GÜLÜŞÜNÜN RENGİ
ELİF CAN
Saklamış en güzel baharı yarınlara
uzak diyarların yıldızları gözlerin…
Yedi iklim dolansam da gelsem kapına
unutsam güneşleri tek bir bakışınla
Kaybolsa yakamozlar gülüşünün renginde
bulur muyum kendimi yitirsem yüreğinde?
Şarkı söylese deniz, asude dalgalarla
sığınsam gönlünün o sessiz koylarına
Zaman geçmese dursa, bitmese hiç saatler
bir anlık vuslatın, bilsen kaç ömre bedel…
YAŞAMIN KIYISI
KENAN ADSAZ
Yaşamın kıyısında
limana muhtaç gibi
iç fırtınaya esir gibi...
Dolanır acı sandalım
bilinmez sularda,
pusulam yakamozlardır
esaretim… suskunluğum...
Ölümün gölgesinde
bir babanın tebessümü gibi
çocuğunanılara tek kalması gibi...
Gözüm karanlığa seyrolur
asılmam artık küreklere
dalgalar tesellim olur
acılarım… çaresizliğim...
Yüreğimin Kerbela’sında
alargada kaybolmak gibi
ince ufka gitmek gibi...
Sığınır benliğim sonsuzluğa
aldırmam denizin mavisine
umudum kavuşmaktır benim
buâlem…yorgunluğum...
VAKİT YİNE GECE
LEYLA KAVAK
Ve ben yine özlüyorum
bendekiseni
gönlüm sana akmışken
sana koşuyorayaklarım
şuan geçmeyen zaman
dizlerinin dibinde dursun
hiç geçmesin
sıcak elin, sevgi dolu bakışın
benimle olsun her daim
Yine bir gece yarısı
ve ben sana olan özlemleyim,
geçmek bilmezken zaman
gönlümde taşmaktadır sevgin
nasıl sevmişim ki böyle seni
kendime bile itiraf edemedim
Büyütmüşüm içimde /bir çocuk gibi
saf...çıkarsız, yalansız... sade
sadece sevdim....
meğer seni ne kadar çok sevmişim
vakit gece yarısı... bundandır
bundandır bunca acı, özleminin
Ve sevgili... senin adın aşk
bense her saniye seni özlerim
vakti zamanı yok artık
bu sevgiyi büyüten sadece sensin...
senin çocuk masumiyeti yüreğin...
YORULDUM
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Feda ettim koca ömrü kendime
dert kovan da bal olmaktan yoruldum
dur denmiyor taşıp giden bendime
akan sele sal olmaktan yoruldum
Tahıl serptim zakkum oldu bağıma
rüzgar esti karlar yağdı dağıma
yaprak soldu güzler kaldı çağıma
baykuşlara dal olmaktan yoruldum
Kabuk tutmaz yaralara şifaydım
hal bilmezi sarıp duran vefaydım
meşakkatle zoru aşan cefaydım
sitemlere dil olmaktan yoruldum
Gece çöktü̈ yanan mumun sırtına
bülbül olup sakırdadım bahtına
sedir bildi ezip çıktı tahtına
o çiğnenen yol olmaktan yoruldum
İnsan dedim harlar yaktı elimi
ağladıkça sukut sardı dilimi
baharküstü hazan büktü̈ belimi
sabır çeken kul olmaktan yoruldum.
MEVSİM ORTAĞI
SELÇUK AKYÜZ
Sende, gönlünün baharında eridi;
nisanında eridi içimdeki kar...
çağlayana, koca bir çağlayana döndü içimdeki pınar
ayıldı, ayılıp doğruldu içimdeki o baygın çınar
dallandı yeniden, dallanıp budaklandı içimdeki köknar
sende, gönlünün baharında eriyince içimdeki kar
gönlünün nisanında beyaza döndü
içimdeki o kara mı kara bulutlar
ve sağanak sevinç yağdı yıllar sonra gözümden
mutluluk yağdı...
Söz yağdı gönlünün nisanında,
sağanak söz yağdı yıllar yılı sükut eden dilimden;
dilimi, dudağımı nisanın sağdı...
güller açtı gönlünün nisanında, rengarenk güller açtı yüzümde...
güneşi görmüştüm, ışık vardı gözümde!
gönlünün nisanı bir başka çağdı...
Şimdi kıştasın...
ve ben kışında, zemherindeyim...
bir türlü erimiyor içimdeki kar
incecik akar oldu içimdeki pınar
bayılıp kaldı yine içimdeki çınar
dal budak salmaz oldu içimdeki köknar
karaya döndü yine içimdeki bulutlar
gözümden tek damla sevinç yağmıyor
dilimde hep sükut var
sağmıyor dilimi zemherin
dudağımı asla sağmıyor
zemherinde açmaz oldu güller yüzümde...
Görmez oldum güneşi, ışık söndü gözümde
sen varsın gece gündüz, zemherin var özümde
sen varsın gece gündüz özümde, zemherin var...
Zemherinde tüm dünya karanlık bana
tüm dünya dar
bitsin artık, geçip gitsin artık zemherin
başlasın gönlünde, gönlümde bahar.
AH DİLRUBA
ŞEVKET SULHAN
Ah Dilruba gönlümü saran sevdam
Kim bilir kaç leyli oldum sende
Kaç karanlık ısırdı bensiz seni
Neden yok ettin yarınlarda hayallerimi
Bazen bir düş düşer ıssızlığıma
Yeşerir güzellikler yarınları olmayan ülkeme
Uzanır ellerim tutarım tutuşturur bedenimi
Ne hikmettir tekrarlanır umursamaz tavırların
Bir var olurum gamzende mutlu mesut
Hayali uzun olur durağında nefeslerim
Acıların sevince dönüşür üşüyen gönlüme
Ve ülkemin tahtından indirmeye kıyamam seni
Gecenin perdesini çekerken günışığı
Canavar kesilir dikenli yollarında ezilen
Sıraya dizilir tüm öfkem celladıma
Çürütür acımasızca letafetini zindanlarım.
Dizaynı hep aynı gönlümü saran sevdam
Ayazım yaza gündüzüm leyline
Leylin pençeler atıyor umutlarıma
Fermanı yazılmış çoktan alınyazıma
AŞK
ÜMİT KARADENİZ
Kaybolmuşum ben gizemli bir çölde
deli Kays’ın heybesinde bul beni
içindeyim ben Yunus’un Ben’inde
bir Elif’te bir Leyli’de bul beni
On dördüne şavk veren gün yüzünde
eylül hüznü giyinmiş göçer kuşta
İmran kızı yaralı can özünde
Nil’de yüzen sandığında bul beni
Nazlı bir ceylanın hazin bakışı
canlar yakar bir dilberin gülüşü
Karakoç’un Mihriban’a yanışı
bir bülbülün ötüşünde bul beni
Hep ben vardım evvel zaman içinde
pervaneyle ben bir fanus içinde
adım ışk, dengim yok cihan içinde
Pirler kırklar meclisinde bul beni
Ne cism u ne cevherim manayım ben
Kehkeşan’a sığmazam kalpteyim ben
lisanım libasım yok fıtratım ben
Varda yokta dört kitapta bul beni.
ZELAL KIRAN - UZAK YOLLARIN HASRETİ
EZGİ NİLAY BEYİŞ
Öncelikle belirtmek gerekir ki bu şiir kitabını yazar, annesi Kürt sanatçılardan " Dengbej Gazin' in " hatırasına yazmıştır. Yazar şiirlerinde annesine şiir yazamamaktan yakınmış, yakınmasıyla şiirlerini yazmıştır. İlk şiir kitabı olan, " Uzak Yolların Hasreti " kitabında birçok duyguya yer vermiştir. Kimi zaman umut dolu sözcükler dökmüş, kimi zaman satırlarında sessizleşmiş, sitem etmiştir şair. Kimi zaman direnmiş, kimi zaman özlemiştir. Kimi zaman gülümsemiş, kimi zaman karanlık yılı ve onu karanlık yapan tüm belaları kovmak istemiştir şair. Her şiirinde ayrı bir duyguyu dillendirmiştir. Edebiyat konusunda ilk öğretmenininde annesi olduğunu belirtmiştir.
Şairin‘’Merhaba’’şiiriyle merhaba demek istiyorum sizlere.
Merhaba merhaba bugünüm, yarınım
ayazda ısıtan şiirlerimle tarihin ortasında
gözden akmaz yaşımla bir başına kalmışlığım
yenilmez ordu gülüşümle yeni bir güne, merhaba.
Şair Zelal Kıran, yöresine düşkün bir insandır şiirlerinde. Kimi satırlarında Mem ile Zin 'i anlatmış kimi satırlarında Siyabend ile Hecê' yi. Onların aşkını şiirlere dökmüş, duygularıyla harmanlanmış ve bir daha anmıştır onları. Onların kavuşamama hikâyelerini şiirlere dökmüş, onlarla aynı kavuşamama acısını paylaşmıştır. Her okuduğumuzda bizde Siyabend' ini kaybeden bahtsız Hecê gibi hissederiz, aynı hisleri paylaşırız. Ve bir daha sorarız " Nerde görülmüştür avın, avcıyı öldürdüğü? " Ah Hecê, ne bahtsız bir âşıkmışsın sen. Şairin Siyabend ile Hecê ' nin kavuşamama hikâyesini anlattığı Süphan Dağı şiirinden şu mısralarla bir daha analım kavuşamayan iki aşığı.
geyiklerin gittiği yöne koştu siyabend
ah hecê, bahtsız sevgili, haydi düş yola
yetişti ve hazırladı yayını, okunu
ara aşığını, bak ne hâl geldi başına
ah zalim geyik, sapladı boynuzu kılıç gibi
derinlerden bir inilti, bahtsızım, bul beni
yardan aşağıya fırlattı hecê'nin yiğidini
Ah Hecê, bahtsız sevgili! diyebiliyoruz yalnızca. Onların aşklarına yurtluk yapan Süphan Dağı etekleri. Aşkın bu hâline yürek dayanmaz, Süphan nasıl dayansın?
Şairimizin şiirlerinde birde umut harmanladığını söylemiştik. Umudu somutlayarak ve benzetmeler yaparak bizi onun varlığına inandırmak istemiştir. Bildiğiniz gibi umut en çok özgürlükte gizlidir. Şairin ‘’Ay Işığı’’şiirinde umutla ayakta kalmaya çalışarak yaşayalım bir daha..
ben ise koğuşumun
demir parmaklıklarını
özgürlüğünü arayan
ve prangalarını anımsayan
kanadı kırık bir kuş misali
bir mahpusun düşlerindeki
göğün gönlüne uçuyorum.
özgürlük tohumlarıyla
Göğün gönlüne uçmak herkese nasip olabilir ama özgürlüğü arayarak uçmak yani bir değerimiz olan özgürlüğü arayarak uçmak herkese nasip olmaz. Kanadımız kırık olmasa zaten uçmak istemeyiz. Bizde ne yoksa ya da hangi varlığımız bizi kısıtlıyorsa özgürlüğümüz onun ardındadır. Kanadı kırık kuşun özgürlüğü de göğün gönlüne yani içine uçmaktır. Bazen duygular vardır; anlatamadığımız, konuşamadığımız fakat duyduğumuz. Nereden geldiğini bilmediğimiz, kimin söylediğini bilmediğimiz ama duyduğumuz. Yüreğimizin sesi olan o sesler. Şair Zelal Kıran ‘’Hazin Tını’’şiirinde, o sesleri bize tarif ediyor.
hazin sesini yıldızlara astım
yüreğimi serdim mezarına
ey sesini evrene miras bırakan!
dengbej, çîrokbej, şah-ı gazın
topraktan bir tını ver.
Şair zulme sitemlidir. Mülteci çocuktur şiirlerinde. Onlarla aynı duyguları paylaşır ve onlarla sürgündür topraklarından. Sitemi bu zulmün durmadan devam etmesine, bu acının çocuklara pay biçilmesine. Ama umutludur şair, inanır bir gün bunların da biteceğine. Şair Zelal Kıran 'ın‘’Bir Gün Elbet’’şiirinden mısralar dökülüyor önümüze.
deniz kıyısında bir kırmızı kazak görürsen
aylan' ı hatırla kumdan oyuncağıyla
bir gemi hediye edin yaşama sebep
yurdundan sürgün çocuklara
Umarız ki uzak yollara olan hasretimizi taşıyan gemimiz, şairimizin dediği gibi incitmez yüreğimizi, yüreklerimizi.. Şairin en sevdiğim şiiriyle bitirmek istiyorum yazımı. Tüm duygularını anlattığı, konuştuğu kadar sessiz kaldığı, ağlasa da sessiz kaldığı ‘’Hayat Sancısı’’şiirinin ilk iki dizesini söylemek istiyorum sizlere.
yüreğimin gurbetinde üşüyorum
düşüyorum şiir gibi gözlerinden
dilimden çokça ah dökülürken
gökkuşağının renklerine sarılıyorum
İKİ KERE İKİ, EŞİTTİR SIFIR!
GÜRGÜN KARAMAN
“İki kere ikinin ya da iki, iki daha dört ettiğinin” mutlak bir hakikati var mıdır? İki kere iki neden dört eder de neden bir etmez, neden sıfır etmez ya da neden beş etmez. Bu çarpmanın ya da toplamanın sonucunu nereden biliyoruz? Doğal olarak herkes bunu “akılla biliyoruz” der. Akıl nedir, peki? Mantık mıdır, nörolojik süreçler midir? Nöron patlamalarının aşka gelmesi midir bilgiyi işlerken? Bilgi zihne akarken, bay nöronlar onun aşkıyla yanıp tutuşuyor mu? Bilinç midir bu kararı veren? Eee, daha modern bilim bize bilincin ne olduğunu dahi açıklayamıyorken aklın “ne” olduğunu nasıl açıklıyor? Hemen orta yere, binlerce bilimsel araştırma, makale, deney, gözlem… Dört tane biri yana yana getirdiğimizde dört ediyor. Çarpma işlemi bu dört tane birin kısa yoldan yapılış yöntemidir. Toplama işlemi de ileriye doğru ritmik saymadır.
Kim karar verdi bu “dört dörtlük” sağlamaya, mutlaklığa? Hani kuantum dolanıklığı vardı? Sonsuz sayıda olasılık… Sonsuz sayıdaki tesadüflerin oluşturduğu olasılık bulutu? Mutlak olan, hakikat olan nasıl tezahür eder ki? Kuantum dolanıklığı, sonsuz sayıdaki olasılıkların oluşturduğu olasılık bulutunda, mutlak hakikati nasıl izhar eder ki? Fizikçi değilim ama epigrafta verdiğim Richard Feynman’a ait söylemden hareket edecek olursak “gerçek” nedir ki “gerçek sorun” da olsun?
Gerçek, gerçek sorun, kuşku ve gerçek bir sorunun yokluğu… Zihin, dış dünyadaki verileri almaya, ölçmeye, biçmeye, değerlendirmeye vs. neden ihtiyaç duyar? Sadece var olmak için mi? Var olmak da bir “gerçek, gerçek sorun, kuşku ve gerçek bir sorunun yokluğu” çerçevesinde ele alınabilir mi acaba?
Derdimiz nedir? Gerçekten insan olmak mı? Doğru ya, “gerçek” dediğimiz şey, “gerçek olmayan bir sorunsa” insan olmak nedir sorusu da kendisini doğal olarak dayatacaktır değil mi? İnsan mıyız gerçekten, kuşkumuz mu var bundan? Bu “insan” denilen ve uçsuz bucaksız evrende konuştuğunu, düşündüğünü, aklının ve bilincinin olduğunu iddia eden bir varlığı imleyen bu kelimenin bir de etimolojik kökeninden tanımlıyoruz bu varlığı değil mi?
Var olmanın “gerçek, gerçek sorun, kuşku ve gerçek bir sorunun yokluğu” etrafındaki kısır döngüyü aştığını iddia eden bir varlık, henüz varlık kazanmamış demektir. Var olmak, yokluğu bağrında taşıyan bir varlık haliyse, var olan hiçbir şey de yoktur aslında.
“İki kere ikinin ya da iki, iki daha dört ettiğinin” mutlak gerçekliği bilim denilen salt bir dayatmadır. Çok büyük bir iddia değil mi? Dönelim İbn-i Arabi’ye ve cevabı yapıştıralım: “Hamd, eşyayı bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden Allah’adır.” Ne demek şimdi bu “yokluğun yokluğu?” Yokluk var mı? Hazreti Pir’e göre var. Bu mutlak mıdır? Yani “İki kere ikinin ya da iki, iki daha dört ettiğinin” mutlaklığı kadar kesin midir? Hayır. Neden mi? İşte Hazreti Pir’den ikinci cevap “Bu âlem hayal bile değildir.” Ya nedir? İki kere iki eşittir dört müdür? Ya da iki, iki daha dört müdür? Yine hayır. “Bu âlem hayal bile değildir; hayal içinde hayaldir.” Hayal, hayal içinde hayal, hayal olanın içindeki hayalin hayali… İnsan ise sadece bir hayalperest. Bu hayal içindeki hayal olma halinden kurtulmaya çabalayan kaç halife adayı vardır? Kuşku… İşine nasıl geliyorsa, bazen mutlak dört, bazen hayal, bazen hayalperest. Olmadı mı, varlığa çıkacak erdemi gösteremedi mi? O zaman da olur putperest.
Hangi hayalin hayalisin, ya da hangi hayalin hayalperestisin? Gerçek, ancak gerçek olmayanla tanımlanabilir mi? Hakikat, var olandır.
Çoook bilimsel ve rasyonel bir dünyayı bile aşan bu insan denilen yaratık, Mars’ta, uzayda koloniler kurmak üzere hayallere daldı. Kısa sürede de gerçekleştirecektir. Zor değil ki, çünkü her şey hayal, yeter ki zihnini hayal kurmaya zorlasın. Değil mi ki “gerçekliğimiz, hayalimiz kadardır.” Hayal içindeki hayal olan bir “var olma” hali içinde “gerçek, gerçek bir sorun, kuşku vs.” yoktur. Ne vardır peki?
İki kere iki eşittir sıfır!
Yeryüzündeki bir milyar, elektriksiz yaşayan; karnını doyuracak ekmek bulamayan Afrikalı halife insanların da çok umurundaydı sanki bu yazı!