MİHNET OLUNMAZ
BÜLENT BAYSAL
Kürreden zerreye gördüm ay düşmüş
Gözler çakmak çakmak gönle vay düşmüş
Ruh bedenden ayrık dile hay düşmüş
Hikmeti Huda’dır, mihnet olunmaz
Ervahı ezelden, sözümüz vardır
Aşkadır yolumuz, abası dardır
Sarraf olduk derde, dilimiz zardır
Hikmeti Huda’dır, mihnet olunmaz
Darı dünya viran, pirler aşkına
Ah bir erebilsem, gönül köşküne
Dikenim özüme, gülüm düşküne
Hikmeti Hud’adır, mihnet olunmaz
Ey erenler yandım, cahil çağımda
Gül koymadım yoldum, zişan bağımda
Derdi istif ettim, karlı dağımda
Hikmeti Huda’dır, mihnet olunmaz.
GAM VE DÜŞ...
AHMET YAŞAR GÜNDÜZ
Gecenin sırlı siyah örtüsü!!!
duvarlar sırdaş ve tavan kardeş
suskun baykuşların dertli öyküsü...
içleri ürperten kurtların uğultuları...
muamma dolu bir aşikare eş...
Anlaşılamadığı kadar yorgun,
acıya banıp yazılan deli bakışlı şiirler!
bir çift ahu gözün kırıp düşürdüğü yıldızlar!
ağlaşıyor rüzgarın ıslıklarına karışıp yapraklar.
Küslük bahçelerinde kuruyup boynunu bükerek,
kirleniyor siyah saçlı güller
yastık altında birikiyor,
hüzün dolu ve keder yüklü hikayeler,
içine gam çizilmiş
düş çizilmiş bir mermer
peygamber çiçeği ile sarılıyor,
hayal kırıklıklarından kanayan yerler!!!
elimden kayıp incinen,
yorgun ve uykusuz kalbim
üstüne düşen buz gibi bir kar...
Beklentiler durağında,
soğukla yoğrulan umutlar
ve acıdan dökülen yapraklar
gecenin sırlı siyah örtüsü altında,
üşüyen yüreğimde soğuk bir cümbüş
Umutlardan ve umutsuzluklardan
lapa lapa ondan gelen bir gülüş,
gam ve düş...
RÜZGÂR OLUP SARILSAM
AHMET ZAHİROĞLU
Bildiğime rüzgar olur yanaklarında gezsem
rüzgar olup gözlerindeki dumanı alsam
rüzgar olup mutluluk serpsem bedenine
Rüzgar olup bedenini sımsıkı sarsam
rüzgar olup değişen mevsimleri
yazsam kalbime adını
rüzgar olup kucaklasam sıcaklığını
rüzgar olup sensizlik karabulutları atsam
Rüzgar olup gecelere çöken karanlığı atsam
rüzgar olup resmini yansıtan
ay ışığını ayaza atsam
Rüzgar olup hırçın deniz dalgalarını
üstüne atsam
rüzgar olup seni kelepçelesem benliğime
gecelerin karanlığında yazıyorum zifiri
karanlığın duvarlarına
beyaz dudaklı kalemimle.
SEN HİÇ ÖLME BABA
BURHAN KIRICI
Sen hiç ölme baba!
sen ölürsen ölür rüyaların rengi
elasını yitirir gözlerim,
ötesinde bir şehir uyur
bilirsin ya...
Avuçlarında yüzüm mesh olur
dilizar gönül mesrur olur
doğar parmaklarında yenibahar kokusu
ve taze papatya iklimler
Yüreğim bir ninninin koynunda şefkatinle yıkar kendini
kendine susma; dudağının uçurumunda
buldum sesimi
her gün bir yerlerden eksildin
çoğalmadan dalından kopardım kasımı
Sen hiç ölme baba!
sen ölürsen ölür rüyaların rengi
kelimeler ezik, susar sesim
yüreğimde bitimsiz kadim türküler gider
bazen bir ağlak bulut bazen de
kuzey yıldızı gibi olur gözlerimde gözlerin; mat ve derin...
deniz olsaydı boğulurdu gözlerimde
Sen hiç ölme baba!
sen ölürsen ölür rüyaların rengi
takvimler dört mevsim yaprak dökmez
evlat acısı tatmış annelerin hüznüyle ağlarım
özge düşlerde dağlar ardı kaybolurum
CENNET ÇİÇEKLERİ
GÖNÜL ESVEDİ
Şimdi sana sarılmak vardı
beni benden alıp başka bir âleme uçuracaktın...
sardıkça, gülzârında nefes alacaktım
Kalbin kalbimin üzerinde atacaktı,
kalp atışlarını dinleyip huzur bulacaktım
öyle saracaktın ki nefes alışımı kesecektin
sensizliğin hıncını çıkaracaktım,
kendimi kaybedecektim
Sonra şöyle biraz geriye çekilip
gözlerine bakacaktım,
esiri olduğum bakışlarını öpecektim
Aman ya Rabbi! Ne kadar da güzeldi
cennet çiçekleri gözlerine nakşedilmiş sanki
Cennet çiçeklerini görmedim ama
bir rivayete göre Allah onları gözlerinin
güzelliğiyle yaratmış
âşık olmuş gibi bakacaktın, ben de
semasında dolaşıp cennetimi seyre dalacaktım
bütün âlem yok olmuş olup ikimiz tek var olacaktık
Hiçbir şey söylemeyecektik
bir bakışın, cenneti olacaktı söylenecek tüm sözlerin
dalıp dalıp gülecektik,
sen gülünce dudağının kenarında bir
gamze;
ben gamzende ölecektim...
ÜŞÜYOR ELLERİM
TALİP ÇAKIR
Mavi şehrin, karanlık bir gecesi
şehir, sisli, soğuk,..
üşüyor ellerim!
yürüyorum,
köpeklerden gizlenen kediler,
hayallerimi kovalayan düşünceler…
garip!
adımlarım yavaş, sessiz
sokak ışıkları, yorgun, uykulu
ellerim hâlâ üşüyor?
yürüyüş yolumu uzatmışım
kendime kızıyorum!
ağzımda sigara, aklımda sensizlik
hava soğuk!
ısıtmaya çalışıyorum
üşüyen ellerimi…
şehir uğultulu, patikalar korkunç!
varamıyorum bir türlü
ışıkları yanan evime
şehir mavi, hava soğuk
ellerim hala üşüyor!
BEN LEYLİDEN KALMAYIM
ÜMİT KARADENİZ
Ben Leyliden kalmayım, sevgili
Omuzlarımda iki asrın ağırlığı
gönlümde Bahar’dan kalan bakışla
NİCE mevsimlerden geçtim de
kâküllerinde asılı kaldım
Gözlerin zindancıbaşının bilenmiş hançeri
gözlerin kehkeşanda yıldız, sevgili
ve gözlerin İsa nefesi
gamzende mahpusluğum müebbet
boynum gamzene kurbanlık koyun
Akıl testisini kırdım, sevgili
kâh gözlerim kumlu yaklarım çöl yorgunu
kâh çimende dörtnala küheylan sürmedeyim
nice celladı zincire vurdum da vardım sana
aşk tasından su içmeye yeminim var
Hüznünü giyinmiş çöl dervişiyim, sevgili
sadağım okla dolu kırk yıldır hiramda
yeşilbaşlı sunanın bekçisiyim
diri diri gömülenin acısı yüreğimde taze iken
seni de kaybetmeyi yüreğime anlatamam
Nerden bileyim gülleri, bahar mı gördüm, sevgili
sıyrılıp cümle ağyardan mektebinde talime geldim
Bir Nesimî olayım, bir Hallac görüneyim
gönlüm kelebek kanadı şair yüreğidir
kara treni bekler yükü aşk ve yükü sen sevgili
FİDANA CAN SUYU
MUSTAFA AYYÜREK
Hassas bir zihin yeryüzünde yeşermiş bir bitki gördü mü hemen yaptığı işi bırakır, o müthiş görüntüye odaklanır. Gözleriyle bitkinin değişik noktalarını kolaçan ederek bu muazzam varlığın keşfedilmemiş özelliklerini bilmeyi ne çok ister o zaman. Tıpkı Maksim Gorki’nin Tolstoy’un eserine duyduğu o hayranlık gibi şaşırır, şaşa kalırdı. Ne diyordu Mehmet Kaplan Gorki için, “Gorki hayran dolu bakışlarla Tolstoy’un kitabını incelerken, o sihirli kitaptaki ifadelerin yazı ve mürekkepten ibaret olduğunu görüyor ve şaşkınlığı daha da bir artıyordu.” Ve o bitkiyi inceleyen hassas zihin tıpkı Gorki’yle benzer olarak bu bitkinin ileriki bir zamanda kurumuş bir ot ya da sobada tutuşturulacak bir odun olacağını kabul etmiyordu. Ki bir bitki sadece bir bitki değildir aynı zamanda nefes alma kaynağımız; ciğerlerimizdir. Bir bitki aynı zamanda beton yığınlarını delip geçen muazzam çiçektir; güldür. Bir bitki hiç şüphesiz bizim gibi beslenmeye ihtiyaç duyan, çoğalan, yaşayandır; canlıdır. Türkiye’nin dağlık bölgesinde yetişen bir ‘Geven,’ Tropikal bir bölgede yetişen bir ‘Mango’dan farksızdır. Çünkü bir bitki doğal yaşamın en kutsanmış parçasıdır; panzehirdir. İşte bu hissiyata sahip o hassas zihinden hiçbir vakit kan ve gözyaşına sebep olacak bir eylem çabası gözlenmeyecektir. Ütopik bir bakış açısıyla diyebiliriz ki onunla kâinat ihya olacak, gereksiz sonuçlar gün yüzüne çıkmayacaktır(Savaş-Yıkım-Cinayet vb gibi)…
Bahçemizin en güzel köşesinde her zaman ya bir çiçek olur ya da tüm ihtişamı ile dededen kalma bir çınar. Bir çocuğun en güzel çocukluk anıları hep ya bir ‘Kayısı’ ağacında gizlidir ya da güz mevsiminde ceviz koparmak için çıktığı ve dalından düşüp kolunu kırdığı ‘Ceviz’ ağacındadır. Bir bir şehirlere mahkûm olduğumuz bu asırda eskiyi yaşatan kaç yaşlı tanırsınız ki size tarlasında bulunan elmanın tadından, söğüt ağacının gölgesinden, kavakların uzun Selvi boyundan ve hepsinin toplamından bahsetmemiş olsun. Sahi siz hiç yaşlılarla konuşur musunuz? Tıpkı bir toprak gibi çatlamış ellerinden, yaş süzülen gözlerinden hiç öptünüz mü? Ben öptüm ve diye bilirim ki öz yurdum gibi kokuyordu, toprak gibi toprak kokuyordu. Bunu sevmediğini söyleyen varsa yağmurlu günde toprakta yürüyüp o canlı, etli-kanlı hissiyatı hiç almamış demektir. Ne yazık, kendilerine ne yazık etmişler onlar. Tabi sizden bahsetmiyorum, o siz değilsiniz. Bir bakıma benim ve o dur ama siz değilsiniz. Öğle vakti yemekten sonra artan yemek kalıntılarını suyu ile beraber ağacın köküne döken, tencere veya çaydanlıktaki o sıcak suyu yeni yeşermiş bitkilerin üzerine döken kimdi diye merak ediyorum. Yoksa ben miydim?
Yeni fidan vermiş üzüm ağacının köküne mangalın közünü döktük te öldürdük orada yuva yapmış karıncaları, öldürdük nemli topraktan kafasını yeni çıkarmış solucanları. Bir vakit hassas olan o zihinler şimdinin ‘Noel’ katili. Yavrulama mevsiminde göçe giden balıkların, kıyıya vurmuş balinaların, kürkü için öldürülmüş fokların, sırf deri çantası olsun diye tekrar tekrar öldürülmüş yılanların katili. Dedesini dinlemeyen söz katili, ninesini ezip geçen kuş katli. Bunca hassasiyetsizlik varken hiç durabilir mi akan insan kanı ve kendisine dur diyebilir mi insan katili, bebek katili…
Tekrar daha selim bir yaşam için, “Hassas bir zihin yeryüzünde yeşermiş bir bitki gördü mü hemen yaptığı işi bırakıp, o müthiş görüntüye odaklanmalı ve her şeyi unutmalı.”
LÂ DİLRUBA (MAVİ BİR DUADIR GÖZLERİN) & VAKTİNDEN ÖNCE
SERVAN ERDİNÇ
Dünya edebiyatının evrensel bahçesinde tohum olarak yerini almaya çalışan ama bunu yaparken de herhangi bir anksiyeteye düşmeden var olmaya çalışan biriyim. 2019 yılında çıkan 'Lâ Dilruba' (Mavi Bir Duadır Gözlerin) adlı ilk şiir kitabım ve 2021 yılında çıkan 'Vaktinden Önce' adlı ilk romanım benimle aynı esen rüzgârdır
Sanat kaygısı yerine doğallığa ve içtenliğe bıraktığım kendimi çeşitli gazete, dergi, fanzin ve internet portallarında buldum. Ediplik otobüsünün en arka koltuğunda oturan bir kalem olduğuma inanmakla uçacak edebiyat uçurtmam. Buna inansın kalbi mavi okuyucu, sonsuz hürmetle.