GİDEBİLİRSİN
M. MUHLİS ŞEPİK
Bittiyse o büyük imkânsız sevdan
şu kalbi sevmeden gidebilirsin
kurtulmadı puslu yüreğim avdan
bağrımı delmeden gidebilirsin
Sensiz bu kederli halimi görme
gözüme hüzün yaşları sürme
kalbin vicdanına duvar örme
geriye dönmeden gidebilirsin
Sen kazandın bu aşkın zaferini
astın boynuma beyaz kefenini
mutsuz yalnızlığa ittin eserini
benden tükenmeden gidebilirsin
Elveda sözünü çok gördün bana
yırtık cebim umut besledim sana
kasteder mi seven zavallı cana
içimde bitmeden gidebilirsin.
Yandım ateşinle kimsesiz kaldım
eski resminle kaç hatıra aldım
sevgimi sonunda kalbinden çaldım
şimdi ses etmeden gidebilirsin.
HAYAT DEDİĞİN
METİN ÖZDOĞAN
Yaşamak dediğin
acılarla kederlerle
dertlerle sevinçlerle
hayat denilen gemide
yaşamaktır
Yaşayabildiğin sürece
doğumdan son nefese kadar
hayat gemisi
bazen dert limanına uğrar
gemisine dertleri yükler
bazen de keder limanından
kederleri yükler ambarlarına
Arada bir de sevinç
limanından sevinçleri yükler
sevinç limanından
Yaşamak dediğin acı keder dert
sevinçlerle dolu bir yaşamdır
hayat dediğin.
1915
NAZMİ SARAÇOĞLU
Müslüman düşmüşken vatan derdine
İsyan bayrağını açanlar kimdi
Taşnak çetesinin her bir ferdine
Silah verip meydana çıkanlar kimdi
Bunca yıl komşuluk eden Vanlıyı
Masum bebekleri mazlum canlıyı
Samanlıkta esir onca Vanlıyı
Diri diri ateşte yakanlar kimdi
Zeve’de yaşlı nene dedeyi
Karnında yavrusu olan gebeyi
Kundaktaki körpe masum bebeği
Katledip süngüye takanlar kimdi
Ruslarla bir olup kinini kusan
Mazlum Müslümanı meydanda asan
Köyleri evleri silahla basan
Yüz yıllık dostunu satanlar kimdi
Seferberlikte göçe giden Vanlıyı
Tekneyle adaya kaçan Vanlıyı
Mermit Deresi’nde gelin Vanlıyı
Köprüden, tekneden atanlar kimdi
Türk bayrağı ile meydana çıkan
Müslümanı kandırıp, kurşunu sıkan
Giderken Van’ı kül edip yakan
Ardı sıra Van'dan kaçanlar kimdi
Daha neler yaptı bilsen alçaklar
Bu geçmişi inkâr eder alçaklar
Soykırım mı dedi işte gerçekler
De bana Zeve’de yatanlar kimdi
Soruyorum size katlolan kimdi
BELLİ DEĞİL
ORHAN DEMİRTAŞ
Yürüyorum karanlık bir ormanda, yön belli değil
saysalar başı bellidir derdimin, son belli değil
kaçsam nafile, ölüm anı belli de, gün belli değil
oy havar havar
……sevdiğim havar
çok kere bende isterdim tutmayı, el belli değil
onca dert derdin üstüne binmiş, bel belli değil
gözlerimden akan yaşlar belli de, sel belli değil
oy havar havar
…..sevdiğim havar
şu koca dünya içime dar geldi, bol belli değil
can var elbet sarmaya cananı, kol belli değil
o çağırsa giderim gitmesine de, yol belli değil
oy havar havar
……sevdiğim havar
ben yâri beklerim beklemesine, hal belli değil
her bir yanı acı olmuş kaderimin, bal belli değil
onca düştüğüm keder denizi de, sal belli değil
oy havar havar
.….sevdiğim havar
gittikçe gidiyor gidecek olanlar, kal belli değil
her önümüze gelen konuşuyor, lal belli değil
aslında saçlı saçından belli de, kel belli değil
oy havar havar
…..sevdiğim havar
kederinde yanıyor şu canım, öz belli değil
yanan - sönen çoktan belli, köz belli değil
söylenecek çok şey var da, söz belli değil
oy havar havar
……sevdiğim havar
yar yolunda kol gitti, kanat gitti, diz belli değil
senlik-benlik kavgasına daldık, biz belli değil
sırlar ayan oldu görmeze bile, giz belli değil
oy havar havar
…..sevdiğim havar
biz her insanı insan sandık, düldül belli değil
onca bağ belli, bostan belli, bülbül belli değil
cana batan nice diken belli de, gül belli değil
oy havar havar
.....sevdiğim havar
ney ağladı, kaval ağladı halimize, saz belli değil
geldi çalgı, geçti çengi zamandan, caz belli değil
derdini de tattık yârin, elemini de, naz belli değil
oy havar havar
.....sevdiğim havar
kışa döndü ömür yağmurumuz, kar belli değil
can içre sevda dedik, aşk dedik, yar belli değil
su dökeriz dökmesine ateşe de, nar belli değil
oy havar havar
.....sevdiğim havar.
ŞİMDİ UYUYACAGİZ
LEYLA YİĞİT KAYA
Şimdi uyuyacagiz
Sabah olunca yeni bir güne uyanacagiz
O güzel günlerin peşinden
Deli gibi koşup dolaşacağız
Bir adada seninle uyuyacagiz
Sana kitap okuyup öyle uyuyacağım
Uyumadan önce bir türkü isteyeceğim senden
Türkü Sesinden feyiz alıp okuyacağım
Sabah olunca uyanacagiz
Hatta güneş doğmadan çıkacağız
Tepelerden sis vadilerini izleyip
Hayeller kurup, konuşacağız
Bir dertli rüzgar hafiften esecek
Seni ben koruyacağım
Rüzgarın gamı bana kederi bana
Senin mutlulugundan bir hoş olacağız
Şimdi uyuyacagiz
Biraz gülüp, anılardan içeceğiz
Susadikca resimlere bakacağız
Bir türkü daha, türkü gözlüm
Sen söyle biz şimdi uyuyacagiz.
HER ÇOCUK ÖZELDİR
NEŞE DEMİR
Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar çoğu insan tarafından bilinmez, bilinmediği içinde başka bir gözle bakılır. Aslında otizm spektrumu bir farklılıktır.
Otizm bir eksiklik olarak algılanabilir fakat bir insan için eşsiz bir özelliktir. Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen gelişim bozukluğudur.
Otizm belirtileri, yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan ve yaşam boyu devam eden, etkileşim ve iletişim alanında belirgin gecikme, sapmalar ve kısıtlayıcı ilgi alanları ile kendini gösteren karmaşık gelişimsel bir bozukluktur.
Otizm, kişinin; düşüncelerinin, duygularının ve arzularının dünyayı kendi algılayış biçimine göre belirlenmesidir. Otistik bireyin iç gerçekliği, dış gerçeklikle bağdaşmaz. Tipik olarak sosyal anlamda çevreye tepkisizlik, sözlü veya başka türlü iletişim güçlükleri, gerçeklikten uzaklaşma, içe kapanma, nesnelere karşı aşırı düşkünlük, takıntılı hareketlerle tanımlanan bir süreçti.
Otizmli bireyler sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanlarında birtakım sorunlar yaşayabilirler. Bu sorunlar genellikle diğer insanlarla iletişim kurmak, arkadaşlık etmek ve söylenenleri yapmakta güçlükler yaşamayı içerir. Otizmli bireyler bazı durumlarda aşırı üzgün olabilir, onu neyin etkilediğini ifade edemeyebilir ve kendilerini nasıl sakinleştireceklerini bilemeyebilirler.
Etrafındaki dünyayı, insanları, çevresindeki tüm canlıları anlayamaması onu üzecek kırabilecek ve onu olumsuz etkileyecek şeyleri anlayamaması uzak olması belki de onu özel yapan şeylerden biridir. Her çocuk öğrenebilir bazen aynı anda, bazen farklı bir anda, bazen geç bir yolla. Farklılık bu dünyaya çoğu şeyi katabilir yeter ki biz destek olalım. Onları değiştirmeye değil de biz onların anlayabileceği bir yoldan gitmeyi bilelim.
"Bu benim farkım ben değil, siz beni kabul edin."
SINIKÇI
TUNCER SAVCI
Kış aylarında insanlar erkenden yatarlar, uzun geceler sabah olmak bilmez bir türlü... Ocağın alevleri köz olur sonrasında kül renginde. Çoluk çocuk aynı yerde rüya görürler bu vakitlerde… Kesik kesik horultular ve gaz kaçırmalar alışık olur ev halkında. Perdeden yansıyan dolunay beyaz karın şavkı gece lambası olur saatlerce. Toprak damlı bir evin genişçe odasında kış gecesinin bir vaktinde bir ses uykuyu böldü... Öyle bir ses ki aman Allah’ım her tarafı dolduruyor. Rahatsız edici bu gürültünün ne olduğunu yarı uykulu haliyle anlamaya çalışsa da evin dış kapısının tokmağının çalındığını anladı bir müddet sonra. Güzelim bir rüya birden kaybolarak yerini gerçek hayata bıraktı. Bu saatte kim gelebilirdi ki. Gecenin belki de üçüydü... Kapı hem dövülüyor hem de
Mutlaka birisinin acil bir ihtiyacı vardı. Bu saatlerde kapısının çalınmasına alışıktı ama yine de aniden kapının ısrarla çalınması uykunun tam da tatlı yerinde hiç de hoş değildi. Kimin olduğunu anlamadan yerde serili döşeğinden kalktı. İçerisi hafif karanlıktı tavlardaki gaz lambasını buldu. Lambanın isli camını çıkardı kibritle fitili yaktı. Sarı bir ışık camın yerine takılmasıyla odanın rengi loş bir ışığa çevrildi. Gaz lambasını eline aldı kapıya doğru yöneldi. Yürürken lambanın ışığı önünü aydınlatıyor, arkada kocam bir gölge bırakıyordu.
Kapının sürgüsünü çekti. Kim o demeden cesaretle kapıyı açtı. Lambanın ışığı gelenin yüzünde yansırken garının nefesi ayaza karşı buharlaşıyordu. Köylü yalıklı, yelek giymiş genç bir kadın ve sekiz yaşlarında bir çocuk karşısında dikiliyordu. Elindeyse bir şeyler vardı. Kadın:
-Bibi... bibi.... gadanı alim seni de rahatsız ettim bu saatte, bizim oğlan sedirden düştü, goluna bişey oldu duramıyor ağrısından... âliye âliye solu kesildi bir bakıver dedi.
Çocuk ağlamaktan artık gözyaşları kurumuş içini çeke çeke sımkırıyodu. Sol kolunu diğer eliyle tutmuş acıyan yerini gösteriyordu. Fatma garı:
-Geçin geçin içeri üşümen, dedi.
Dışarısı ay ışığında ayazın soğuğu vardı. Onları içeri aldı... Gaz lambasını geri yerine bıraktı. Çocuğun kolunu tutmayla çocuk bir çığlık attı.
-Korkma yavrum, bir şey yapmıyecim, korkma.
Fatma garı altmışlı yaşlarında olup bu köylü bir kadındı. Kendisine ibişlerin Biberci Fatma garı derlerdi. Altmış ve yetmişli yıllarda buraların sağlık alanında ve kırık çıkık gibi konularında uzman hatta köylü kadınların doğumunu yaptıran ebeydi. Şimdilerde röntgenli hastane ve sağlık ocaklarının olmadığı dönemlerde eliyle yoklayarak kırık veya çıkığı tespit edebiliyordu. Sonucunda da ona göre tedavi uygulardı. Hatta hayvanların bile hastalığına bir çare bulurdu.
-Tam neresi, göster bakiim olum?
Çocuk diğer eliyle tekrar gösterdi... Yarı ağlamaklı ve acılı bir halde şura, dedi. Çocuğun gösterdiği yer sol kolun bilek ve dirsek arasında tam ortasıydı. İbişlerin garı eliyle yoklayarak acı veren yeri tespit etti. Zaten o bölgede hafif bir şişlik ve kızarıklık vardı. Her dokunuşunda çocuk, uyyy ebeeee, diyerek ağlıyordu. Çocuğun anası:
-Olum, Fatma eben şimdi iyileştirecek gorkma gorkma, diyordu...
Fatma garı sorunu tespit etmiş şimdi onu tedavi etmesi için gaz lambasını tekrar aldı. Hazıklıktan bir şeyler getirmeye gitti. Bir müddet sonra geri döndü... Elinde bir poşette kuru üzüm ve tahta parçalarıyla geldi.
-Bacım kele şurda yüklügün orada bezler olacaktı, onları alıver hele, dedi Fatma garı. çocuğun anasına.
Kadın arkada yüklüğün oradan torba içerisinde bir iki bez parçası getirdi.
İbişlerin Fatma garı çocuğun kolunu iyice çemredi sabunlu sıcak suyla bir yıkadı kolu kuruladı. Üzüm kurusunu iyice ezerek bezin üzerine serdi, tam çatlamış yere yavaş yavaş itinayla güzelce sardı. Getirdiği tahta parçalarını kolun altına üstüne sağına soluna iplikle kol oynamasın diye alçı niyetine sardı. İple sıkıca bağladı. Sonra uzunca kalın bir iple kolunu askıya aldı.
-Hadi geçmiş ola, dedi. On beş güne bir şeyi galmaz gaynar, dedi. Âmâ üç gün sonra tekrar bir gelin kol şişmesin diye tekrar çözüp baliyek.
-Eline salık bibi, Allah ne muradın varsa versin... Sen de olmasan nedicidik bu garda gışta.
Kadın emeğinin karşılığı için bir kova içerisindeki tavuk yumurtaları verdi.
İbişlerin garı:
-Nedicim anam gerek yoodu sanki ben bunu karşılık için mi yapıyom...
-Yok, bibi, yokkk. bu Senin emiyan bile diyal ama evde var çocuklara, dedi.
-Valla olmaz, dedi kadın.
Fatma garı mecburen yumurtaları aldı. Sabah horozları ötmeye başlamıştı. İçerisi biraz soğuklamıştı. Dışarda ayazın en keskin vaktiydi. Bu ayazda köpek sesleri bile gelmiyordu. Çocuk ve anası müsaade isteyip kalktılar.
-Sağ kolu üzerine yanına yatsın, kolunu pek oynatmasın diye tembihledi.
Onları gaz lambası ışığında yolcu etti. Kapının sürgüsünü tekrar çekerek lambanın fitilini kısarak kısık ışıkla döşeğine geçti. Yorganı üstüne çekti. Yine bir cana derman olmanın huzuruyla uykuya daldı gitti...