KİBİR
MUSTAFA AYYÜREK
Kibir gerçekte var olmayan bir büyüklüğün varmış gibi olmasıdır. Etrafında bulunanları küçültüp onlar üzerinde kendisini büyütmesidir. Dert ve tasadır, yok olmaya yüz tutmuş olanın var olabilme mücadelesinin yanlış yorumlanmasıdır.
William Shakespeare der ki; "Kibirli insanlar, başarıya sırtlarını dayadı mı öğle vakti üstüne bastığı gölgeyi bile küçük görür". Kendisini büyüttükçe, büyük gördükçe gayrısı küçülüyor, küçük kalıyor. Alçak gönüllülüğü kavrayamadığından tevazunun hakikatini bilmediğinden, çaydanlık gibi eğilmenin gerektiğini anlayamadığından kum tanesi olanın dağ gibi olma hevesidir. Küçük görme- nin üzerinde bina edilmiş bir büyüklüktür kibir. Kendisini o kadar büyütür ki ufak ve cılız beden ezilir, iki büklüm olur.
Anne karnında dış dünyaya kapalı, kendi âleminde bir ceviz içi gibi kilitli ve gizemli hakikatin ayak sesleri ile ruhuna üflenmiş o yavru doğduğu zaman bir gün ters hakikat etkisi yaratıp, kibirlenerek hakikate yüz çevirip kedisini alaşağı edecek kibirlenerek üstünlük çabası kuracaktır. Ve tıpkı ceviz kabuğu gibi işe yaramayan yükü kendisi ile beraber hep taşıyacaktır o.
Kur’an-ı Kerimde geçen bir ayette şöyle denir; "... Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir, ne de boyca dağlara erişebilirsin" İsra Suresi 37. Ayet. Kendi küçüklüğünün farkında değil insan. Doğaya hükmünün geçeceğini, geçebileceğini sanır. Kişi kendinden aşkın değildir, kendisini kendisi altında kibirlenerek ezmemelidir. Özgür olmayı hiçbir şeyin önünde eğilmemeye bağlar. Hâlbuki kişi yaratıcının hükmüne boyun eğip eğildiği zaman özgür olur mütekebbir gibi büyüklük taslayarak değil.
Kişi ihtiyaç sahibidir, zayıftır bunaltıcı bir sıcak havada soğuk suyu bulamazsa hafakanlar geçirir ve hayattan soğur. Dağlar nispetince mal ve mülke sahip olsa da fakir ve zayıf olduğunun bilincinde olmalıdır. Hükmü ne rüzgâra geçer ne de bir ölçüye göre hareket eden hiçbir şeye. İhtiyaçları sürekli olduğundan bir kudrete sürekli muhtaç olduğunu farkında olmalıdır. Öyle bir kuvvet ki hükmü hem rüzgâra geçer hem de ölçüsünden şaşmadan hareket eden etmeyen her şeye.
Kendi kibrinin önünde eğilmemeli, kendisini bu dayanılmaz yükün altında ezmemeli. Şöyle bir söz vardır; köleler bile en güçlü olanın kölesi olmak ister. Kölesi olacağı Samed olmalı, hiçbir şeye ihtiyaç duymamalı her şey ona muhtaç olmalı. Allah tek büyüktür ondan başka büyük yok’turun farkında olmalı ve Samed olana yönelmeli. Bir futbol şampiyonasında büyükler olur biri bir diğerinin nispetine göre değerlendirilerek büyük olur. Ama eğileceği, büyüklüğünü kabul edeceği varlığın bundan olmayan bir varlık olması gerekir.
OKUMAK... HEP OKUMAK
SÜMEYYE DURU
Kitap, ağacın bize ulaşan hikayesidir, kulaktan kulağa anlatılagelen. Bilgi dostudur o. Bizi hiç görmediğimiz, hiç gitmediğimiz yerlere götüren gemilerdir onlar. Öyle anahtardır ki o, bize hayal bile edemediğimiz dünyaların kapılarını açar.
Kitap okuyan insan hangi yaşta olursa olsun her zaman kendini geliştirir ve her zaman aklını ve gönlünü yeniliklere açar. Her kitapta yeni bilgilerle donarak pırıl pırıl parlayan bir dünya görüşüne sahip olur okur. Gelişmişliğiyle toplumda değerini mevcut statüsünü arttırır ve saygın bir yere gelir.
Daha kültürlü, daha bilgili bir toplum oluşarak çağın gereklerine uyum sağlamaya sebep olan sırdır kitap. Toplum olarak çok fazla kitap okumayı sevmiyoruz belki de ama aramızda mutlaka iyi okuyan, her zaman okuyan, dolu dolu okuyan niceleri vardır. Bizi sonsuz milyon metrekarerdeki âlemde gezintiye çıkaran geminin yakıtıdır kitap. Bu güzelliğin alışkanlığı çocuklara küçük yaşlarda kazandırılmalı ve gençlik döneminde de bunu devam ettirmelidir evebeynler ve eğitimciler. Rol modellik önemlidir bu alanda. Kitap okuyan insanlar kendilerini geliştirirler, hayatta daha önemli yerlere gelerek rahat bir hayat şansını yakalar gerçeği her zaman için itibar edilen bir gerçekliktir.
Kitabın her türlüsü insanı işler, zihnimizi pek çok yönde geliştirerek bir cevher haline getirir. Romanlar insanın hayal dünyasını geliştirir, şiir ruhumuzu besler, tarih kitapları bize geçmişimizi öğreterek geleceğe daha sağlam adımlar atmamızı sağlar.
Okuyan insan ruhen incelir, yüreği huzur bulur, ifadeleri anlamlı olur. Kendisini doğru bir şekilde ifade eden insanlar toplumla olan ilişkilerinde de sorun yaşamazlar. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın kitap okumak kişiye değer katar. İnsana zarar vermekten çok faydası vardır. Bu sebeple kitap okumak bir alışkanlıktan öteye yaşam tarzı olmalıdır. Bunun içindir ki şu gerçek unutulamaz; kitap okuma alışkanlığı küçük yaşlarda kazanılarak ömür boyu devam ettirilmelidir.
GERÇEĞİ KABULLENMEK
FATMANUR GÖKTEPE
Yaşama olan bağlılığımız, varlığımızın en temel noktasına yerleşirken bizleri yokuşa süren titizlikle gösterilen çabalar sonucu geleceğe umutsuzca asılmak sizce de kulağa gülünç gelmiyor mu? Bunun bir utanç kaynağı olduğunun farkına bile varılmıyor belki de. Gelecekle ilgili plan yaparken ne usul usul yaşamımıza sızan kötülükleri ne de belirsizliklerden oluşan sağanak yağmuru hesaba kattık. Ama bizi mahveden asıl şey siyasilerin, açıklıkla kavradığımız fikirlerin herkesi tatmin edici bir güce sahip olduğu yanılgısını hiç çekinmeden bize fısıldamasıdır.
Bedenimiz ile ruhumuz arasındaki bu sarsıcı kopukluk da neyin nesi? Keder ve üzüntülerimiz neredeyse elle tutulur hale geldi. Belki de eşi benzeri olmayan cinsten, derin bir sessizliğe bürünmemiz isteniyor. Kendimizi yasalara teslim edip arzularımız ve hedeflerimiz olmayan birer eşya parçasına dönüşemeyiz. Bizi iyice yıpratan belirsizlik duygusunu söküp atmalıyız zihnimizden. Fakat bunu bir daha asla hor görülmeyeceğimize karar vermenin rahatlığıyla yapmalıyız ve yola gözleri arayışta, yüreği açık olanlarla devam etmeliyiz.
Halk dilinde "Gerçeği Kabullenmek" denen o şeyi yapmamız diretiliyor bizlere. Biz gençleri gelecek hakkında kandırma isteklerine masum bir derinlik vermek için her şeyin eğitim adına uygulandığı yalanına bizleri körü körüne inandırıyorlar. Eğitim sistemi bizim için kaba oyalanmalardan başka bir şey değildir ve bu durum yaşanması gereken günler hakkındaki tuhaf sessizliği derinleştirir. Bu durum insana kısa sürede olgunlaşmayla beraber bir güven de vadediyor. Yaşamın gerçek anlamını çözmek isteyenler, ilerlemeyi göze alabilenler için korkuların yanı sıra esrarengiz umutlar ve ardı arkası kesilmeyen heyecanlarla dolu bir gezegende yaşıyoruz. Bilginin ve medeniyetin gücünü kaybettiği bu günlerde politikanın karanlık ve korkunç yüzüyle herkesin tanışması gerektiğine inanıyorum.
Ne yazık ki medya kuruluşlarının ülke çapında ilgi görmesi beklenen gereksiz durumları haber yapmaları gibi bir evrensel kanı da var. Bu durum kontrol altına alınamıyor olması biz gençlerin asıl küskünlüğünün önüne geçiyor ve medyanın gerçekleri sömürmesine izin veriliyor. Bu tür sömürüleri görmezden gelerek olumlu yönlerini görmeye çalıştıkça gerçekçi ve acımasız bir mantık yürütmeye başlıyoruz. Hedeflerimizin, nefsimize olan bağlılığı yüzünden irademizin dışında şekillenen kocamam bir vahşete dönüştüğüne inanmamız gerekir. İnanın bu durum çok daha şerefli ve gerçekleri görmemiz için bize fırsat verir. Hayatımızın her geçen gün bize daha dar ve karanlık gözükmesinin en büyük nedeni, ülkenin bitip tükenmez siyasi çekişmeleri, bir gün göçüp gideceğimiz bu âlem uğruna verilen müthiş çatışmalardır. Tüm siyasiler, vazgeçilmez ilkeleri ve idealleri uğruna tıpkı ruh emiciler gibi pozitif duygularımızla besleniyor ve bizim için büyük tehlike yaratıyorlar.
Bir diğer konu ise herkesin bu yoksul ülkede zengin bir aileye doğmak gibi bir talihinin olmamasıdır. Önde gelen şirketlerin her gün ne uğruna uyandıklarını kavrayamayan şuursuz veliahtlarından, beş ailenin gelirini karşılayacak miktarda yüklü maaş alan milletvekillerinden, Türkiye sınırları içinde sınava tabi tutulmadan tıp eğitimi alabilecek Katarlı gençlerden bahsederken, öte yandan hedefleri uğruna sınavlarda ter döken, dirsek çürüten milyonlarca gencimizden söz ediyoruz. "Çocuklarım aç!" diyerek kendini yakan bir babadan söz ediyoruz. Marketteki kasiyere, "Param çıkışmadı kızım." deyip aldığı iki ekmekten birini geri bırakan yaşlı bir amcamdan söz ediyoruz. Çocuklarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bir anneden söz ediyoruz. Bu söylemlerimin görevi vicdanları ölçmek değil, eşitsizliğin sürekliliğini hissettirmek. Nedenini yıllar sonra bile hatırlamak istemeyeceğimiz bu eşitsizlik, haykırışlarımızla iç içe geçse ne fayda? Ülkenin rezil ve sefil halini, uğradığımız siyasal şiddetleri, haksız yere kazanılan davaları, rüşvetle alınan ihaleleri, cinayet kuyruklarını, hepimizi mutsuz eden felaketleri neden kimse konuşmuyor? Neden kimse bilimin, sanatın ve özgür düşüncenin önüne konulan engelleri görmek istemiyor? Neden tüm yetkililer çare aramak yerine aksi yönde ilerliyor?
İşte, cevabı alınamayan bu sorular bizleri ihtiyatlı hayaller kurmaya itiyor. Düşünebiliyor musunuz hayallerimize bile sınırlama getirmek zorunda bırakılıyoruz. Yaşanan tüm bu rezilliklerin, kâbuslardan çıkma bir yanı var. Hayatımızın daha şimdiden -aman ne derdin var ki bu yaşta derler genelde- tepetaklak oluşuna bu kadar ilgisiz kalmalarına içerleniyoruz ama dile getiremiyoruz. Tüm sorularımızın cevaplarıyla dolu kapıları gıcırdatarak açtığımız sırada yanlış bir şey yapıyormuş hissine kapılıyoruz. Sonra ne mi oluyor? Hayal kurmamaya başlıyoruz. Önceden kurduğumuz hayaller de çöp yığınına dönüşüyor zihnimizin bir köşesinde. Her günümüzü dipsiz boşluklarda kıvranarak geçiriyoruz. Alın size vahşet harbi.
Nietzsche'nin bir sözünü hatırladım şimdi “Hangi cinayet kıyaslanabilir sizin bana yaptıklarınızla? Tüm cinayetlerden daha kötüsünü yaptınız bana! Gençliğimin hayallerini ve en sevgili harikalarını öldürdünüz!” diyordu.
ALLI TURNAM
BÜLENT BAYSAL
Allı turnam var şu dağı aş da gel
Ben yerine yâri gör de coş da gel
Yar oturmuş sırma saçı tararsa
Al selamı tek bir nefes koş da gel
Dut karası üzüm vermiş mi bağlar
Başı pare pare duman mı dağlar
Bendi Mahi coşmuş yine mi çağlar
Çağla sende bayır bucak aş da gel
Tutmuş mu aşısı, açmış mı yaprak
Bak bakalım kiraz vermiş mi toprak
Hasret yeli değmiş, gözler mi ıslak
Gözlerden tek damla yaşla taş da gel
Ay kıskanır mı gül cemali dön bak
Yakamoz topla yoluna iz bırak
Taç eyle çiçeği saçlarına tak
Yar kokusu tekmil nefes coş da gel
Hasret düğüm düğüm bağlı mı durur
Bunu çekmez yürek, bir garip vurur
Iraksa gönüller söz düşer kurur
Allı turnam tez zamanda uç da gel
Al selamı tek bir nefes koş da gel.
GÜZERTİ
SERVAN ERDİNÇ
Sadece güzelliğin değil
yüreğin de tozu dumana katardı
boynuma sarılan gözlerin değil
gökyüzüydü sanki
buluştuğumuz o sarih mekânlarda
yeşil paltolu çiçekler gibiydik
Öpülünce geçer diye
sevilmeye bıraktığımız yaralar
göç edip kabuk bağlamıyor
sırlar dudakları sevmiyor diye
kalbimden başka dünyaya
almadım seni
Özlemlerim ki saatlerle kavgalı
bu başka bir güzerti
başka güzerti
aynan mıyım ki
yüzün hep bende
aşk sesimde mor kül bir kuyu.
AH BENİM SEVMELERİM
AYŞEGÜL AYAZ
Ah Benim Sevmelerim
Güneş selamlarken
her sabah usulca yer yüzünü
Sensiz hayalinle uyanmak
ne acı görmeden yüzünü
Sende bitiyorum her seferinde
uçsuz bucaksız sevmelerimle
Seni mavi şehirlerde arıyorum
şehrin sessiz kaldırımlarında
Limana vuran bir garip yolcuyum ben
Ayrılık yazmayan mısralarda büyür
boynu bükük sevmelerim
Bir çocuk kadar saf ve temiz
hep yetim hep öksüz
Ne acı bülbülün güle aşkı gibi
dokunmadan sevmelerim
Bazen yangın yeri yüreğim
bazen mevsim gönlümde bahar
Yaklaşınca büyüsü bozulan
uzaktan aşk misali
ah benim sevmelerim!
KAYBOLURSUN BENDE
M. EBES BİÇER
Benliğim, delinmiş gemi
karadelik kadar aç
şeytan üçgeni tuzağı
piramitler gibi gizemli
ürkütücü bir karanlık
gelme sevgilim korkuyorum
kaybolursun
ben bile bulamam bende seni
Sen de yanıyorsun ayrılık ateşiyle
hasretiz birbirimize
sahra çölünün suya
spermin yumurtaya
gülün bülbüle
çektiği hasret ne ki
kavuşmamız hayal döküntüleri
gelme sevgilim korkuyorum
kaybolursun
ben bile bulamam seni bende
Sadakatim sonsuzluğa yükselen çınar
kökleri hayrete düşürür
sarsılmaz ve yanıltmaz
sadakatim kıskançlığa everildi mi
dumanları çürütür yüreğimizi
zehri akrep kadar etkili
gelme sevgilim korkuyorum kaybolursun
ben bile bulamam bende seni.
MUSTAFA KEMAL’İM GELİYOR!
İSMAHAN TONKUL
Kapkara bir talih sarmış puslu sabahı
Demirlemiş düşman, hain planıyla ufkumda
Karadan mı geliyor, denizden mi bilmem
Ruhumu tırmalayan bu garip sesler
Ellerinde süngüler, köşe başını döndüler
Koskoca tarihi yakıp içime gömdüler
Kutsal olan ne varsa çiğneyip geçtiler
Beni geçmişimden geleceğimden ettiler
Ertuğrul Gazi’mden, Osman Beyimden!
Fatih’imden, Kanuni’mden, yurdumdan
Milletimden, yârimden, evladımdan!
Anadan, babadan, gardaştan ettiler!
Gel artık Kumandanım! Tozu dumana kat
Umudun yelelerinden gayrı tut da gel!
Ardında onlar, yüzler, binlerle yüzbinler!
Doğrul mihrabından ey şahitler, şehitler!
Dörtnala atlılarla, yol verin dağlar!
Yol verin deryalar, denizler!
Mustafa Kemal’im geliyor!
Düşmana artık baş eğmek yeter!