AĞIR ACILAR KOLEKSİYONU - ROŞNA
EZGİ NİLAY BEYİŞ
Ağır Acılar Koleksiyonu- Roşna, şairin ilk şiir kitabıdır. Aslında Faysal Demir, kendisinin şair olmadığını yalnızca şiir ruhlu olduğunu söyler " Şair Değilim " şiirinde. İnsanı şair yapan şiir ruhlu olması değil midir zaten? Faysal Demir, o şiir ruhundan çokça duygular akıtmış kelimelerine. Sevgilisini anlattığı kadar zulmü de anlatmış, insanlığı aradığı kadar gömülüşüne de tanıklık etmiş. Şair dünyadaki var olan düşünceleri ve bunlar arasındaki farklılıkları benzetmeler yaparak anlatmış bize. Hayali gerçek içine, gerçeği hayal içine katarak tasvir etmiştir. Şiirlerinde gerçek dünyayı bulabileceğiniz bir şair. Ve bazı şiirlerinde fark etmeden duygularınızı ve düşüncelerinizi bulabileceğiniz tasvirler.
Bizi en çok insanı, insanlığı ve şu anki hazin hallerini anlatmaya çalışmıştır şair Faysal Demir. İnsanlığımızı ve insanlığımızın şu anki halini benzetmeler yaparak bize sezdirmeye çalışmıştır. Aslında açık açık bağırmıştır. Faysal Demir'in " İnsan İsrafı " şiirinde de bunu görmekteyiz:
bir yasak elma ile başladı bu zamanlar
zamanlar içinde kaybolmuş kendini arayanlar
eksik kalanlar, insanlıktan düşenler
üzerine intiharlar yağarken gülümseyenler gördüm
İnsanlıktan düşmek nasıl bir şey acaba? Gözden düşmek gibi mi yoksa bir oyunda kaybetmek mi? Belki de insanlığını kaybedince insanlıktan düşersin! Peki ya son dize.. Üzerine intiharlar yağarken; o zaman intihar eden kendisi değil başkaları ve başkalarının o haline gülenler görmüş şair. Günümüzü ne de güzel anlatmış. Şairin " İnsan Korkunçtur Azizim " şiiri devamı gibidir. İnsanlığı insanda ararız ya, işte insan nasılsa insanlık da ona göre şekil alır. Şairin bu şiirinde insanı nasıl tasvir ettiğine bakalım öyleyse.
insan korkunçtur azizim
metabolizması bozuk düşüncelerle
çürümüş vicdanların arta kalanıdır
rafa kaldırılmış insafın
kokuşmuş son halidir
Şairin tasvirleri insanı düşündürecek nitelikte. Metabolizması bozuk düşüncelerden kastı ne olabilir ki şairin? Düşünceler bir mide mi bir sindirim sistemi mi? Metabolizma bozuksa bir şeyler de sorun var demektir. Sanırım şairin bahsettiği de düşüncelerimizde ki bozukluk! Çürümüş vicdanların arta kalanı derken de kastettiği, vicdanlarımızın artık işe yaramadığı ve işlevini yitirdiğidir. Çünkü bir şey kullanılamazsa, bozulursa işlevini yitirirse çürümüş olur. Vicdanlarımızı da işlevini yitirdiği için çürümüş olarak nitelendirmiştir şair. Şair Faysal Demir yok olmakta olan insanlığın hazin hali içinde insanlığa seslenmiştir
" İnsanlığa Çağrıdır " şiirinde.
sizler kaç can yaktınız bu topraklarda
kaç çocuksu yürek yandı ellerinizde
ne analar göğüs gerdi doğrulttuğunuz namlulara
Neler neler yapmadık ki saymaya ne tarih yeter ne de zaman ve dökülüyor önümüze devamı…
ey insanlık
vietnam'da yetim bağdat'ta yoksul
hiroşima'da nefessiz bırakılmış insanlık
kalk, kalk da haykıran çocuksu yüreği duy!
" bugün sıra bizde, yarın size gelecek "
haykırışlarını dinle
Yarın sıra bize gelecek! Bazılarımızın ruhları bugün dünyanın başka yerlerinde ölen canlarla öldü zaten ama gömülmediler daha. Hani ruh gömülemez ya ondan! Onlar bedenlerin ölmesini bekliyorlar gömmek için… selâm okunur mu bilinmez ama / ruhum çoktan göç etti buradan
Diyor şair " kardelen ve kar " adlı şiirinde. Ruhumuz göç etmişse buradan, bedenimiz onsuz; bedeni ortada ayaklar altında ezilen, oraya buraya yalpalanan bir böceğin leşine benzer...
Şairin kitabına adını veren " Roşna " şiiri tüm bunların aksine tatlı tasvirlerle doludur. Roşna şairin sevgilisidir. Roşna'ya seslenmiştir şair tüm duygularla. Bazen kapitalizmle bazen sosyalizm bazen de komünizmle. Şiiri yüzlerde tatlı bir tebessüm bırakabilecek tatlı tasvirlerle bitirmiştir.
titrek rüzgârların
ah roşna!
kambur ezgilerine inat
sensiz bu dünyanın
sana gelen bütün yollara
karanlığından korkuyorum
mısra döküyorum
Şair Faysal demir'in beni ve belki de bizleri anlatan " sahipsiz düşler " şiiri ile bitirmek istiyorum yazımı: gerçeğimin yetim kaldı zamanlardayım / bana hayal kurmaktan, bahsetme!
İÇİNDEN SOKAK GEÇEN YAZI
TURHAN MUHARREM TURHAN
Benim çaya, senin biraya on lira, verdiğimiz akşamlardan biriydi. İzbe bir sokağın yıkık dökük bir binasına bakıp, tarihle demleniyorduk güya. Çalgıcıları, mezhebi belirsiz garsonu ve arsız çiçek satıcılarını saymazsak masamız çokta kalabalık sayılmazdı hani.. Kadınların saçları boynumu dolamalıydı misal, sonra gök kubbeyi arşınlamalılardı omuzları falan filan işte..
Bir hayata, bir umuda dönüşecek bir söz yakalasam öyle apansız ve umursamaz yürürdüm biliyorum.. Böyle gök kubbe altında otururkene de.. Sessizlik ve nem mermi gibi düşüyordu gömleğimin yakasına. Ne ağır diye hayıflanıyordum..
Bir amaç bir dava arar ya insan arkasında kitleler sürükleyecek.. Ufak bir çocuğun kirli yüzü belirdi masanın ortasında, bu dönüştürülmüş bu oryantalist sokakta ne güzelde parlıyordu kirli yüzü.. Sen ve dostlar bir geçiştirmeyle güldünüz çocuğun yüzüne. Hani salak bir teşekkür barındırır ya bazı gülüşler, öyleydi..
Nostalji olsun diye sokağa serpiştirdikleri, evlerinde olsa, insanların ıskartaya ayıracakları tahta sandalyelere, yeni gelenler bilmem kaç yüz liralık etekleri ve pantolonlarıyla acaba kumaşa zarar verir mi endişesiyle oturuyorlardı. İnsanların kaba etleri, yerlerini bulurken ahşabın üzerinde, kitap sesleri duyuyordum.. Çocukluğumun Ömer Seyfettin’i konuşuyordu sanki şuracıkta, bu tezatlığa dair bir şeyler söyleyecekti belki.. Kendimi biraz daha zorlasam Sait Faik’te gelirdi ha emindim bundan... Gömleğin yakasındaki nem, ve ahşap sandalyenin kıçıma verdiği rahatsızlık hep bunlara engeldi.
Garson organik adı altında getirdiği çayın yanına, berbat şekerlemeli leblebiler de koymuştu. Sanki turuncu, muzu, domatesi ya da baharatı bulmuş kâşif edasıyla dolaştırıyorduk parmaklarımızı, üç beş tane şekerlemenin ortasında. Bir ara sararmış bıyıkları, sakallarının üstünü kapatmış bir yaşlı belirdi senin çaprazında, şarabı midesini yormuş olacak, altmış altı senelik ceketinin kopuk olmayan düğmelerinden birini denk getirerek önünü ilikledi. Bir liraydı istediği.. Sonra o sarsak ve kibar gülümsemeyle ona da teşekkür ettik masaca... Dönüştürülmüş, sersemleştirilmiş sokaktaki, masada oturan bohemik adamlar ve kadınlar bir amaç arıyorduk ya kendimize… Amaç tam da orada duruyordu oysa..
Ben çaya, sen biraya, dostlar adını bir daha söyleyemeyecekleri kahvelere onlarca lira verirken, belki yudumların onda biri.. Belki bir lira.. Bir hayat kurtaracaktı şurada, az ötede.. İşte orada tam da kapitalizm duruyordu, sokaktaki sersemler ve biz orada öylece izliyorduk da onu. Çayımdan bir yudum eksilttim, ne çaymış be mübarek diyip kalktım… Hani kelimenin ardından noktalı virgül koyarsın da, virgülün kıvrımı bir şey anlatmaya hazır olduğunu söylemek ister ya, sanki böyle uğultularınız geliyordu, bense virgülüne gölge yapan üsteki noktanın jantiliğindeydim.. Ezgisine hayran olduğunuz o Avrupalı dandik müzikte fon yapıyordu sokakta.. Sen, dostlar ve sokaktakiler ezginin ardındaki notanın izine dalmıştınız biliyorum..
Bense kirli bir yüze...
Bana çok tanıdık gelen, benden olan o yüzün sahibi olan çocuğun çıplak, kirli ayaklarının sokakta bıraktığı izlerin ardına…
MEN ERCİŞLİYEM
ERCAN ULUTAŞ
Yıllar yılıdır kendi türküsünü söyler, kendi yağında kavrulur, havasından mı, suyundan mı bilinmez ama ilçe olarak bağlı olduğu Van'la bir türlü yıldızı barışmayan, il olmak için uzun zamandır hayal kuran munis ilçemizden söz ediyoruz yani Erciş' ten...
Bugüne kadar Ben Vanlıyım diyen çok az kişiye rastladığım Erciş'te, Men Ercişliyim, kavramı süre gelen bir gelenek halini almıştır. Öyle ki, askerlik görevini ifa ederken komutanların nerelisin? Sorusuna Ercişliyim! deyip, dayak yemeyi göze alacak kadar bağlıdırlar bu alışkanlıklarına!
Urartu'lar tarafından kurulmasının akabinde, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve önceleri bir kaç kez isim değişikliğine uğramasının neticesinde Arsisa, Arciş, Erdiş en nihayetinde adını Erciş olarak tescillemiştir.
Tarihsel ve kültürel zenginliği dillere destan; dünyadaki ilk mazgal sistemine Erciş'te rastlanır! Kaya mezarları, çivi yazılı kitabeler, kalesi, kaplıca suları, türbeleri, köprüleri vb. daha birçok eseri himayesinde bulundurmasının yanı sıra doğal ve tabii güzelliklerinin hikâyesi âşıkların ve ozanların dilinden düşmüyor.
Atakan Çelik, Hüsamettin Subaşı, Mehmet Bülbül ve Hüsamettin Ergül bu türküleri nesilden nesile aktarmayı kendilerine görev bildi. ‘Zilan Deresi’ tarihte yaşanan Ermeni mezalimini konu alırken, ‘Bahçeye gel ki görem’ ise âşıkların buluşmasının zorluklarını dile getirdi.
Emrah ile Selvihan'ın aşk serüveni yüzyıllardır süregelmiştir. Ozan Ahmet Poyrazoğlu’nun üzerine türküler yaktığı Erciş yazmakla, anlatmakla bitmez! Üzüm bağlarının namını bilmeyen yoktur, balık bendinde semaver yakan çoktur. Van Balığı tabiri caizse Erciş gibi asi olduğu içindir ki su akışının tersine uçarak sıcak sulara burada göç etmektedir.
Yeşil örtü o kadar çok yakışır ki Erciş'e, Van Gölü' nün maviliği onunla ancak bütünleşiyor. Her tarafı bağlık bahçelik; dereleri ve akarsuların dokunduğu her yerden yeşillikler kaplıyor güzel ilçeyi.
ACININ DİLİ
ZELAL KIRAN
acılarımın dili olsaydı
içimdeki şehir boşluğunu,
sonbahar da yalnızlığımın
ürpertisini anlatırdı
benim için yaralı vakitler
çığlığımı duyar mı bilmem,
iklimler soğuk, rüzgarlar esrik
gözyaşlarım mevsimlere boyalı
diğer adım hüzündür benim
yitirdi artık anlamını hayat,
yitirdim, güneşin doğaya hediyesi
sımsıcak umutlarımı
kalbim sonsuz uykuda artık,
dökülen yapraklar gibi
rüzgara teslim ettim saçlarımı.
BİZ VANLIYIZ GARDAŞ, DEDİLER
NURAN AKÇAP DEMİRHAN
Biz Vanlıyız Gardaş, Dediler
1800’lü Yıllardan beri atalarımız, dedelerimiz
bu topraklarda neler neler yaşadılar
binlerce şehitler verdiler
Ermeniler tarafından ne zulümler gördüler
Rusların işgaline uğradılar
Yine de terk etmediler bu diyarı
Biz Vanlıyız Gardaş, dediler
Din, Dil, Irk ayrımı yapmadan
bu topraklarda kardeşçe birlikte yaşadılar
Van Gölü’nde beraber çimdiler
Göle Deniz dediler
İskele ’de semaver çayı içtiler
Biz Vanlıyız Gardaş, dediler
Tarihine, kültürüne önem verdiler
Yoksulun fakirin hep yanında oldular
Veren el olun dediler
Düşkünün yardımına koşun dediler,
Biz Vanlıyız Gardaş, dediler
Kardeşi kardeşe düşman edenlerin
önünde durdular
Zulme karşı boyun eğmediler
Misafire, yabancıya kucak açtılar
Sevgiyi saygıyı eksik etmediler
Büyükler gelince ayağa kalktılar
Küçüklere her daim sevgi verdiler
Biz Vanlıyız Gardaş dediler.
GÜN DOĞMADAN
VEDAT YARIŞAN
Giydirin yeryüzünü duayla
Vakitsiz yeşersin söz imalar
Ardına köz dök yarılsın dünya
Ah çeker gibi
Zindanda can çekişsin gâvurlar
Gün doğmadan
Gece vakti yük ağır gelir gövdeye
Islansa lal dilim ağlamam biçare
Heybemde kurumuş güllerle
Çorba yaptım ellerimle
İçer miyiz seninle, gün doğmadan
Bakma bana öyle, elinden zehir olsa içerim
Güneşi ağırlamadan yatağa girmeyiz seninle
Çorbanı iç soğutma
Sen soğursan, buz kesilir gövdemiz
Gün doğmadan
Bak yüzümün rengi buruştu
Kalk sabahlar çekinmesin gözlerinden
Yüzü şişik karşılanmaz ilkbahar yağmurları
Pencereye sesimi ektim sıkıldıkça dinlersin
Ağlarsan sevişemeyiz seninle
Ne tadı kalır ki gecelerin
Sensiz geçireceksem duvarlar yıkılsın üstüme
Öleyim, gün doğmadan
Sen ölme, yıldızlar öfkeyle bakar gözlerine
Bulutlar küser taşınır başka şehre
Rüzgâr asi eserse
Ne ben kalırım, ne de sen bensiz geride
GİT SOR
ZİLAN ÇELİK
Git sor
beni yalnızlığımla çepeçevre saran duvarlara
musluktan damlayan suya
demirleri çürümüş avlu
Git sor
kapanır sandığımız
her yaprağa, her davaya
her sitem dolu mektuba
atmamış şafağa
Git de sor
bırakmak olur mu yarı yolda
anlatsınlar sana ulayan köpekler
ışıyan ayı öpmüş korkuluk
her geceyi basmış tenha
karanlık boyalı geçitler
Anlatsın sana pervasız
zincirsiz düşleri nasıl topladığımızı
beraberken çiçekleri
anlatsın ki bir kuşak daha bilsin .
PAPATYA
RUKEN GÖREN
Güneşin doğuşunda başlardım sefere
koştumda yetişemedim sabaha
daldım gecenin hayaline gündüzün vehmine
dolandı da durdu sarmaşıklar elimde
Takıldı ayağıma taşlar, yollarım kan ağlar
yüreğime kederin seferi var bekletme yâr
gözlerimde meçhul bir bakış var söyletme
derdimi bir bilen şu gözü yaşlı dağlar
Hasret uzak imiş gönlümden gözümden
uyanamadım bu dünya hengamesinde
bir bayram daha geçti şu koca ömrümden
giderimde dağlar çekilmez önümden
Kaç mevsim geçti bilemem,
gönlüm hiç vazgeçmedi
papatyaları beklemekten...
en zarif duygulardı belki de
yormadan incitmeden sevebilmek....
BİR NUR YAĞDI
MEKİN BAYKARA
Yine karanlıklar çöktü
günün avucuna
ben yine yalnız kaldım
rüzgâr kulaklarıma fısıldıyor
Kelimelerimle seni anıyorum
beni bırakma ey sevgili!
beni senin sensizliğinle bırakma
bırakırsan kül olur, toprak olurum
yeşerip kalemime seni anlatamam
sen de dinle kalemimin çığlıklarını
dinle ki mürekkebim bitmesin
kalbimin çığlığı yüreğimin esintisi
bakarım semalara anlatırım seni
ezilmiş kalbime kırık kalemime
beni bırakma ey sevgili!
gündüzü yutmuş karanlık
okyanusun avucuna,
suya hasret kalmış güllerin arasına
düşlerimde arar oldum
semada uçan kelebeklerin esintisi
yüreğimin üç kesimlerinde
beni bırakma ey sevgili!
dört duvar arası mahkumlar gibi
güneşi görmeden çiçek açmaya gül gibi
suya hasret toprak gibi
seni görmek isteyen gözlerimin
ısrarına beni bırakma ey sevgili!
gönlüm bu dünyadan ayrıldığından beri
aşkından eriyip bitiyorum
sensiz geçen günlerim geçer mi bilmem
sokaklarda mırıltısı geçmeyen
karanlıklar gibi.