GEÇ KALDIM
AZİZ SAYDUT
Yürünecek yollara, varılacak menzillere
yapılacak işlere, geç kaldım usta,
nice zaman, boşa geçmiş
ardı sıra, gelmez, geçmiş vakitleri
başarılacak işlere geç kaldım usta
Küheylan geçeli, kervan varlı
yollar biteli… geç kaldım usta,
köşe başları tutulalı, çeşmeler bitireli
kuyular kurutalı, geç kaldım usta
Sözleri biteli, şiirler yazılalı
özlü sözler kalmayalı, geç kaldım usta,
tevazu hırkası, eskidi üstümüzde
kendimizi geriye çekeli
fütursuzların, baş olmasına, geç kaldım usta
Gayretler tükenmek üzere,
varılacak yoldan dönmeye
sabır, gayretimin bitmesine
doğruyu söylemekten korkanların
yüzlerine bakmaktan
bu mücadele yükünden yoruldum, usta.
BARIŞ OLSUN ANDIMIZ
ALPER ALPEREN
Çanakkale’de yatar ceddin koyun koyuna
Ayrıştırmayı bırak, sakın gelme oyuna
Kafatasçılık yapmak yakışır mı soyuna
Ne bahar, yazlar geçti ve halen sen kıştasın
Kurulan tuzaklara düşmeyecek yaştasın
Birlikte az mı şehit verdik Çanakkale’de
Nifak sokamadıkları ne köy kaldı, ne belde
Yıllarca ağıt yaktık hepimiz aynı dilde
Unutma, barış için yapılan savaştasın
Vatan ve bayrak için gözden akan yaştasın
Çağa damgayı vuran Fatih’in torunusun
Unutma, bu ülkenin bugünü, yarınısın
Ezilen milletlerin, mazlumun umudusun
Osmanlı torunusun, en önde, en baştasın
Omuzundaki yükü taşıyacak yaştasın
Bir olup hep birlikte Türkiye olmak varken
Esaretten kurtulup son hızla ilerlerken
Dış güçler birleşerek üstüne çullanırken
Milleti bölmek için ne diye yarıştasın
Oynanan oyunları kavrayacak yaştasın
Senlik, benlik yok aynı kilimin deseniyiz
İnsanız ve hepimiz Allah’ın eseriyiz
Ne şunun hükümranı, ne bunun esiriyiz
Desen desen dokunan kilim ve nakıştasın
Çünkü sen bu kilimi dokuyacak yaştasın
Alperen’im hepimiz aynı ırk ve soydanız
Anne ve babamız bir, Âdem ve Havva’danız
Aynı vardan var olduk, yoktur hiçbir farkımız
Ve halen sen ne diye şeytanla oynaştasın
Dönüp de tarihini okuyacak yaştasın
ÇORAK TOPARKLAR
AYŞEGÜL AYAZ
Ben çorak toprakların
yalnız bedevisiyim,
Bir gün bir çiçeğin koynunda
bir gün bir ağacın gölgesinde
Bir gün yüreği kışa çeviren
bir sevdanın namlusunda
ölümün koynundayım
Ben çorak toprakların
yalnız bedevisiyim,
Pencereme tutsak olmuş yalnızlık
Neye bağlandıysam
belimi büktü
parçaladı pervasızca
Ben çorak toprakların
susamış bedevisiyim
Bir gün güneş doğar
İçim şahlanır güzelliğe dair,
bir gün karanlığa gömülür
umutlarım bahar'ı bilmem
ben Eylül gibiyim
Hüzün kokar bedenim.
PEMBE DÜŞLER
GAZEL YİĞİT
Güzel duygularla donatılmış sahtelikler arasındayız
hurda yığınları batıyor gözlerimizin her tarafına
çiçeklere bakmayı öğrenemeyenlerin
bizi anlamamalarından dert yanıyoruz
dert/ yanıyoruz!
Midemizdeki kramplarla yaşamaya çalışıyoruz
Gülerek /her gün...
Pembe düşler kurmak,
aşk şiirleri yazmakla iyi olduğumuzu
kanıtlamaya çalışıyoruz kendimize
kendimize... hangi kendimiz?
Su içip şerbet tadı bekleyenler şehrinde
kumlara gül ağaçları dikiyoruz
güllere bile maske takıp öyle seviyoruz
Kara satır gibi dolanıp durduk etrafında sevginin
her harfini ayrı incittik
her harfine başka zindan çizdik defterimizde
yırttıkça sayfaları çoğalan defterimizde
Şimdi kendimizden yana olmayışımızı kutluyoruz
ellerimizle bölük pörçük ettiğimiz
ruhumuzun ağıtları eşliğinde.
YÂR
ZEYNEP SÜMER
Duymazsın bilirim ahı amanı
Yudum yudum içtim hasretini yâr...
Geldi geçiyor bak hasat zamanı
Gıdım gıdım biçtim hasretini yâr...
Bir mektup salmışsın, bir kuru selâm
Gönlüme yük oldu duygular Mevla’m
Görmedim içinde tatlı bir kelâm
Tadım tadım seçtim hasretini yâr...
Gönülde kor alev yanar dururmuş
Bir kavuşmak bin ayrılık vururmuş
Öze kurt düşerse beden kururmuş
Adım adım açtım hasretini yâr...
Murtaza’yla secde ettim vuruldum
İdris ile öldüm öldüm dirildim
Arabi’yle dört bir yana savruldum
Kadim kadim saçtım hasretini yâr ...
Geçip gidiyoruz nihayet belli
Ansızın belirir bir beyaz tüllü
Tevekkül ederek ömrü gönüllü
Dedim dedim geçtim hasretini yâr...
Gelir çöreklenir kalbime çile
Öyle hasretim ki alaca güle
Ayları unuttum, yılları bile
Yedim yedim göçtüm hasretini yâr.
DELİCE BİR LİSAN
ZİLAN ÇELİK
Kavgada usta değiliz
ağır, yaralanmış
birikmiş bir parça canda sevda
felakettir daha sancılıdır
Atomun ağırlığından
kibarına korku salar adamın
zincirlenir, zincirlenir bileklerime
akşamına çöken rutubet ağırlığından beter, sevda
yaşlı, genç tanımaz bilmez
yürüyen erir, yürüyen sabırlanır yolunda
Herkesin sabahı akşamın olur
onunla uyur onunla uyanırsın
kusursuz, naif
çocuklaşırsın her bakışında
sen yürü yürü soğutma teri dert etme mülkü
can verir, han verir
Kolay değil
iki göz, iki dudak, iki yürek arasında sevdadır bu
herkesin içine buyur edemediği
delice bir lisandır...
ANTİK RÜYALAR ALEMİ: ÇİN
YUSUF KAZAK
En aç ruhlar ve en klas kulaklar için dünya, kocaman bir senfonidir. Dünyadaki her dağ, her orman, her nehir ve her şehir, bu senfoninin yaydığı melodilerin en eşsiz noktaya ulaşması ve büyüsüne büyü katması için harıl harıl çalışırlar. İnsan; dağlardan, ovalara ve gönüllere şırıl şırıl akan berrak bir su gördüğünde, nasıl ki bunun hangi esrarengiz kaynaktan fışkırdığını merak ediyorsa; aynı şekilde bu melodilerin de hangi sihirli derinlikten yayıldığını merak eder. Bu yönüyle, bu sihirli melodiler senfonisine şeflik eden topraklar, insanı antik rüyalar alemine sokan Çin topraklarıdır. Bu topraklarda, en uyanık zihinleri dahi bir çırpıda uyutabilecek sarhoş edici melodiler eşliğinde dalınacak antik rüyalar, en az Çin Seddi uzunluğundadır.
İnsan, rüyalara daldığı an kendisini bir ‘Ejderha’nın üzerinde bulur. Ejderha, ilk olarak bilgelik ve ölümsüzlük iksirinin yapıldığı ve çokça tüketildiği Kunlun, yani Ölümsüz Periler Dağı’na uğrar. Burada iksirini içen ve yönünü aydınlatacak öğütler alan antik yolcu, bu kez ejderhası ile Çin topraklarının devasa yeşilliklerle kuşatılmış dağlarına uğrar ve burada, Yeryüzü ve Gökyüzü Cemiyeti’nin sakinleri ile buluşur. Gizemler ve gölgeler içerisinde yaşamanın, en ulu gösteriş olduğuna inanan bu topluluk içerisinde, kutsal suda yıkanmışçasına bir lotus çiçeği gibi açan yolcu, fazlasıyla hikmetli bilgi ile donanmanın muhteşem huşusuyla yolculuğuna devam eder. Bu safhada, evrenin yaradılış sırlarının aktarıldığı 5 Element Dağı’na yol alır. Burada, dinginliğin ve huzurun nirvanasına erişen seyyah, insanın, bu 5 element üzerinde şekillendiğini ve bu 5 elementin özüne temas etmekle, ruhundan 5 ayrı sonsuzluk geçidi oluşturabileceğini görür. Bu dağda bulunan Bilgeler Meclisi, kendisine Yin ve Yang mührünü takdim eder. Gezgin, artık özel ve seçilmiş kişi olarak takdis edilmiştir.
Hayallerini bile afallatan bu yolculuğun her anında, antik bir kaynaktan yayılan sarhoş edici Çin musikisi ile yol alan gezgin, bu kez, bu, her ezgisiyle insanı rüyalar alemine sokan melodilerin derinliğine ulaşmaya karar verir. Kendisini apansız olarak bambular aleminde bulur. Gezgin, bambuların ortasında gezinirken; ejderhaların gökyüzünden fırlattığı sayısız inciler içerisinde oturmuş ve gözlerini kapatarak bambudan yapılmış antik çalgısıyla sonsuzluk yayan bir kadın görür. Bu manzara karşısında inciler içerisinde bayılan yolcu, gözlerini açtığında, kendisine armağan edilmiş bir antik mızrap ile ejderhasıyla sonsuz kızıl ufka ilerlediğini görür. Devasa dağların bile dayanamayacağı bu imtihanvari yolculuk sonrası epeyce bitkin düşen gezgin, ölümsüzlük sırlarının barındırıldığı Çin şifalı bitkicilerinin yurduna uğrar.
Burada hanedanlık saraylarında ağırlanır ve ziyadesiyle esenlik bulur. Bütün bu maceralarda gezgin, adeta düşsel ziyafetlerde ağırlanmış ve kana kana öte dünyanın iksirlerini içmiştir. Ejderhasının onu uçurduğu gibi, düşlerini de uçuran yolcu, sonunda tıpkı bir Yeşim Taşı gibi kıymetlenmenin, parıldamanın ve sırrı çözülememenin mertebesine ulaşmıştır.
şairlerin yüreklerine sağlık
şairlerin yüreklerine sağlık