LEYL
BURHAN KIRICI
Çok zor bu cendere... amansız bir cendere,
dünyaya susarsın henüz akşamın gölge serinliğinde
gece alabildiğine uzun kalp sesi diyaframda biter
ciğerin kor bir ateş dudağında yamalı gülümsemeler
İnsan bir yerde kalırsa kalır... hep kalır
kurtulamaz...ne kadar didinse de...
ne kadar sol yanın sızlasa da etrafın sınır duvarları ile örülü
kezzap yarasıdır yüreğin gönül ise bir avize kırığı...
sabaha kadar kalbin kazınır kalbin yayılan güneş yanığı
sessizliğe gömülür yüzün, sessiz gecede ölür hülyaların
Hayal leyal yolcusudur gölgesinde
gecenin nemli nefesi dokunur yanaklarına
uyur gölgesinde suskunluğun sesinin
ışıklar söner uğultusunda zamanın zeytin gözlerinde
ayın kapris dönümü doğar kirpik perçeminde
vuslat kabuk bağlamaz mültecidir gönül
Düşündüğün kadar hiç kimse düşünmez ilkbaharı
dağılır düşüncelerin, dağılır; tespih taneleri gibi
kan çekilir damarlarında zamanın upuzun deminde
paranoya bir titreşimdir dudakların
nar rengi ve nar kokusu gibi
ve bir solukluk ömür dağılmış nar taneleri gibi
ne gece biter ne de ay kapatır fenerini
ensar bekler derin uykudadır muhacir
iz sürücülerde yok ardından sevinçlerin
Bu uzun gecede bilmezsin ki...
Sonbaharda yaprakların boynu neden bükük
neden rüzgar savurur her sarı rengi
neden...
bu sokak ki sokak aveneliği sıcak bir yaz günü
uykular gözlerine sırra kadem basmıştır
söyleyecek bir şeyin yoksa
bil ki bütün kelimeler göç etmiştir dudaklarından
yüreğinin uğultularına kekremsi bir buluttur düşen
yorgunluk yastığını çeker
örter kan çekilmiş bedene demir yorgan.
SENDE KALDI
DAVUT MORTAŞ
Fesleğen kokulu şiirler
nisan yağmuruyla ıslanan
mısralar kaldı geriye
Söylenecek kelam bekler cümleler
sahipsiz kalır ulu orta
yemine durmuş diller
kaskatı kesilmiş sessizliğe
Ne dile gelir nede dökülür
dudaklardan hemde birikenler
duman-ı aleme karılmış düşünceler
bulut yüklü gelir üstüme
Nemli gözlere süs oldu
hasretin ne olduğunu bilmeyenler.
SÜRGÜN
KENAN ADSAZ
Meskenimdir,
İç çekişimdir
Özlemimde kalan...
Dünün keskin kokusu
Sarmıştır beni,
Dönmüşüm çocukluğuma;
Ben yine o ben olmuş,
Ben yine kendime
Misafir olmuşum...
Habersizim bugünden
Ve yabancısı olmuşum
O yarının;
Kendime bile kalamamış,
Kendimim bile
Sürgünüyüm ben...
Bir dün gibi
Bir bugüne,
Bir yarına atıyorum
Kendimi...
Hiçbiri değilim
Ve hiçbiri olamamışım;
Bir kimsesizlik gibi,
Kendi sessizliğimde,
Kendi düşümdeyim ben...
PİŞMANIM ÖZLEMİM
LEYLA YİĞİT KAYA
Kaç yıl oldu saymadım
ah, nasıl da özlemişim
ben en çok bize kıydım
bunu geç anladım
Zaman alır ayırır tüm sevenleri
zamana da kıydım ayırdım bizi
görüşürsek geçer mi sana yasattıklarım
bil ki ne yasattıysam yaşadım on mislini
Dün gece rüyamda sarılıyordun bana
kızım uyandırınca üzüldüm uyanmama
bir rüyada günlerce kalmayı çok isterdim
sen sarılınca hani hasreti hissettim
Artık seni görmek rüyalara kaldı
her gece uyumadan seni düşlemek vardı
belki gelirsin diye dualar ettim
sanki yeminli gibi buradan da gittin
Bugün rastgele gördüm bir tanıdığını
onda aradım sesini hatta yüzünü
sarılıp boynuna seni sormak istedim
korktum, seni sormayı bile hak etmedim
Yer şahit, gök şahit
uykusuz gecelerim şahit
pişmanım sevdiğim özür dilerim
sana söz veriyorum ölürsem bile
ben affetmeyeceğim beni
ve hep seveceğim bendeki seni.
BENİM
MEHMET AKÇAY
Yağmurlar karıştı gözüm yaşına
Şimşekler çakıyor serimde benim
Yüreğim dertlere olmuş aşına
Izdırap tükenmez zarımda benim
Korkudan yaş döker nemlidir dide
Menzille yaklaştım gün gide gide
Usanmaz şu gönlüm ah ede ede
Çıbanlar yerleşti derime benim
Ar el vermez şöyle derdim açayım
Işıl ışıl dört bir yana saçayım
Şaşırmışım hangi yöne kaçayım
Belâlar dikilmiş berimde benim
Alışınca sırtım dertten yüklere
Saç sakal kaşlarım döndü aklara
Feryat figan zarım çıktı göklere
Anlamadım sızım neremde benim
Çağlariyem gizli gizli tüterim
Yana yana birgün olur biterim
Niye bülbül oldum böyle öterim
Bır kor ateş yanar buramda benim.
BİTMEYEN YOL
NURAN AKÇAP DEMİRHAN
Hep uzundu, bitmezdi
yolu bahtı açık gidenlerin temennisinde
kim bilir kaç mukallit, gelip geçerdi bağrından
Demir, kara, hava, deniz yollarında
bir trenin raylarında,
kara vagonların uğultusunda
kuş uçmaz, kervan geçmez,
uçsuz bucaksız dere tepesinde
uzun, çok uzun yollarda,
hiç bitmeyecek direnişte,
fani olan o uzun yolculukta,
oysaki hayatın o kaçınılmaz gerçeğinde..
Denizlerin haşin dalgasında,
kaptanın seyir rotasında,
yol almış giderdi
mehtaplı o hüzün gecesinde,
martılar coşmuştu yine
denizin maviliğinde
Ufuklar ötesinde, hayaller peşinde
nefret, kin ve kibrin uzak ötesinde
sessizce damlayan gözlerinde
beyaz bir perdeye sarılırdı,
ebediyetin üzerinde.
KULAK VER
AHMET ÇİÇEKAY
Reçete; Kalem-i Kudret'in işleyişindeki sese kulak ver... Kıyamet alameti gibi sessiz ölümlerin ve bir birinden kaçarak şifa bulacağı zannedilen hastalıklar... Tıbbi, sosyolojik Tedbirler ve aramıza konulan kalbi mesafeler.
En büyük tedavi kuran ve sünnet üzere yazılan reçetelerdi oysa... Ne yazık ki bu reçeteleri yazan veya yazacak olan hekimlerle aramıza konulan oyunlarla dolu mesafeler daha da açıldı bu dönem...Soru işaretlerinin bu kadar çok yaşandığı dönemde aramıza koyduğumuz sosyal mesafe kadar nefis ve şeytanlara mesafe koyamadık, en azından gündemde tutamadık ne yazık ki...
Küresel Ekonomik krizlerin tusunami gibi ülkemize geldiği bu dönemde Allah’ın ipine sarılarak vicdan terazisini koruyamadık maalesef... Rızık endişesiyle yapılan fahiş zamlar, dinen ve ahlaken yasak olan stokçuluklar günlük vakalardan daha fazla sardı manevi dünyamızı bir virüs gibi adeta... Herkes eleştirdi ama kimse ev araba fiyatlarının, bankalardaki döviz ve faizlerinin üç katı değer kazanmasını konuşmadı artan gıda fiyatları kadar!
Yarın korkusuyla Yastık altında saklanan 5 bin ton altını, kur artacak diye faiz ve dövize yatırılan 250 küsür milyar doların maddi manevi yansımasını konuşmadık maalesef. Bir devlet düşünün bu denli dünya tamahı olan millete nasıl çözüm bulacak, nasıl memnun edecek acaba? Bir virüs gibi hayatımızın maddi manevi her alanını esir alan bu teslimiyetsiz tutarsız ve samimiyetsiz vicdanlarımızı sorgulamadan, daha dazla mahsul alabilmek için meyve veren ağaçlarımızın dalını budamaktan korkmadan, alan el değil veren el olmadan, matematiksel olarak zengin ama vicdanen fakir olma konumundan çıkmadan bu kanayan yarayı göremeyecek ve hastalığa çare bulamayacağız maalesef…
Merhamet ve vicdan yoksunu fırsatçıları denetleyecek olan makamların, Mazlumlar fakirler muhtaçlar için kurulan koltuklarına nefis sarhoşluğuyla kurulmaktan vazgeçemeyen korkuluklardan kurtulamadan bu sorunlar çözülmeyecek maalesef.
VEL ASIR
KENAN GEZİCİ
Yüce mesaj
an, süre, dakika
fark etmez
uzun bir gelecek
hüsrandır içinde
ölüm zalimce
bahane aramaz
sebep çok masum
gözyaşı sıradan
bizden değil ya
burun büker
omuz silker
mazlumun feryadı
denizde boğulur
adı aylan
medeniyet ise
tek dişli canavar
tüm müsebbipler
zemzemle yıkanık
zalim yerine
dindaşın boğulur.
BABAM
SAMLE ÇAĞLA
Ben küçücük bir kızken en çok babamın göğsünde ağlardım hıçkıra hıçkıra. En küçük bir derdimin, üzüntümün zehrini, onun sımsıcak kucağında atardım. Babam akşam eve gelir gelmez şımarık bir kedi gibi kollarına atılır, nazlanacak bir olay kurardım kurardim hemen. Ağlayasım olmasa bile bir sebep uydurur; onun, başımı okşaması için uydurduğum mizansenlere inanmış gibi yapar; benimle birlikte bu tatlı oyuna devam ederdi.
Neden sonra sesine yalandan bir öfke katıp:"Kim üzmüş, benim küçük prensesimi bakayım!" diye heyheylenince, annem o dakikada beni kıskanır:"Amaaaan, inandın mı Rafet, numara yapıyor hasbam" derdi. Bu durumlarda annemi sevmezdim, babamı elimden alacağını sanırdım. Babam, tertemiz bir adamdı, her sabah mutlaka tıraş olur, ütülü elbiselerini giyer, kravatını bağlarken gün boyu yaramazlık yapmamam için beni tembihler, kapıdan çıkarken de saçlarımı doyasıya koklar, yanaklarımdan öperdi sımsıcak (Bir daha da kimseler öpmedi öyle...)Canım babamı geçen ay kaybettim. Düğünümü bile göremedi... Hemen her cuma kabristana onu ziyarete geliyorum, uzun uzun dertleşiyoruz onunla. Babam hayatı dolu dolu yaşadı... Hiçbir işini ertelemedi, ölümü bile... Babam beni karşısına oturtur: "Bak kızım Esma, "Bunu yarın yaparım, şunu gelecek ay hallederim..." deme, işlerini geniş zamanlara, aylara, haftalara birakma. Kaç yaşında olursan ol anları yaşa.
Ömür bir nefeslik..." derdi. Bugün günlerden Cuma, babacığım bize veda edeli kırk gün oluyor. Bu hüzünlü ikindi vakti kabristana gelince ölümün soğuk nefesini ensemde hissettim bir an. Sanki şu anın sonrasında yok olacağım, ah babam ne kadar haklıymış meğer. Aldığım envai tür çiçekleri kürelenmis toprağına diktim, can suyu verdim onlara, duamı okudum. Tam mezarlıktan ayrılırken bir kadının bir mezar taşına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm. Yanına varıp, "Başınız sağ olsun, rahmetli yakınınız mıydı?" dedim. Kadın ağlamaktan kan çanağına dönmüş gozlerini silerken, " Hayır, tanımam burada yatanı" dedi. "Peki bunca ağıt neden?" dedim soran gözlerle.’’
Derdim çok, evde ağlasam konu komşu ayağa kalkar, sokakta ağlasam herkes bana bakar, ben de buraya geldim doyasıya ağlamak için..." deyince, "Babanız sağ mı?" dedim. " Evet, sağ..." "Varıp gidin babanızın kucağında ağlayın, bize şevkatli kollarını acacak tek erkek onlardır çünkü." dedim.