YARALI MEVSİM
MUSTAFA IŞIK
Çöl yağmurlarını içtim feryadım bundandır.
Sonbahar güneşi bir görünüp bir kayboladursun sensiz boyun böken şehrin göğünde, selam dururum uzunca şarkılara eşlik eden yola revan gökte turna sürüsüne. Düşlerime atılan düğümü yutmaya çiğnedikçe senin uzaktan şems u kamer bir çift bakışın sevincimi harlar. Söyle, gözlerimizdeki ışıltıyı avuçlama uğruna gecenin sükûtu gündüzün elemini saklamaya yetecek midir?
Karanlığın kıymetini bilmeli beniâdem. Yoksa nasıl çözebilir aydınlığın gizemini. Şuan bana üflenen cüret hiç kimsede olmasa gerek, zamanı sarılı ip yumağı gibi koynumda taşıdığımı izaha kelimeler yettirecek miyim? Masal ülkesi, uyku ülkesi, ölüler ülkesi… ey! Kalkın, dinleyin beni; geri geldim. Sesinize katın sudan çığlığımı. Sol omzumdan aşağı batan Ay'ın solgunlaşan ışığı altında gökyüzüne ulaşmaya çalışan mucize gibi ağaçların dalında sararıp düşmeye hazırlanan yapraklar arasında ince ses kaldı sesin. Sözlerin tarihi ve tuhaf işlemeye yazılıdır senin.
Ellerim terlesin, soluğum sırasını bozan asker gibi huzursuzlaşsın ne çıkar, yüreğime sarıyorum anın güzelliğini. Ilık nefesini içime çekiyorum yel esenliğinin. Dudaklarını dudaklarıma ceylan sürüsü gibi sal, sevgili. Şayet kanatlarım olmuş olsaydı bu gece ay şavkına kanatlanırdım kelebeklerle. Huzur içindeki Dünya'nın bütün dağları ve vadilerini aşardım. Aşkla akan ruhumun sonsuzluk nehre aktığına şahit olacaktım. İşte o zaman ne kadar engin dağ olmuş olsa da ağyarın sedası, badısaba nefesin hepsini aşmaya beni uzağa taşıyabilecekti.
Uçsuz bucaksız, yıldızlı gökyüzü şahidim olsun ki Hayâm’ın çift sözünde onca yıl sukuta sığmayı kabullenen gizemle dolanacak dudak arayıp durdum sen için. Hayatı şeritlere bölmenin, duvardan duvara germenin anlamını kim izah edebilir şimdi? Gülüşünü arıyorum senin; anılarımda, acılarımda, huzurumda. Ve hiç kimse senli olan anlarıma rüyadır, düştür, diyemez. Sönen her mumun boşluğu öpen heyulası bize ömür bahşetsin sevgili, şans getirsin yedi dağın ardında kilitli yedi kapılı, yedi kilitli yedi ormanın ağacından yapılı yedi sandıktan. Yaşamdan af dilercesine anılarımın mahcup yüzünü güldür, ne olur. Sevdamın göğündeki yıldız sürüsü şahlansın, revan olsun sinendeki vadilere. Birlikte alkış yüklensin yüreklerimiz.
Bilesin; sarhoşluğum, kendimden geçmişliğim, avucumun ayasında, kalbimin feryadında bana gelecek vaat eden anne sesi kadar huzur doludur. Acılarımı gözyaşlarım kadar iyi tanırım. Takvimlerin sayamadığım onca yaprağında yazılı olanlar ömrümün en güzel vakitlerini kendisiyle uçurup götürür. İşlenmiş topraklar üzerinde buğday başaklarının sakin rüzgârlarda sallandığı gibi salınıp durmak hayatın hengâmesinde, paslı tren raylarında geçen yorgun yolculuktaki ömrün en güzel durağında çiselenmiş bahar sevincinde yeşeren gül gibi açmaya çalışmak ve dört elle sarılabilmek rüzgâr yeleli doru tayların dizginine.
Zaten her insan ölümü hak edecek yaşta değil midir?
Gel de doludizgin geçelim karanlık vadiyi senle. Bunca yıllık yaşantısını türkü yalnızlığında geçiren Butimar’ım, içmekle bitiremezsin denizi! Şimdi göçe havalanır üveyiklerin kanadına takat olacak gülüşün. Mevsimler gibi yürekler de yaralı şehirde. Dostlular sahte, menfaatler halay başı. Buğu buğu tadı yok köşe başlarının, yürekler merhametle bilenmiyor. O kadar garip hikâyeleri vardı ki bakışlarına mülteci onca müdavimin. Ne de olsa hepsi de cennet düşme beni âdem. Hepsi de gurbeti gözlerinde büyütmüşler, sürgünlüğü hamail diye boyunlarına asmışlar. Baksana, hereksin yüzünden düşen bozuk paranın binde bir hissesi. Elemlerine kaldırım taşları ağlar. Paralanır insanın vicdanı, dinlemeye takat getiremez anlatılanı.
Yarı izbe liman gibi bakarken yüzümüze gün batımı ufuklar, sevdaya dair her şeyin üstüne de eylem yapsınlar diye yedi kıtadaki tüm kuşları gökyüzüne kanat çırpmaya davet edeceğim.
Ey sevgili! Hiç konuşulmamış sözcüklerle eşlik et kalbimin sükût halin.
GİTMELİYİZ
AYŞE KARADUMAN
Anılar, toparlanın gidiyoruz başka bir kente
sıkışıverin şöyle bavulların içine
haydi, albümlerim sandığım sepetim
kitaplarım defterlerim
şiirlerimi aklayan silgim kara kalemim
gitmeliyiz işte…
sazım, nazlanma durma gönülsüz
artık gitmeliyiz ırak bir ile
sensiz sıla kahrı çekilmez
hiç değilse tellerinle şenlenir başım
kalsın duvarlara sinen ağıtlarımız
coşkulu türküler yollarız oralardan evlere
yakışırdı kara yazgılı güzel İzmir’e
Kabım kacağım... toplanın gidiyoruz
nasıl bırakırım sizi ben
kiminizin adı hülya kiminizin ayten
ev görümünde gelen armağansınız
bırakamam arkamda
siz hâlâ bana ışıltıyla gülerken
Ya şu tablodaki su taşıyan kız
tesellim olurdu kentin suyu kesikken
üzerinde takılı kalmış sevdiğimin gözleri
silinmemiştir izleri belki de çerçeveden
girin şu sandığa hadi
acıları yüreğimde depreştirmeden.
Zordur yılların yuvasından uçup gitmek
bilirim bu kaçıncı gidiş
ege tuz basıyor şimdi yaraların üstüne
hadi anılar toparlanın gidelim
yeni bir kent yeni bir savaş
güzel günlerimiz olacak belki kocaman ilde
tuzsuz denizi varmış güzel insanı dillerde.
Darılmayın tek siz değilsiniz kopamadığım
İzmir ya küserse bana
olmazsa o da tasını tarağını toplasın
lokması kumrusu gevreğini de atalım çantaya.
dostlarımda kalacak aklım bu kez
en iyisi kendini dağıtmış bu koca kenti
toparlayıp sırtımıza vuralım.
GÖNÜL YORGUN
ZAHİDE KAYA
Hâlâ mı burkulur kalbin
hâlâ mı yaşlanır gözün
küllenmiş kalp kırıklıkların
hâlâ mı batar ruhuna
O zaman
var mı oluyormuş ask?
hem de en acısıyla
unuttum alıştım
bununla yaşamaya diyerek
ne çok yanılmışsın
Hep bir sevgi arayışının
peşinde koşuşunu
anladın mı şimdi?
anladın mı neden
başka kimseyi
sevemeyişini.
YÜREĞİMİN GÜLLERİ
ZELAL KIRAN
çiçeğe yönelen arı gibi
yüreğime de kon, ne olur
selâm vermek için
uğra gönül bahçeme
bir bahçıvan gibi sabırla
büyüt o gülleri
renklerini al da giy üstüne
yüreğimdeki güllerin
eksilt acıyı gönlümde
ah, bir bilsen özlemin
sonsuz tarifsizliğidir
gönül deryası içimde
şairin istanbul’u gibisin
anlatamıyorum seni işte
senin gözlerinin ışığı
kaç güneşe bedeldir
haydi, söyle
dolaştım çarşı, pazarı
bulamadım bir benzerini
yüreğimin güllerine
ey şiirimin yasak mısraları
her dudağa yakıştırma adını
adın ne çok yakışır dilime
bilesin ki ey yüreğimin gülleri
seni yakıştırıyorum sadece
zelal’in zülüflerine.
AH DİLRUBA
ŞEVKET SULHAN
Ah Dilruba gönlümü saran sevdam
Kim bilir kaç leyli oldum sende
Kaç karanlık ısırdı bensiz seni
Neden yok ettin yarınlarda hayallerimi
Bazen bir düş düşer ıssızlığıma
Yeşerir güzellikler yarınları olmayan ülkeme
Uzanır ellerim tutarım tutuşturur bedenimi
Ne hikmettir tekrarlanır umursamaz tavırların
Bir var olurum gamzende mutlu mesut
Hayali uzun olur durağında nefeslerim
Acıların sevince dönüşür üşüyen gönlüme
Ve ülkemin tahtından indirmeye kıyamam seni
Gecenin perdesini çekerken günışığı
Canavar kesilir dikenli yollarında ezilen
Sıraya dizilir tüm öfkem celladıma
Çürütür acımasızca letafetini zindanlarım.
Dizaynı hep aynı gönlümü saran sevdam
Ayazım yaza gündüzüm leyline
Leylin pençeler atıyor umutlarıma
Fermanı yazılmış çoktan alınyazıma
YAŞARKEN
MERVE OFLAS
Yaşarken sana onu hatırlatan her şey yüreğini yakar. Bazen duyduğun bir şarkının sözlerinde ondan bir parça bulursun. Bazen dinlediğin bir şarkıda, sesinin kulaklarını doldurmasını istersin. Bazen gördüğün bir yüzde; onun gözlerini, bakışlarını, gülüşünü araman belki özlemden belki de çaresizlikten olur. En çok yüreğini yakan da senin onu sevip delirircesine her şeyini özlerken onun bunlardan bir haber olması...
Özlüyorum onu. Arıyorum… Dinlediğim şarkının nakaratında, baktığım her köşe başında, gördüğüm her yüzde... Yürek bu, sevdi mi acıdan ölse dahi vazgeçemiyor. Bazen unuttum dediğin anda duyduğun bir şarkının nakaratında aklına düşüyor. Bazen başka birinin gülümsemesinde onun gülüşünü bulursun Nefes almadığını alamıyorsun, aldığın her nefes sızım sızım yüreğini yakıyor. Bedenin yaşarken ruhun acı çeke çeke bir ölü gibi yaşamaya çalışıyor...
Oysa bana o kadar güzel gülüyordu ki gözlerin de âşık bir adam gördüğümü sanıyordum. Öyle bir gülüş bahşediyordu ki bana sadece bana özel sanıyordum. Bir şarkı söylemesi vardı ki bakışlarıyla, sözleriyle "Haykırıyorum, sesimi duy!" der gibiydi... Sonra o rüyada kâbusa döndürdü. Giderken katılım olan adam geride yüreği kanlar içinde kalan bir ben bıraktı.
Gecenin karanlığında gecenin bir vakti kalemine sarılan bir âşık yüreğinin üzerindeki ağırlığı aldığı nefeslerin tek tek düğüm olan boğazından bedenine batmasıyla elindeki fotoğrafa özlemlere bakarken gözlerinden bir bir fotoğrafa damlayan yaşları durduramıyordu. Çok özlemişti yüreğinin, yapamıyordu onsuz ama yaşamaya çalışıyordu çaresizce. Sarılıyordu kâğıt kaleme, bir çare olmuş bedeniyle döküyordu içindeki yangını. Sayfalarına geçmesini bekliyordu geçmeyeceğini bile bile...