SİYONİST YAHÛDÎ'YE!
ÖMER DEMİRBAĞ
Öldürmeyeceksin, diyor Allâhü teâlâ;
Öldürdün, evet, öldürüyorsun yine hâlâ!
Allâh’ı bıraktın, tapınıp ırkına, ey şer!
Bak, işte fesâdınla bugün yeryüzü mahşer!
Hıncın bütün insanlığa, varlık temelin bu
Yer kürre kokuşsun, çürüsün; tek emelin bu!
Mazlum duruşun rolden ibaretti, değil mi?
Hitler sana Hitlerliği öğretti, değil mi?
Ramses seni bin Ramses’e denk hâle getirmiş!
Hayret o ki zâlim daha zâlim üretirmiş!
Târih boyu hep zulme cömert, hakk'a hasistin
Sun kendini sun! Sahne mi? Al, Gazze, Filistin…
Gökten geliyor bomba, zeminden ise feryâd...
Umrunda mı hiç yaşlı, çocuk, hâmile efrâd?
Ey haddi aşan, ey mütecâviz! Şunu bil sen:
Devrin dönecek; hangi delik var, ona girsen!
Billâh, bu yalandan efelik sürmeyecektir!
Mühlet sonu Allâh, edecektir seni tekdîr!
Sığmaz oluyor târihe zulmün -ki devâsâ-
Koptun, sana lânet ediyor Hazret-i Mûsâ!
SİVİL DİNİN KUTSAL(LAŞTIRILAN) BAYRAMLARI!
FATİH KATINÇ
Sivil din, esas itibariyle egemenliğini dinden ziyade kutsallaştırılan bir ulusun siyasi egemenliğini meşrulaştırım aracı olarak kullanılan seküler (dünyevi) bir inanç ve ritüeller manzumesini ifade eder. Sivil din kavram olarak seküler olmakla beraber kurumsal geleneksel dinlerden de yoğun bir şekilde yararlanmayı ihmal etmez. Sivil din, kurumsal geleneksel dinlerin inanç boyutunu değiştirip onun yerine mitselleştirilen ve kutsallaştırılan kurgusal efsanevi kahramanlar ve liderleri inancın temeline koyduğu gibi kurumsal dinlerin ibadetleri yerine de egemenliğini tahkim edecek yeni ritüelleri de ikame etmeye çalışır.
Bayram(!) olarak kutlanan sivil (seküler) dinin ritüelleri olan ulusal kutlamalar, meşruiyetini dinden alan Allah merkezli bir düşünceyi kapı dışarı ettiği ve onun yerine ulus egemenliğine dayalı insan merkezli hümanist düşünceyi ikame ettiği için bayram olarak kutlanmaktadır. Halk arasında yanlış bir şekilde milli bayram şeklinde kullanılan bu ifadenin doğrusu ulusal kutlamadır. Çünkü bu bir bayram olmayıp kutlama olduğu gibi milli de değil ulusaldır. Zira milli kelimesi "millet" kelimesinden türetilmiş bir mefhum olup dini bir anlam içermektedir. Yüce Allah, Kur'an-ı Azimüşşan'da "din" anlamına gelen iki kavramı kullanmaktadır: Birincisi “din” kavramıdır. Din, Allah'tan vahiy meleği Cebrail aracılığıyla insanlara gelen, insan ürünü olmayan ve insan elinin değmediği inanç manzumesi demektir.
İkincisi ise “millet” kelimesidir. Millet, insanlara ulaştıktan sonra vahyin, toplumun kültürü ile iç içe geçerek nesilden nesile aktarılan din demektir. Bundan dolayı Al-i İmran Suresi'nde geçen " millete ibrahime hanifâ" ifadesi, Hak ile bâtılı birbirinden ayıran, tevhid inancına göre yaşayan ve bunun üzerine kültürlerini inşa eden toplum anlamına gelen İbrahim'in Hanif milleti demektedir. Oysa "ulus" kelimesi, tamamen seküler bir kavram olup bu kavramın merkezinde Allah ve tevhid inancı yerine hümanistik düşünce yer almakta ve kavram daha çok ortak soya vurgu yapmaktadır. Millet kelimesinin kökeninde ve merkezinde Allah düşüncesi yer almakta ve millet yönetiminin meşruiyeti dinden ve dolaysıyla Allah'tan almakta iken; "ulus" kelimesinin kökeninde ve merkezinde insan ve hümanistik düşünce yer almakta ve ulus yönetiminin meşrutiyeti ilâhlaştırılan ve kutsallaştırılan soy, mitsel kahraman ve kişilerden almaktadır.
İslâm fıtratı üzerine doğan insanlar şayet son elçi Resul-i Ekrem'in getirdiği son dine göre yaşar ve kültürlerini bunun üzerine bina ederlerse istikametleri Hak olduğu gibi fıtratları da temiz kalır. Buna dinî terminolojide "takva" denir. Zira takva kelime anlamı itibariyle korumak, güçlendirmek gibi anlamlara gelir. Allah (c.c), tertemiz fıtratları şirkle kirlendiği için insanlığa son elçi olan Resul-i Ekrem'i göndermiştir. Kutlu elçinin şirk kültürü ile büyümemesi için küçük yaşlarda kendisini şekillendirecek olan anne, baba ve dedesini devre dışı bırakan Yüce Yaradan böylece onu ilâhî bir terbiye ile büyütmüş ve bunun üzerine onun kişiliğini şekillendirmiştir. İlâhî terbiye ile kişiliği şekillenen Kutlu Elçi, şirk düzenine ait inanç, amel, adet ve alışkanlıkları kaldırmış ve bunun yerine ilâhî bir düzeni kurmuştur. Bundan dolayı da putperest bayramların yerine tevhid düşüncesini ikame edecek, onu tashih edecek ve kolektif şuuru bu şekilde oluşturacak ilâhî iki bayramı hediye etmiştir. Bu bayramlar millî oldukları gibi her kutlandığında da kutlayan insanlarda ümmet şuurunu oluştururken tevhidi ve onun kaynağı olan Furkan'ul- Huda'yı (Hak ile batılı birbirinden ayıran ilâhî kitap) şuurlarda canlı tutacaktır. Ancak ulusal kutlama kültürüyle yetişenlerin kişilikleri ise yukarıda açıklanan ulusal bir kültür ile inşa edilecek ve kimlikleri ulusal olduğu gibi onların gerçekleri, doğruları, yaşayışları ve dolaysıyla benlikleri o şekilde şekillenecektir. Allah müminlere basiret, iman, takva ve amel-i salih ihsan etsin. Amin!
KUDÜS VE KORKUNÇ SİLUETLER
FATMA NUR GÖKTEPE
Feryatlar ağır ağır gömülmekte karanlık gecenin huzurunda. İnsanoğlu muhteşem bir zalimlik ile karşı karşıya yeniden. Açıyoruz gözlerimizi şafak sökmeden ve fısıldıyoruz seccademize. Yedi kat semadan duyuluyor feryatlarımız. Hiçbir ferahlama getirmiyor artık kirli gecelerin aydınlık sabahları. Merhamet kayboldu ve zulüm doğruldu koca gövdesiyle. Buz dağının görünmeyen kısmı aslında kemik kavuran ölümlerden ve kocaman bir keder yığınından ibaret. Kalbimiz adeta bir çöl sıcağı ile kavrulsa da topluluk halinde yapılan azgınlık ve vahşetlerin ilgi görülmesinin önüne geçilemez. Gerçi merhamet etmeye de pek hevesimiz kalmamış gibi. Yardım eli uzatmaktan aciz insanların safına katıldık. Anaların feryatları kalbimizde bir susku. Nedir Müslüman'ın yüreğindeki bu sessiz teslimiyet? Âlemi çepeçevre kuşatmışken bozgunluk, sükût etmeyi nasıl yaraştırabilir insan kendine?
Gerçi ayrımsamak çok da zor olmasa gerek beşerin cihana düşkünlüğünü. Öyle bir çağ ki bu, alnı secde görmemiş Müslümanlar, iblisane niyetler ve dünyevi duygular bir toz bulutu gibi sardı şu gezegeni. Bedenler aciz, hisler ise münzevi. Ama inanın hiçbir güç gecenin sessizliğini en acı yakarışları ile bölen minik bedenleri unutturamaz. Onlara kesilen cezada adalet aramak oldukça yersiz. Hele ki uğradıkları zulmün ayrıntılarının açıkça gözler önüne serilmesi akıl alır gibi değil. Elde edebilecekleri bir nebze huzura bile aç kurtlar gibi saldırdılar.
Adalet konusundaki değişmez ritüellerini de atlamayalım. Saplantılı bir hâl alan cehaletleri, fütursuz cesaretleri ile beraber onlara bir lakap kazandırdı. Bazen düşünüyorum da gereksiz müdafaaları içimde amansız bir gülme arzusu uyandırıyor. Ciddiyetime kavuştuğumda ruhlarının kan görmeden rahat etmeyeceği gerçeği bir yıldırım gibi çarpıyor zihnimi. Kötülük işlemekten nasır tutmuş kalplerine şahit olmak kaçınılmazdır.
Tek emeli fenalık olan insanlar tarafından yargılanıyoruz ve bunu alışılagelmiş kılanlar da bizleriz. Kötülüğe altın çağını yaşatanlar da yine bizleriz. Sahi nasıl geldik bu hale? Şimdi siz söyleyin, nasıl iftihar edebilir insanoğlu benliğiyle?
Oku!
Tanrı bize ilk böyle seslenmişti lakin biz çoktan cehalete yenilmiştik. Artık eminim. Bu dünyadan göçtüğüm gün arkamda yalnızca korkunç silüetler bırakacağım. Ürkütücü bir belirsizlikle geçireceğim yılları yazmıyorum bile.
ARTIK ESKİSİ GİBİ DEĞİLİM
GÖNÜL ESVEDİ
Artık eskisi gibi değilim
bir varım bir yokum arası...
İki büklüm, darağacına asılı cümleler
kefen arası...
bir el vardı selamlarken tutturduğum
hatırlarsın belki, kömür karası,
cevizlerin içini oyardı
kimi kendisine aitti, kimi başkasına...
zamanın tavır eder gibi üzerini çizdiği
eski hatıralarda kaldı işte
mazi yitik bir hazine
baş koyacağım bir dize muhtaçlığım
kadar derine gömdüler, içimi oyup
Artık eskisi gibi değilim
topum patlak, misketlerim kayıp...
kırılıp dökülen başaklar gibi
bir gün sende ezilip çiğneneceksin çocuk
ezildim...
Nerden geldiğini bilmediğim
bir beşikte sallanırken bulmuştum kendimi
şimdilerde sallanan dünyada
bulunmasaydı keşke
Hayat, kağıt gofret kadar içten değil
ve pamuk şekeri kadar pembe...
elinde acizliğinden başka bir şeyin yokken
seni bu kadar çaresiz kılan nedir çocuk?
Geçip gittin, ezildim
artık eskisi gibi değilim
elim varmıyor kağıda, kaleme
susuyorum...
ADRES
HÜSEYİN ABİ
Hayli zamandır
duyulmuyor sesin
soluğun tenime değmiyor
içim titremiyor terinle
Canıma çöken sis bulutu
damla damla seni döküyor
karanlığı aydınlatan şimşekler
sessizliği bozuyor yeryüzünün
Caddelerime uğramayan
ayak seslerin,
birden teneffüs misali,
dışarıda görünür oldu
asfaltın kavurucu sıcağında
koştuğun belli
kalbin, göğsünden çıkacak gibi
Geldiğin… gittiğin …
varacağın… adres
ben miyim / bilmiyorum .
GÖZLERİM GELİP GEÇER
MERVE OFLAS
Gözlerimi pencerenin dışında hoyratça yağan kara dikmiş, karın inceden ince yağışını izliyorum. Aklımda düşüncelerim, kalbimde kırılmanın ağırlığı… Sahi bu kadar kolay mı kalp kırmak? Herkesin kendisini düşündüğü bu dünyada kırılmak normal mi?
İnsanlar hissizleşmiş dostum, karşısındaki ne hissediyor demeden tek bir sözüyle kırıyor. Yine kırıldım, çokça kırıldım ve mutlu olduğum tek dostuma, sana geldim. Hayal kırıklıklarımı, üzüntülerimi, içimdeki fırtınayı döktüğüm kâğıdıma... Kırıldım... Birini benimser, değer verirsin de onun için saatlerini harcarsın yüzündeki gülümsemesi hiç solmasın istersin ama o ne yapar, biliyor musun? Seni kırıp arkasına bile bakmaz.
Neden böyle bu insanlar. Oysaki kalp kırmak günahken hızla geçip giden ömrümüzde ne çok kırıyoruz, ne çok kırılıyoruz. Keşke kalbimiz de bu kar taneleri gibi yağsa ve içindeki fırtınayı hoyratça içinden sokup atsa ama aradan ne kadar zaman geçerse geçsin değer verdiğin biri tarafından kırıldın mı binlerce özür kırık bir kalbi onarmıyor bunu çok iyi biliyorum. Çünkü o kalp bir kere kırıldı mı bir daha eskisi gibi olmaz.
Gözlerim geçip giden yolda, aklımda yaşanmışlıklar… Düşünüp durdum mutluluklarımı, hüzünlerimi, kalp kırıklıklarımı; hayatıma girenleri ve hayatımdan çıkanları… Aslında farkında olmadan bu dünyaya o kadar kaptırmışım ki kendimi sonra anladım hayatımıza girenlerin hiçbiri öylesine girmediğini. Hayatımıza girenlerin bir süreye kadar yanımızda yeri vardır ve o girenler ya mutluluğun olur ya hüzünlerin olur. İşte zamanla ancak anlarsın. Rabbimiz bize kimseyi öylesine göndermez. Kardeş, arkadaş, dost, sırdaş, anne- baba olurlar. Mutsuzluk alıp mutluluk verirler.
Biraz düşünmeyle anlarsın hayatın ne kadar güzel olduğunu ve çevredekilerin bu yaşama ne güzellikler kattığını… Aslında bu hayata bir amaç için geldik ne için varsak onun için yaşayalım ve diliminden şükür eksik olmasın.
KENDİ HALİNDE
RUKEN GÖREN
Kendi halinde yaşayan biriydim
Seher vakti yalvarırdım rabbime
dua ederken, ona
yaklaştığımı hissederim adım adım
cennet kokulu çiçekleri sulardım
estikçe birkaç satır şiirde yazardım
öyle çetrefilli geçti ki şu hayatım
bazen bitmeyecek sandığım
en zifiri karanlığım
çiçekleri görünce
mutluluk sarardı dört bir yanımı
kimse bilmezdi asla
nasıl bir enkazda olduğumu
şiirlerim, çiçeklerim ve dualarımla
aydınlatırım ruhumu
yitirmedim umudumu asla
kendi halinde bir biriydim
küçük bahçeli bir evim
ve yanımda şiirlerim
bir de terk etmeyen kederim
umudum var her şeye rağmen
geç olsa da geçeceğim bu serüvenden
kimseye hissettirmeden kendimce
bir gün bütün acılar bitecek
gideceğim buralardan
aradığım huzuru orada bulacağım
belki de çok severim orayı
sonsuza dek orada uyuyakalacağım.
ANNE
AYŞE KARACA
Bir boşluktayım
Ses ol sesime, uzat ellerini
tut beni uçurum kıyısında, anne
Sar yalnızlığımı
savurmasın rüzgâr
yüzümdeki kesik çizgileri
kapat ellerinle anne
Esmer tenime dokun
kar çiçekleri açılsın
süzülmesin gözlerimdeki yaşlar,
gülücükler saçılsın yanaklarımda anne
Saçlarımı tara her bir teline
yıldız düşsün, üşümesin ellerim
titremesin yüreğim
şefkatinle ısıt beni anne
Sensiz büyüdüm
gurbetin ağına takıldı ayaklarım,
yollarımız kesişti
sarılamadım sana doya doya anne
özledim özletirdin kendini
aklım fikrim hep sende kaldı
en sevdiğin kır papatyalarını sen için
topladım avuçlarımda soldu yine anne.