AYRILIK ZAMANI
MUSTAFA GÜNEŞ
Bak, yapraklar yine sararıp soldu
rüzgarın esintisinden kopuyor dalından
bulutlardan akan gözyaşları sel olur
alev alev parlar çığlığı şimşeklerin
anladım artık ayrılık zamanı
Dağlarda renk renk yapraklar
yeşil, sarı, kırmızı, pembe
her mevsim ayrı renk seyrederken
soğuk bir meltem okşar yüzümü
dalgalar hırçınlaşır vurur kıyıya
betona başını çarparcasına
hırçınlık bu, sebebi ayrılık zamanı
Gökyüzünde sürüden kuşlar uçuşur uzaklara
niyetli yol alışları, karıncalar çekilmiş yuvasına
görünmez olmuş kıvrım kıvrım yollarında
anladım ki artık ayrılık zamanı
meyveler tutunamaz oldu dalında
güllere konmaz oldu bülbüller
acı nağmeleri duyulmaz olmuş
eyy sevgili, sana kavuşmak için
buradan ayrılmak zamanı
anlarım vakit ayrılık vakti
Bahar kokusu tütmez oldu
misk kokuları kayıp her nefesimde
hıçkırıklar tıkar boğazımı
iyiler tek tek göç ederek çevremden
sadece menfaat kokusu tüter havada
ayaklarım sabitlenmez koşmak ister, kaçmak ister
ruh aleminde hayaller görürüm
tüm kapılar kapalı, sadece açık soysuzlara
nefessiz, yalnız kalırım gurbette
dağ olsa ağlar bu duruma yer gök yarılır
pencerem sisli, güneş bulutlarda saklı
mevsim artık sonbahar, dönüş olur mu bilemem
kavuşmak mümkün mü umutsuz halim
kelimelere hasret, felçli sanki dilim
can canlanır mı bilemem, cansız bedenim
yol uzun, ölçümü imkansız ölçülerimde
nasıl, nereye hangi aleme
fikirler yırtar zihnimi, dökülmez kalemin ucundan
kurumuş kelimelere dost kalemlerin mürekkebi
anlarım ki artık ayrılık zamanı
Yine yollar görünür ufukta
uçsuz bucaksızve geride kalır candan dostlarım
taşlar acıtır başımı dolu misali
güç verir bana bütün kavgalar
yumruğum sallanır havada bir mermi gibi
yüzlerde donuklaşır ifadeler
bütün soysuzlar çıkar yuvasından ve sevinç çığlıkları
çakallar ürür çıkarak ininden
yiğitlerden eser yok, hayalinde dans eder
kaybolurlar anında
Ve bende korkusuzluk, başım dik sığınarak Hakka
bütün mekanlar benim diyerek yürürüm
sadece hasreti yakar geride kalan dostların
anlarım artık ayrılık zamanı.
GÖRBAGÖR OLSUN
ZEYNEP SÜMER
Ata yadigârım azîz vatana
İhanet edenler görbagör olsun...
Al bayrak altında nöbet tutana
Düşmanlık güdenler görbagör olsun...
Ey yüce Allah'ım her şey malûmun
Elleri öpülür gerçek alimin
Zulüm ile abat olan zalimin
Peşinden gidenler görbagör olsun...
Dünya yansa kıpırdamaz kılları
Yalan söyler, gıybet eder dilleri
Düzlüğe çıkmaz ki sapa yolları
Özünden nadanlar görbagör olsun
Kırk suali vardır kırpık halının
Gölgesi olur mu ateş, yalımın
Haram yolla gelen dünya malının
Suyundan tadanlar görbagör olsun...
Herkes taşıyamaz sağlam yüreği
Yenir mi namerdin balı, böreği
İnsanlık uğruna yoksa ereği
Gereksiz bedenler görbagör olsun ...
Bu nasıl gidişat kin, öfke akan
Ahenkle kurulmuş düzeni yıkan
Tabiri caizse topraktan bıkan
Vefasız fidanlar görbagör olsun...
FIRAT’IN KIZI
OZAN ALPER ALPEREN
Ağıt döksün toprağa, yele savrulan yapraklar
Süzülsün bir ırmağa, Hazar Denizi misali
Yeşersin kıvılcımlar, sinelerinde topraklar
Yağmura hasret kalsın, Fırat’ın Kızı misali
Can alıcı gözleri, ceylan dedikleri türden
Yaralı ceylan gibi, korkar, ürperirdi birden
Buğuluydu gözleri, ıslak bir günün ardından
Varıp Munzur’a yağsın, Fırat’ın kızı misali
Yorganını dikerdi, eprimiş, solmuş gecenin
Şafak doğar üstüne,düşten arınmış ecenin
Kelimeleri yas tutar, tamamlanmamış hecenin
Hıçkırığında yitsin, Fırat’ın kızı misali
Yeşermesin çiçekler, şahlanmasın deli kırat
Vuslat olmayan yola, geçilmez olsun ol sırat
Rüzgârları yel alsın, köpürüp taşmasın Fırat
Gonca güller solmasın, Fırat’ın kızı misali
Gün doğmayan sabahın, elleri kınalı kalsın
Çölün Leyla’sı gibi, kına ellerini yaksın
Candan can alan Fırat, cehennem narında yansın
Gözyaşları kurusun, Fırat’ın kızı misali
Evin bir tek kızıydı, sarışın, uzun boyluydu
Töre kurbanlarının, ne ilki, ne de sonuydu
Candan can alan Fırat, ne duruldu, ne de doydu
Kaderine doymasın, Fırat’ın kızı misali
Umuda mı yolculuk, pusulasız ve rotasız
Sur diplerinde kalkan, bir tren kadar imkânsız
Alınyazısı mıdır, töre denilen vicdansız
Canımdan can almasın, Fırat’ın kızı misali
Nağmeleri ağlatır, acıdır her bir hecesi
Katran karası gibi, Fırat’ın kara gecesi
İkindi salasında, kaldırılsın cenazesi
Alper’i de götürsün, Fırat’ın kızı misali
EYLÜL
HAMİDE DONMUŞ
Yine bir Eylül ve hala gönlümde gözümde dökülenler. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp ölenler canlanıyor gözümde...Hüzün yaprakları misali dertli gönlüm, sararan Eylül yaprakları mı yoksa özüm mü bilmem?
Bir Eylül daha sensiz ve sesiz bekleyişlerdeyim. Kimileri için Eylül barış ve özgürlük mücadelesi demek.Kimileri için aşk hikâyesi bitiş veya başlangıç...Benim için Eylül yanağımdan süzen berrak tuzlu gözyaşı... Sen gideli tüm Eylüller benim ıstırabım, çilem
Gözyaşım, avuçlarımda gökyüzüne doğru yükselen duam oluverdi.
Eylül'de ayrılık, yalnızlık senfonisi dinlemek acı baldıran zehri...Kimsesizliğimim sana muhtaç oluşumun, sana hasret oluşumun bahçesi meyvesi Eylül.Soluksuz nefessiz kalışımın acı aşk şarabını son kez içişimin günü...
Her Eylül bitecek ardından Ekimler başlayacak.Sonsuz, ölümüne bir aşk, kalbimin sol yanı. Ayaklarımın götürdüğü yere kadar son nefesimi verinceye dek seviyorum seveceğim dediğin sahte sevginin çöküşü Eylül... Eylül de değişti bir anda herşey. Döküldü yerlere paramparça oldu sana meftun sana yanık olan kalbim. Ezildi ayaklar altında bir Eylül yaprağı misali...
Bak yine Eylül ben yine sensiz, hüzün çukurunda çıkarılmayı bekleyen zavallı bir aşık.
Eylül yaprakları ile artık üstümü örtüyor, Eylülserinliğinde, senin sıcaklığına muhtaç bekleyişle ruhuna bir bir sayıyorum.Bu Eylül çok farklı tüm ırklarda, dillerde, mezheplerde, sensizliğimin şiirleri yazılıyor.
Bu Eylül'ün izi var silinmeyen özü var olan bozulmayan.Yetimliğimin,sitemlerimin, umutlarımın cam kırıkları oluşunun simgesi Eylül...Bu Eylül seviyorum ile başlamayan, özlemle bitmeyen bir zaman dilimi...
Tüm zamanlarımın toplandığı, hayatımın eksisi, artısı çarpma ve çıkarması Eylül.
VAR BENİM
CİVAN KAPLAN
Benim böyle olduğuma bakmayın
Akil ermez ne dostlarım var benim
Canı candan başkasına yakmayın
Alır vermez ne dostlarım var benim
Darda kalmaz atar tutar aklanır
Toz kondurmaz el yanında paklanır
Başımıza bir hal gelse saklanır
Güneş görmez ne dostlarım var benim
Dağ başında üstüm başım soysalar
Bir başıma öksüz yetim koysalar
Tef çalarlar öldüğümü duysalar
Neden sormaz ne dostlarım var benim
Toparlayıp cesaretim takınsam
Dostum diye dertlerimi yakınsam
Dinden çıkar menfaatine dokunsam
Yerde durmaz ne dostlarım var benim
Hani nerde aşka hudut çizenler
Tatlı diller süslü sözler dizenler
Düne kadar hep sırtımda gezenler
Kırık sarmaz ne dostlarım var benim
Civan'ım der ben almışım gıdamı
Siyah renge boyamışılar odamı
Yarı yolda bırakırlar adamı
Başa varmaz ne dostlarım var benim
KEMANCI
ORHAN DOĞAN
Çal be kemancı
yine gözleri geldi aklima
dertten kederden çal
ufaktan garip bir şey çal
bilmediğim duymadığım
notlardan gelsin
Bu gece aci olacak biraz
dökülsün içimdeki acilar
karişsin hasretime
kara geceye çal
ben acilara güleyim
sen mutluluktan çal
Sıradan olsun
hatta hiç sevmediğim
bir şeyler çal
sessiz sessiz dökeyim gözlerimi
efkarimi bastırır mı bilmem ama
yazgısı bozuk yüreğime
umudu bitik hayallerime çal
Mırıldanayım notlarla ama
sen yine de bana eşlik etme
farklı bir şey çal
gecenin siyahi demlensin yüreğimde
acılarla süsleyi versin
dipsiz bir kuyu içindeyim
çıkar mıyım bilemem ama
sen yinede hasretime çal.
KALAS
ŞAHBETTİN ULUAT
Ressam, heykeltıraş dostum Ekber Kutlu Bey’e…
Ekber Abi bu kalasın,
İcabına bakar mısın?
Bu yumru yumru kütüğü,
Yontup heykel yapar mısın?
Gönderen matah şey bilmiş,
Kargoya vermiş, göndermiş,
İşin yoksa al sana iş,
Güler misin, ağlar mısın?
Şekli şemali tam değil,
Ceviz, Dişbudak, Çam değil,
Yeterince sağlam değil,
Ufak ufak yontar mısın?
Önce derin bir nefes al,
Sonra keser, çekiçle dal,
Karar senin ve budur mal,
İşler misin, yakar mısın?
EYLÜL
TALİP ÇAKIR
Yük biner bu saate
Sevenin sevdiği yüreğine
Cemre düşer bekle yine
Havasına toprağına suyuna
Velev gönle düşme ihtimaline
Işıkları sönük gecenin bu vaktin de
Dertli bile paydaş olur
Bir o tebessüm içindeki fer'ine
Bir de onun aşık olunası gözlerine
Üstelik her hücresinin her teline
Yaprak döken yüreğimin bu mevsimin de
Bahar açsa ne açmasa ne
Önce bir güvercin sal sevdiğine
Haber belli ama sen kuşa küsme
Eylül kurbanın olayım mevsimi kışa çevirme.
EYLÜL
SERVET ÖZAKAN
Her Eylül bir yapraktır
her yaprak bir eylül
ömürden düşen
her gün bir eylül
geçen zaman eylül
ömür için her gün eylül
ömür sadece bir eylül
ve bütün vedalar
bütün hüzünler
bütün yorgunluklar
Sadece eylül mü hüzün
yoksa biz mi hep hüzün kokar
yağmurlara karışır gibi Eylül’de
yağarız sararmış umutlara
Gidilen saman eğrisi yollarda
bir araba gibi sadece yola revan
sonsuz bir umutla beslenip
sararmış yapraklar gibi titriyoruz
Şimdi biz mi biraz Eylül’üz
yoksa eylül mü bizim için
ya da içimiz hep bir mevsim mi
Bence biz saman gibi savrulan
güneşin rengine boyanmış
eylül misali döküyoruz birer birer
Şimdi sıra ömürde, ömür de dökülüyor
şimdi buralar eylül, biraz daha eylül
ve eylül şimdi, şimdi eylül.