OTOMATİK HERİFLER
FİGEN ÇAKAN ORAL
Eve gelir gelmez "yemekte ne var?" diyiler
Evdekilere höt höt, dışardakilere kibarlığtan kırıliler
İşlerine geleni duyiler, gelmeyeni duymiler
Belki hiç duymiyasız otomatik herifler
Eskiler nece candi, güneş doğmadan kalğardi
Gece gündüz çalışır, bir de tırpan yapardi
Yediğleri peynir, ekmek birazcığ da katığdi
Bir gün yemek yapmasan küsiler otomatik herifler
Bir yere git desen arabasız gitmezler
Alışverişi desen kredi kartsız etmezler
Ağzınla kuş tutsan yine de begenmezler
Gadir giymet bilmezler otomatik herifler
Eskiler on çocuğ bağar, yine sesi çığmazdi
Yetmezdi bir de yetime, yegene bağardi
Şimdikiler diyi ki; "sesi gafam galdırmi"
İki çocuğtan fazla istemiler otomatik herifler
Kumanda ellerinde dünyayi umursamiler
Gadın yorulup bitip dönüp de bir sormiler
Facebook, instagram, whatsaptan gece gündüz çığmiler
İnternetsiz galasız beki otomatik herifler
Her basarili erkeğin arğasında kadın var bililer
Ama bunu sorarsan hiç de kabul etmiler
Biz olmasağ kim bağacağ onu da iyi göriler
Yine de hep haklılar otomatik herifler
Evlerinde olsalar kim bağacağ sanki
Fidan gibi geliler sonra olilar göbekli
En gral yemeği yapsan derler "anamın yemeği"
Aç susuz galasız beki otomatik herifler
Özleri gadınlardan daha çoğ konişiler
Gahveye gidip dedikodi yapiler
Desen "anana gidağ"güliler, oyniyiler
Gaynanaya gidende muruz ediler otomatik herifler
Figen der; tüm yuvalar huzur, mutluluk dolsun
Herkesin gönlü geniş, yüreği güzel olsun
Allah bu gelinlere uzun ömürler versin
Kırğımız çığmadan evlenirler otomatik herifler
SU VER BANA
MUHAMMET BARAN ASLAN
Hükümsüz hükümranlar kadar yalnızım
bu vahada su ver bana!
ey varlık,
yokluğun öz kardeşi olduğun
ve suretinden suret doğurduğun
karmaşalar aşkına...
Mühürsüz fermanlar kadar eskiyim
bu sahrada su ver bana!
gözyaşından, kanından ve terinden olsun
zaman kadar keskin bir kılıcın
mazi kadar körelmiş kıvrımlarında doğranan
bir adam ne kadar susarsa ağlama demlerinde
o kadar susmalıyım yar aşkına...
Tuğsuz sanacaklar kadar dalgalıyım
bu rüzgârda su ver bana!
söndür gönül yangınımı,
dindir fikir sancımı ey aşk!
Allah aşkına...
YİNE SEN
MERAL ERBAĞA
Yine sen düştün aklıma oturup
yaslandım gurbet duvarına
bir işe atmadan uyuştu elim
köksal gibi gönlümü söküp
ciğerimi kanatıp, aklımı işkal ettin
beni derbeder ettin gurbet ellerde
durmaz yanar yaralarım, yâr
ne istiyorsun benden söyle
görüyorsun felek neler getirdi başıma,
kaderin elinde yaşayan ölüyüm
dost elinde karalandım,
dünya sefasını, çilesini çok çektim,
seni seven bu delini bırakıp terketme
yaşayamam sıkarım bir kurşunu kafama
ellimi umudumu kesme dünyamda,
dalımda sözdürüp
estirme yerlere, beni toprakla
köllendirip savrultma esen yellere,
sensizliğe mahkum etme
özlemine hasretine yâr.
BİR SANA BAK BİR DE BANA
ZEYNEP SÜMER
İkimiz de aynı soydan
Bir sana bak bir de bana ...
Sen şehirden bende köyden
Bir sana bak bir de bana ...
Çok konuşur çok coşarsın
Çıkmaz sokakta koşarsın
Gün gelir sen de şaşarsın
Bir sana bak bir de bana ...
İşlerine fesat katan
Durup düşün kimdir atan
Bini aştı artık hatan
Bir sana bak bir de bana ...
Geçirmişsin ömrü boşa
Davranışın gitmez hoşa
Yorulmuşsun koşa koşa
Bir sana bak bir de bana ...
Dünya sana bana darken
Çiçek gibi olmak varken
Mühim olan edep erkân
Bir sana bak bir de bana ...
Bir gün toprak olacaksın
Rüzgar değse solacaksın
Sen de yalnız kalacaksın
Bir sana bak bir de bana ...
Aldıkların yanlış karar
Yaradan'ım hesap sorar
Her dakikan ömre zarar
Bir sana bak bir de bana ...
Zeynep der ki nedir yaran
Bak yüzüne vurmuş karan
Hiç kimseyle yok ki aran
Bir sana bak bir de bana.
İSLAM FİLOZOFLARINDA METAFİZİK VE SUDUR NAZARİYESİ
HAKİM ÇİFTÇİ
Fizik ve matematik ilimlerinin ardından gelen, zihnin olabildiğince en üst düzeyde kavramları soyutlamasıyla algılayabildiği, zihinden ve dış dünyadan bağımsız varlık alanı olan Metafizik; Türkçede fizik ötesi olarak adlandırılmıştır. Esasında bu isimlendirme kendi bünyesi içerisinde problemler barındırmaktadır. Metafizik için fizik ötesi tabiri kullanmak metafiziğin fizikten ayrı ve bağımsızmış gibi görünmesine olmaktadır. Oysaki fiziksiz metafizik diye bir şey düşünülemez. Çünkü ilimler sınıflamasının temelinde bulunan fiziki ilimler, diğer ilimlerin başlangıç noktası olmasının yanı sıra ilkelerini de metafizikten alan temel bir yapıdır. Metafiziğin İslam dönemindeki adlandırması olan arapça ‘’ma baade şey’un’’ yani fizik sonrası tabiri bu alanı tanımlamak için daha uygun görülmektedir. Çünkü fizik sonrası demek metafiziği ve fiziği birbirinden ayırmadığı gibi, fizik ve matafiziğin birbiriyle bağlantılı olduğunu gösterir. İslam öncesi tarihe bakıldığı zaman iki önemli dönem göze çarpmaktadır. Birincisi Aristoteles’in metafiziği sistemleştirdiği dönem, ikincisi ise özellikle sudur nazariyesi ile birlikte gelişen Plotinus’a kadarki dönemdir. Aristo’nun âlemin ezeliliğini savunması ve Tanrı için hareket veren ilk ilke tanımlaması birinci dönemin genel karakteriğini oluşturmaktadır. Plotinus’un Aristo’dan farklı olarak Tanrı için varlık veren ilke ve akıl-nefis-cisim sonucu ondan sudur eden âlem tanımı ise ikinci dönemin genel yapısını oluşturmaktadır.
İslam düşünce geleneğine bakılacak olursa Kindi ile beraber Aristotelesçi ve Yeni Eflatuncu görüşün metafizik konusunda daha baskın olduğu görülecektir. Müslüman düşünürler kendilerinden önceki metinlerin tümünü tercümeye etmeye çalıştıkları için metafizik konusunda da tercümeler yapmaktan çekinmemiş, metafizik alanında başarılı bir performans sergilemişlerdir. Çeviri faaliyetinin Mu’tezili yorum ve idareye denk gelmesi başarıyı tetiklemiş, muvaffakiyetlerin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Kindi’nin başını çektiği şarihlik döneminde evrenin ezeli olduğu fikrini savunan sudurcu görüş Kindi tarafından benimsenmemiş genel itibariyle evrenin sonradanlığı ilkesi temel alınmıştır. Daha sonraları Farabi ile birlikte İslam düşüncesine girecek olan sudur nazariyesi, İslam düşünce geleneğinin ilk kırılma noktalarından birisi olmuştur. Farabi’nin tedrisatını Hristiyan hocalardan yapması onun sudurcu görüşü İslam düşüncesine taşımasına etki eden faktörlerden birisidir. Tabiri caizse Aristoteles’e rağmen mantık ve düşüncenin inşa edilemeyeceğini anlayan Farabi, o dönemin şartlarına bağlı kalarak ortaya çıkan çelişkileri çözmek amacıyla bilinçli bir şekilde sudur teorisini benimsemiştir. Batlamyus kozmolojisine bağlı kalan Farabi, dokuz tane feleğin olduğunu, her bir feleğin akla sahip olduğunu, böylece akılların sayısının dokuz olduğunu söylemiştir. Burada her bir aklın kendisinden önceki aklı düşünmesiyle kendisinden sonraki aklı ortaya çıkardığını söylemektedir. Ortaya çıkan her bir aklın kendisini düşünmesiyle beraber kendi nefsini ve gök cismini ortaya çıkardığını söyleyen Farabi, bu şekilde faal akla kadar uzanan bir öğreti geliştirmiştir.
Esas kaynağını Plotinus’tan alan sudur teorisi, evrenin sonradan ve yoktan var olduğuna dair ortaya çıkan çelişkileri bertaraf etmek için benimsenmiştir. Kainatın sistemli çalışan bir makine gibi katı determinist bir yapıya sahip olduğunu iddia etmiştir. Varlığın mükemmel varlık olan Tanrı’dan, onun irade ve ihtiyarı olmadan zorunlu bir şekilde taşarak (sudur) meydana geldiğini ispatlamaya çalışmıştır. Dinlerin mutlak iradeyle yoktan var olma iddiasından uzak olan sudur nazariyesi, Tanrı’nın bilmesi ile yaratmasının aynı olduğunu, bizatihi var olduğu andan itibaren bilmesi ile birlikte, evrenin ezeli olması gerektiğini öne sürmüştür. Sudurun temel İslam akidesine aykırı olması Farabi’den sonra gelen Sicistani, Amiri, İhvanı-ı safa, Gazali ve İbn-i Rüşd gibi isimlerin teoriyi almalarında tereddütlü davranmalarına sebep olmuştur. Çünkü İslam inancına göre varlık, sonradan ihtiyari bir iradeyle yoktan var edilmiştir. Bütünüyle olmasa bile İslam düşüncesine etki eden sudurcu sistem, varlığı bir düzen içende ele aldığı ve akıl- nakil çatışmasında uzlaşı görevi yaptığı için Farabi ve İbn-i Sina için vazgeçilmez bir teori olmuştur. Fakat fiziki âlemin metafizik alemi etkilediği göz önünde bulundurulursa, Baylamyus kozmolojisine dayanan bu teori günümüz açısından pek mümkün görünmemektedir. Çünkü Newton fiziği Batlamyus fiziğini, Kuantum fiziği Newton fiziğini rafa kaldırmıştır. Dolayısıyla artık yeni fizikle yeni teoriler üretme ihtiyacı hâsıl olmuştur. İlim adamlarını yeni bir arayışa yönelten bu değişimi dikkate almak, ilim iddiası olan herkes için vazgeçilmez bir unsur olmuştur.
İNSANLIK DEĞİNCE TÜKENMEZ KALEM TÜKENİYOR...
HAMİDE DONMUŞ
1985 senesinden beri şu fani dünyada yaşıyorum. Evet, çok az mutluluğa, sevince, şahit oldum. Acılar mı?..
Acılar derseniz ne çok acı var yaşanmışlıklarda... Değişmeyen, baki olmayan dünyadadır. Dünyayı değiştirmeye çalışanlar hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanoğludur. Cahilin ve cehaletin köşkü yalan dünya... Masum, mazlum ve iyilerin cehennemi olan fani dünya...
Kendini düzeltme, onarma, yenileme, geliştirme alanında aciz kalan ben-i adem ne yazık ki, her türlü entrikalarla globalleşen dünyayı onarmakla uğraşmaktadır. Acılar şehri, vicdansız, zalim, zulmün ve fitnenin şehri dünya... Yalancı, yalaka, ve yağcı kesimlerin barınak şehri dünya...İnsafsız,istikrarsız,istikbalsiz yaşamaktan utanmayanlarin sığınağı koca dünya...
Peygamber Efendimizin (S.A.V) cennetin bülbülleri, günahsızlar, masumlar diye nitelendirdiği, diri diri toprağa gömülmekten kurtardığı kız çocukların günümüzde istismar edildiği, cinsel tacize uğradığı hunharca öldürüldüğü zavallı dünya...
Dünya ve insanlık değince kalem elden düşüyor. Elim ayağım titriyor Z kuşağını düşününce yüreğim üşüyor, üşüyor hissi tüm duygularım. Fedakarlıkların üzerine kara bulutlar çökerken, fenalıkların genişlenir oldu mesebleri ve mideleri. Adını İslam koydular içini kezzap ile doldurdular.
İsmine Müslim, Müslime bıraktılar alnına kara yazı yazıp dar ağacına astılar minik bedenlerin kaf dağı ağırlığında acı çektiği yalan dünya. Durmak yok yola devam diyoruz.
Hayır!!! Durun beyler,bayanlar, durun bazen durup düşünmek gerek.
Düşünelim dünyada acı var acılar şehri bu dünya ters giden birşeyler var. Vicdan yok,insaf yok insanlık yok, şefkat merhamet,sevgi, saygı, hoşgörü yok . Boş olup hoş görülen şöhret, zenginlik, rant, çıkar ilişkileri, menfaatperestlik var. Üç kuruşa peşkeş çekilen,öksüz ve yetim bırakılan edep, haya, iffet duygularımız ayaklar altında çiğnenmektedir.
Sanal ortam sarhoşluğu sarmış aile kurumunu; yıkılan yuvalar, hayatı mahf olan kadınlar, kızlar var.
Evet, DURUN DURUN !!!
Çare olmalı bulunmalı, yaralar sarılmalı, her yazdığımda utancından kırılan kalemin hürmetine DURUN çözüm bulun.
Daha sonra yenilen hep beraber yürüyelim. Çare bulmak vicdanı olduğu kadar hem insani hemde İslami’dır. Kalemlerin kırıldığı bu şehir de hepinize sevgiler.
Siz sevin sevgi ile kalın ...
EMRAH BABA
SÜREYYA GÜRER KAYA
Hakikat şehrinden aşkın nehrinden
Gönülde çağlayan sel Emrah Baba
Bir selam verirsin Ferhat, Şirinden
Alırsın Selvi’ye yol Emrah Baba
İçince badeyi bir gerçek düşte
Sevda sızıları belirdi döşte
Asırları aştı namın Erciş’te
Milenyuma ettin el Emrah Baba
Aşkın kılıcını kuşanıp koştun
Muratla belendin Fırat’la coştun
Süphan’a göz edip ummana taştın
Sana katre oldu göl Emrah Baba.
Hayalin ulaşmak han Selvi hana
Aradın cananı hep yana yana
Serveri can ile çıktın meydana
Açtı aşk bağında gül Emrah Baba
Şeyh oğlu şah Abbas engeldi öze,
Yaktın hainleri ateşe köze,
Mızrabın tellere tellerin saza,
Yaşatır yaşarız bil Emrah Baba.
İran’dan Turan’dan şan verdi şanın
Turnalarla yaptın şin’in meydan’ın
Milletinle yaşar hala divanın
Gönüllere direk dal Emrah Baba
Karaca kız söyler değildir hayal
Dillerin özünle hep özümde kal
Vereyim dokuz tel örüğümden al
Saçlarım sazına tel Emrah Baba.
Emeği geçen herkese çok teşekkürler...
Emeği geçen herkese çok teşekkürler...