur bilmem ama çayımı nasıl içtiğimi bilen annem. Kalbim koyuluğunda bir çay doldurdu. Ya ben iyi değilim bu aralar ya da ailem bunlar değil.
Kahvaltıya ağzımı sürmeden o kasvetli evden kaçmak çıkıp kurtulmak istedim. Kapıyı açık gidecekken içimde bir şeylerin yok olduğunu güneşin beni cezalandıracağını hissederek geri çekilip kapıyı sertçe kapatmakta buldum çareyi. İçimdeki kara bulutların çarpışmasıyla oluşan şiddetli yağmurlar gözlerimde şelale gibi akarken odama çekildim. Annem ve babam benim bir terapiye ihtiyacım olduğunu ve gün geçtikçe içime kapandığımı söylüyorlar. Ne kadar üzücü olsa da onların ailem olup olmadıkları konusunda bile tedirginim. Kapıyı kapatıp asıl beni yazmaya kendimi anlatmaya başladım.
GAZEL
KENAN DOKUMACI
Gönül mahzeninde nihân, köz eyler nâr'dır geceler
Var secdeye ol Âdem, gözlere kâr'dır geceler
Ya Kâfî yetmez mi can'a, nedir telaş, neye isyan
Ehli dünya olma insan, mihnet'i bâr'dır geceler
Hamurun bir avuç toprak, kimi sultan yapmış kibir
Azad eyle ruhun mutlak, zalim nefs mâr'dır geceler
Noktalar sarmadan kalbi, hicret ile menzile var
Zor yoktur hiç Zü'l Celale, yâr-ı gâr' dır geceler
Seyret, Afakı âlemde vird çeker ulular Hu
Dil damakta vur kilidi, aşığa ar'dır geceler
Berekat-ı KELÂMULLAH seherler de edilir pay
Rızkın, buğday yahut nefes, idrake dar'dır geceler
Niyetin olmalı halis, tuttuğun el istikamet
Hasret, şimdi gül kokar, maşuğa vardır geceler
Düşersin, kaldırır inan, olsun sende zerre iman
Sığın O'na, yoktur eşi, yoksa hep zâr'dır geceler
Geceler umman bir kuyu, sabırdır kurtuluş ipi
Yusuf'un imtihan mührü, Ken'ân'da yâr'dır geceler.
SAHİ, ADIN NEYDİ?
DOĞAN SANCAK
Alnında yazılan kader değil benim hüznüm
keşke sana dair inancımı değiştirebilsem
sahte bir peygamber değil, gerçek bir keşiş hiç değilim
küçük bir iblis ya da kendini huri sanan fahişe bir ucube
Dişlerini yüreğimin damarlarına taktığından beri
ciğerlerim pıhtılaşarak ağzımdan akıyor
direnişimin tek amacı, benliğini yitirmiş bir ülkede
seni mitolojik bir aşk tanrıçası olarak tarihe yazmak
Tanrıça mı / cadı mı?
yeryüzüne inen lanetli bir şeytan mı?
seni, kalbimin kanatlanmış hali diye anlatmak isterdim
ve bu ruhumun en ince sızısı olabilirdi
ya da bir halk destanında geçse adın
bir eylemin en ön safında 'sen' diye haykırmak varken
Bütün pankartlarda sen olsan tanrıçam
kandan beslenen, kan emici, kan dökücü
kan kusturucu bir diktatör müsün?
seni başka şekilde anlatmak isterdim
kendim dahi imreneceğim bir şekil olmalıydı.
bu arada tanrıçam, adın neydi?
neden yazamıyorum, neden içimden adın geçmiyor?
sahiden tanrıça mısın?
Ben mi /batıl bir inanca kendini kaptırmış
cahiliye döneminden kalma bir köle miyim
sıradan, kendinden olmayan birini çok mu yüceltiyorum?
adın? .. ve yine adın'da kaldım.
tufan kargaşasında adın ile boğuşuyorum,
derya'lardan geçen pusulasını kaybeden bir gemi
ve onlarca mürettebat kaybetmiş.
yarım asırdır karaya ayak basmayan
kadın yüzü görmeyen çember sakallı
İlk gördüğü en çirkin kadını tanrıça olarak
görecek bir kaptan haline bürünmüş,
Zerdüşt’ün aciz oğullarından biriyim
ayak bileğinden öpsem tanrıçam lanetlenir miyim?
beni bu lanetten muaf eder, mükâfatlandırsan.
tanrıçam! .. sahi adın neydi?
SAĞLIK ÇALIŞANLARINA MEKTUP
ZEHRA SERVET
Sevgili Sağlık Çalışanları,
Öncellikle bu pandemiden dolayı evden çıkamadığımız ve hastanelere gelemediğimiz için size yüz yüze söyleyemediğimizden emekleriniz için bu teşekkür mektubunu yazmak istediğimi belirtmek isterim.
Bu dönemde bize yaptığınız yardımlardan, verdiğiniz onca emekten dolayı size ne kadara teşekkür etsem azdır. Sırf bizler için sevdiklerinizden, ailenizden hatta bazılarınız çocuklarından bile uzak kalıyor, bunu çok iyi biliyorum. Çoğu zaman bazılarınız eve gitse bile '' Aileme virüs bulaşır mı, çocuklarıma virüs bulaşır mı?'' diye korkudan onlara sarılıp onları ööpemiyorsunuz bile. Genellikle meslektaşlarınızı kaybediyorsunuz. Ama buna rağmen her seferinde tekrardan ayağa kalkıp dimdik durarak insanlara yardım ediyorsunuz. Sizin azminize hayranım. Biliyor musunuz, ben de sizin gibi sağlık çalışanı olup insanlara yardım etmek istiyorum.
İnşallah virüs en kısa zamanda biter, tüm sağlık çalışanları ve bütün dünya eski hayatlarına döner, biz de okulumuza döneriz, öğretmenlerimize ve arkadaşlarımıza kavuşuruz.
Sevgilerimle...
İNSANIZ!
DUYGU TAYLAN
İnsanız!
Unutturdular bize gülmeyi.
Üstelik,
Ayaküstü adam harcanan bir çağdayız.
Dikkat edin ruh ve beden sağlığınıza
Kinlerini ,öfkelerini biriktirip kusanlar da biz insanoğlundan
Sahip çıkın belleğinize
Ah en önemlisi vicdanınıza
Kendine bir başkasını engel görenler de aramızda
Sizi tehdit görecekler olacak, dikkatli olun!
Gerçekçi olun!
Bir avuç sularda
Küçücük balıklarız unutmayın.
Tarihinize ve ütopyalarınıza sahip çıkın.
Ve inanın, yaşamak yetmez
Hangi dilden olursa olsun
Haykırın kalbinizden süzdüğünüz sözlerinizi
Çoğaltın güzellikleri
Sevin, sevdikçe renklensin dünyanız
Ne söylenirse söylensin umursamayın kimseyi
Kendi kendinin karikatürü olan insanlar var etrafımızda.
Sayın Hocam şiirde küçük değişiklikler olmuş. Yine de asıl mesaj yerinde. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Selamlar.
Şahbettin hocam, bizi o unutulmaz yıllara götürdünüz. Gonlumuzde hasret ruzgarlari estirdiniz. Yureginiz ve kaleminiz var olsun.Selamlar.