Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


VAN’DA ESKİ BAYRAMLAR

ÜMİT KAYA ÇELEBİ

O günleri anlatmak zor olsa da

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Geçmiş günler anılarda kalsa da

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Çikolata yoktu, alırdık şeker

Balalar yığılır kapıda bekler

Biraz harçlıkla, fındık isterler

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Milav kazar fındıkları atardık

Tek atınca birden biz de batardık

Bazı gün de yükümüzü tutardık

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Çok erkenden gider idik camiye

Kulak kesilirdik Hafız Hemdiye

Zaten çok yakındık Küçük Camiye

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Dolup taşardı misafirle evler

Karşılıklı içilirdi kahveler

Derken sürüp gider tatlı sohbetler

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Bizim mehle insanlarla kaynardı

Çocuklar melikan, kupa oynardı

Kimisi de sinemaya koşardı

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Toprak evler tertemizdi her zaman

Hele bayramlar da görseydin aman

Misafirle kaynayıp taşardı her an

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Nenem bize ayran aşı yapardı

Hane halkı kaşıkları kapardı

Tuzlu balık sofraya tat katardı

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Nerede o seki bayramlar nerde?

Bütün güzellikler kaldı mazide

Toprak damlı bizim o eski evde

Çok güzeldi Van’da eski bayramlar

Çok güzeldi banka sokağında bayramlar.

MEDENİYETLER ŞEHRİ SİVAS

ŞEVVAL ÇELİKKOL

Sivas’a farklı dönemlerde hâkim olan devletler şehre kendilerine özgü değişik isimler vermişlerdir. Bunlar; Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis (Tanrı Şehri), Talaurs, Danişment ili, Eyalet-i Sivas, Sivas isimleridir.

Sivas Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Kazı ve araştırmalarda ele geçen buluntular, yörede ilk yerleşimin Neolitik Çağa (MÖ 8000-5500) uzandığını göstermektedir. Kent MÖ 2000’lerde değişik yerleşmelere sahne olmuştur. MÖ 17. yüzyılda Hitit sınırları içinde yer alan kentin güney kesimi Geç Hitit devletleri döneminde Tilgarimmu adıyla anılmaya başladı. MÖ 8. yüzyılda Kimmer ve İskit istilalarına uğradı. MÖ 6. yüzyıl başlarında Medlerin, aynı yüzyılın ortalarında da Perslerin egemenliğine girdi. MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısındaki kısa süreli yönetimin ardından Büyük İskender’in Makedonya Krallığına bağlandı. MS. 17. yüzyılda bütün Kapadokya ile birlikte Roma İmparatorluğunun eline geçti. Bizans döneminde önce Armeniakon Themasının sınırlarıiçindeydi. 12. yüzyılda Sebasteia Themasına bağlandı.

Sivas’ın kesin olarak Türk egemenliğine girmesi Malazgirt Zaferinden kısa bir süre sonra gerçekleşti. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın kumandanlarından Emir Danişment’in ele geçirdiği kent uzun bir süre Danışmentliler’in elinde kaldıktan sonra 1174’de II.Kılıç Arslan tarafından Selçuklu Devleti sınırları içine alındı. Selçuklular döneminde Sivas yeniden gelişti. Kentin surları 1221’e doğru, Sultan I. Alaaddin Keykubat tarafından onarıldı. Kısa bir süre sonra Moğolların saldırıları başladı ve Köse Dağ Savaşından (1243) sonra Selçuklu topraklarıyla birlikte Sivas da Moğolların eline geçti.Osmanlıların Ankara savaşında Timur’a yenilmesinden sonra (1402) Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları baş gösterdi. 1408’de Sivas’ı ele geçiren Çelebi Mehmet 1413’te ülkede duruma egemen olunca, Sivas Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 1472’de kısa süreli olarak Akkoyunların eline geçmesi dışında, hep Osmanlı egemenliğinde kaldı. Osmanlı egemenliğinde eyalet merkezi haline getirilen Sivas; Amasya, Çorum, Tokat, kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde belirtildiği gibi Sivas zamanın en önemli eyaletlerinden biridir. (40 İlkokul,1000 dükkân, 18 Han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.)

MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI

NURAN AKÇAP DEMİRHAN

Gülüp eğlenmeliydi,

su gibi olmalıydı o gencecik yaşında

endişeler içinde, belirsizlik gününde,

insanların pençesinde bazen canı

Kaç gecem daha uykusuz geçecekti

beni felaketler değil de

düşünmek mahvedecekti,

anasının kınalı kuzusu

babasının biricik nazlısı

mahallenin en güzel kızıydı

Gözleri çimen yeşili,

yanakları gül pembe

hafif batık gamzeleri,

kumral saçları

iki örgülüydü,

mahallenin en güzel kızıydı

Nazenin bedeni, düştü acının içine

Yenildi o caninin hoyrat kurşunlarına

henüz gencecik yaşında

kara toprak düştü bahtına

Yıktılar yok ettiler hayallerini

yeşeremedi umudu,  gül vermedi fidanı

goncagül iken soldu gitti, ah

mahallenin en güzel kızıydı...

GELMİŞİM

TÜLAY TOK

Bir gün bakmışsın ki gelmişim

sana hasret yüklü yüreğimle

bitmez tükenmez sevgimle

saçlarımdaki papatyalarla

gözlerimde mutluluk gözyaşlarıyla

Birgün bakmışsın ki gelmişim

mevsimlerden ilkbahar

günlere tarih koymadan

aşkın miladı dolmadan

tüm renkleri toplayıp getirmişim

Birgün bakmışsın ki gelmişim

sitem, kırgınlık bitmiş dilimde

azat etmişsin tüm yasakları,

parmak izlerin dolaşır tenimde

kesilir nefesim seher yelinde

Birgün bakmışsın ki gelmişim

tabelası sana çıkan, virajlı aşkımla

alevalev yangın çıkar sokağında,

sağanaksağanak sevgi yağmurunda

ödemişim tüm borçlarımı sana aşkla...

BİN PARÇAYIM

LEYLA YİĞİT KAYA

Bin parçayım üşüyorum yokluğunla

kırık bir bardağa susamış gibi

yokluğunla imtihan edilmiş gibi

bin parçayım üşüyorum yokluğunla

Gün anlamsız, gece uzun

ve ben sensiz perperişanım

kimsesiz boynu bükük yad ellerde

hasretinle perperişanım

Gel, günler anlam bulsun

gel ağaçlar zeytin çiçeği görsün

gel hiç kavuşamayanlar kavuşsun

menekşeler koksun sevinçten

Bin parçayım yokluğunla

sen gidince bir kolu, bir gözü, bir kulağı ve

bir bacağını kaybetmiş gibi yamalak

Artık manasını yitirdi hayat

ve dünya koca bir talan

içinde yoksa beyler beyi ağabey

anlamsız hayat, umut karagül

ve tek bir toprakta yetişen

sadece memleketine has o çiçek gibi

karagül gibiyim

Bin parçayım yokluğunla

memleketini kaybetmiş

kendi toprağına gömülmeyen yaşlı

şu vereni olmayan sekerat- ı mevtteyim

Bin parçayım yokluğunla

sayılara küs, yaş alamayan bir garip

yaşlansam da yaşın yirmiyedir.

yaşlanamadan yaşın yirmi sekiz

Bin parçayım yokluğunla

yaşın, boyun, başındaki saçın

o gülen gözlerin vede gözlerin

sarılınca tüm zindanları yıkanım

Yaşlanamadan yaşın hep yirmisekiz

kırılıyorum, bazen uyuyamazken

ve bazı bazı kabullenip gidişini.

BENİM

VEDAT YARIŞAN

Kaç günüm geçti sensiz bilirmisin

bilmezsin,

ama ben bir bir saydım

saydığımda içim kan ağlardı

ağlamaklı oluyordum yutkunuyordum

Kaç baharım geçti sensiz bilir misin

gün doğmadan rüyalarımda adın

gün batmadan

hüznün vardı yüreğimde

Kaç gecem geçti sensiz bilir misin

bilmezsin, hiç saymadın ki bilesin

duvarlar nasıl bastırırdı umutlarımı

bilmezsin çünkü başka baharlar aradın

Kaç dakikam geçti sensiz bilir misin

bilmezsin, hiç saate bakmadın benim için.

KİLİM

TUNCER SAVCI

Nakış nakış, ilmek ilmek dokunur kilimler... Anadolu insanının duygusunun yansıması olur desenlerde... Aşklar, hüzünler, ayrılıklar veya hayaller...

Yazın yaban işleri bittiğinde, sobaların kurulmasıyla insanlar artık evlerine çekilirler.Güz yağmurları zamanla karla karışık yağmurlara bırakırken dağların zirvelerinde yer yer kar yağdığı görülür. Ağaçlar yaprakları sarı ve yeşil tonunda diplerinde birikerek toprakta çürüyedurur... Gökyüzü yazdan kalma maviliğini nerdeyse hergün gri tona bırakmıştır.Doğadaki bu değişim mevsimin karakteristik bir özelliğidir.Parçalı bulutlar öğleye doğru dağılırken güneşin açmasını bekleyen birkaç kadın Nazmiyelerin orda ıstar ıymak (kıymak)için beklemektedir.

Bu iş için en uygun zaman... İki üç gündür yağmur sonrasında toprak kurumuş tertemiz olmuştu.Hemen hiç vakit geçirmeden bu işe koyuldular. Birkaç kadınla birlikte iki kadın Sultan ve Gülsem biri bir başında, diğeri diğer başında ortada dolanan, gidip gelen bir kadın Nazmiye erişini ıyıyordu.Nazmiye Kadın bu köyde kilim işlerinden en iyi anlayan, tüccar bir adamdan (kilimciden)ip alıp kilim dokuyan diğer kadınlara dağıtarak köyde kilim dokunmasında katkısı olan birisiydi.

Köylü kadınlar için hem bir uğraş oluyor hem de geçim kaynağı olarak evlerine katkı sağlıyorlardı.Nazmiye Kadın ayrıca kazanlarda yapılan dövme köy yemeğini en güzel pişiren baş aşçılardan biriydi.Ellerinin hüneri ve titizliğiyle temiz ve leziz yemekler onun en önemli özelliğiydi. Iydıkları kilimliği evde kurulu iki büyük direk olan ıstarın üst mazısına sargı ipiyle doladılar.Buru kazığı ile iyice çekilediler.Kilimliği dokuma haline getirdiler.Keşikçi Sultan kadın, Gülsem kadın da kilimin başına oturdular. Sobanın vermiş olduğu oda ılıklığında ve buğulu camların havasında radyoda yurttan sesler eşliğinde biri bir başa diğeri diğer tarafa Nazmiye kadında ortada başladılar kilim dokumaya

-Bacım kilimin suyunu ne edek kele...

-Onun bir kararı var bacım hele biraz doldurak...

Kadınlar bir taraftan dokuyorlar bir taraftan da laflaşıyolardı.Varagelen çubuğu bir aşağı bir yukarı inip çıkıyor, rengarenk kırmızılı,yeşilli meniklerin biri bitiyor diğeri değiştiriliyodu.. Bir kadın da sevim, ipleri menik yapıyordu.Kirkitlede bazen kut kut sesler geliyor,parmaklarla kırt kırt ipin biri içeri alınıyor diğeri dışarı veriliyor,çaprazlama yapılıyor araya ipler geriliyordu... Bazen yukarı mazısı gevşetilerek dokunan kısım alt mazıya dolanıyordu bazen laflamalara:

-Ceyranda nakit gelir ,şimdi böölese kışın nedicik ola..

-Aşamda oldu mallara baktı mı ola bizi...

- Topunu ne koyak kele bacım

Kenardaki kadınlar kilimin yan desenlerini dokuyorlardı puturak mı, sığır fıdığı mı koyak, diye karar vermeye çalışırlarken en sonunda puturak da karar kıldılar.

Günlerce süren kilim dokuma işi bitmeye doğru en son bakkaldan keskencelik getirdi Nazmiye kadın.Keskencelik ise, kilim bittikten sonra bir işi de sağ salim huzurla mutlulukla bitirmenin bir ödülü olarak yenen yiyecektir. Kadınlar çoluk çocuk ve birde hiçbir zahmetini çekmeyen yemeye gelince hemen kurulan kocalarıyla lokum ve büskevit yediler.Lokumu iki büskevitin arasına koyup bastırarak yemenin ayrı bir tadında helallaştılar... Şakalaştılar...gülüştüler.... bir başka gün diğerinin kilimini dokumak için evlerine ayrıldılar...

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme