Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


YÜZÜNCÜ HAFTANIN ANISINA:

VAN GÖLÜ’NÜN İNCİLERİ ’NE SELAM OLSUN

MUSTAFA IŞIK

100. haftamızın anısına yine ve yeniden merhaba değerli gönül dostları, edebiyatın nadide incileri.Sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamıyla ve sözün şahı, padişahı şiirle; muhabbetle, içtenlikle ve saygıyla selamlarım.

İnsanın duygu ve düşüncelerini diğer insanlarla paylaşabilmesi sorumluluğun ve mutluluğun vesilesidir.Her şeyden önce hayatı sahiplenmektir yazmak eylemi, aynı gökyüzü altında nefes alıp veren tüm canlıların varlığına şahit olmak, onların dertleriyle dertlenmek, sevinçleriyle sevinmektir.Kalem ve kelam arkadaşlığı gönülden gönle yol bulmanın ifadesidir, bu yolculukta zaman zaman duraklarda mola verilir, kervana yeni yolcular alınıp tekrar yola revan olunur.

Tarih boyunca insanlar düşüncelerini başka insanlara aktarma gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu aktarmanın da farklı yol ve yöntemleri vardır. Biliriz ki iletişim kurmayı bilmek de başlı başına bir sanattır.Zaten sanatın her nev’i de hayatı paylaşmaya gayret etmektir.Kültürel alanda birlikteliğin kurulması ve bunun da sağlıklı ve etkili bir iletişimin yoluyla toplumun her kesimine aktarmaya çalışılması arzu edilen güzelliklerin başında gelir. Bu güzelliği yaşamaya ve yaşatmaya gayret eden, bu uğurda gönüllerini, vakitlerini ve kalemlerini ortaya koyan grupların ve kişilerin varlığının çokluğu, farklılığı zenginliktir.

Bu vesileyle 2017 yılından beri Van Şairler ve Yazarlar Birliği ve Vansesi gazetesi birlikteliğiyle 3 yıl boyunca 143 sayı devam ettirdiğimiz ‘’Mavi Şehrin Kalemleri’’ sayfasının idaresini ve işleyişini gruptaki genç şair ve yazarlara devredip, hayat denilen yolculuğun duraklarının birinde biraz duraklamanın ardından tekrar; Van Gölü İncileri Edebiyat Sayfası ismiyle daha enerjik bir şekilde kaldığımız yerden yolculuğumuza devam ettiğimizin 100. Sayısına, yüzüncü durağına gelmiş olduk aziz dostlarımızla.

Edebiyat, sanat ve şiir çalışmaları alanında yerel, ulusal ve uluslararası bir platform görevi görmesi gayesiyle başlattığımız bu çalışmamız kültür ve sanat yaşamına katkı sunmayı, genç kalemlerin sesine ses olmayı, şair ve yazarlar arasında güç birliği sağlamayı, Van'da şiir ve edebiyat başta olmak üzere, birçok sanat dalında sanatsal faaliyetlerde bulunan şairler ve yazarların seslerini daha iyi duyurmalarına ve sanatlarını daha güzel ifa etmelerine imkân sağlamayı, yapacağı atölye çalışmalarıyla genç kalemlerin yetişmesine katkı sağlamayı vb.öncellikli hedefleri olarak belirlemişti. Van Gölü İncileri Edebiyat Sayfası geçen 3 yıla yakın süreçte bu vazifesini layıkıyla, gereği gibi yerine getirdi. Türkiye’mizin her tarafında beş yüze yakın kıymetli kaleme yer vererek ciddi bir başarı ortaya koydu. Pandemi sürecinde yapılan canlı yayınlarla yerelde ve ulusalda bilinen, okunan ve takip edilen onlarca şair ve yazar okuruyla buluşturuldu. Atölye çalışmalarıyla, radyo TV programlarıyla, kitap okuma programlarıyla ve Tutku Radyo ile ortaklaşa gerçekleştirilen ‘’Ulusal Şehr-i Van’a Şiir Yakışır’’ şiir yarışmasıyla ekip halinde güzel işler başarıldı. 20 haftalık ‘’Bir Resim Bin Öykü’’ atölye çalışması ve gazeteden derlenen değerli çalışmalarla, çok sayıda kıymetli kalemin katılımıyla ‘’Bin Bakışlı Bir Yürek’’ kitabı derlendi. 

Doğu’nun incisi, coğrafyamızın kadim kenti Van’ımızın değerlerine sahip çıkmak adına genç şair ve yazarlarımızdan müteşekkil oluşumumuza ve sayfamıza Van Gölü İncileri Edebiyat Sayfası adını vermiştik lakin Türkiye’mizin hemen her vilayetinde nice güzel inciyi Van’ın maviliğinde birleştirmeyi, buluşturmayı başardık. Bu sayfa vesilesiyle sanatın her türlüsüyle alakadar tüm kalem ve kelam erbabının sesi olmaya gayret ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Kültür ve sanat kenti Van’ın kültürel kimliğine, hafızasına ve sanat hayatına katkı sunmak önceliğimizi her zaman muhafaza ettik ve etmeye devam edeceğiz.

Genç kalemlerimiz, öğrenci kardeşlerimiz başta olmak üzere her kesimden şiir, edebiyat ve sanatseverin çalışmalarına yer verdiğimiz bu platformda; her zaman her kalem ve kelam ehline kapımızı ve gönlümüzü açık bıraktık ve bırakmaya devam edeceğiz. Söylenecek sözü olan her dostumuz bizim bu alanda paydaşımızdır.

Geçen 3 yıllık süreçte beraber yaptığımız çalışmalara katkı sağlayanVan Gölü İncileri Edebiyat Sayfası‘nın bütün şair ve yazarlarına, yerelde ve ulusalda bize çalışmalarıyla katkı sunan şair ve yazar dostlarımıza; bize gazetelerinin bütün imkânlarını sunan Vansesi gazetesi imtiyaz sahibi Erdal Perihan beyefendi başta olmak üzere, bu sayfanın isim babası olan, bizi gazeteyle tanıştıran İkram Kali Bey’e ve hassaten zahmetimizi çeken Burhan Ergin Bey’e, Vansesi Gazetesi’nin bütün emektarlarına kalbi şükranlarımla müteşekkirim.

101. sayımızla başlayacak olan yeni süreçte bize katkı sunacak olan tüm şiir yürekli Van Gölü İncileri ’ne şimdiden kucak dolusu saygı ve muhabbetlerimi sunarım.

İlimiz, ülkemiz için ve güzel yarınlar adına güzellikleri çoğaltmaya devam edelim. Esenlikle kalınız.

Van Gölü İncileri Edebiyat Sayfası Adına

İÇİMDE

MUSTAFA AYYÜREK

İçimde bir hüzün gökyüzüne doğru yükselen çatlak, keskin bir ses gibi. Rüzgar ile sallanan yaprakların, pencere deliğinden ince ince sızan ıslığın, deprem etkisiyle toprak içerisinde oluşan çatırdamaların, yer faresi, köstebek, bataklık derinliğinde kurbağa cırtlaması ve kafasını topraktan yeni çıkarmış bir çekirgenin sesleri gibi bir hüzün. Ernest HEMİNGWAY’in hikayesi, zihnimin karanlık dehlizlerinden fışkıran dış sesim; gök ile birlikte kulaklarımı çınlatıyordu.“Hey” diyordu aklımı ve vicdanımı ürperterek, “Orada mısın?” Sempatik sinir sistemimin adrenalin salgılamaya başlaması; kalbime, korkudan yerinden fırlayacak bir hal verdi. Hemen yatağımdan fırlayıp, antikayı andıran, kapağı kırık dolaba girdim. Dolap içerisindeyken rahatlamama fırsat vermeden, o ses yüreğimi yerinden sökecek gibi tekrar haykırdı, “Hey, orda mısın?”

Kulaklarımı ikinci defa çınlatan bu söz dizisi ile kötü bir şey olacakmış hissine kapıldım, gerginliğim arttı, adeta dizlerimin bağı çözüldü, göz bebeklerim büyüdü, gözlerim yuvasından fırlayacakmış gibi göz çukurlarımı zorlamaya başladı. Başım dik bir vaziyette göğe dikildi. Dolaba saklanmış olmam işe yaramamıştı. Dolaptan çıkıp, beni tavan arasına götürecek merdivenlere doğru koştum. Düşe kalka merdivenin ilk basamağına vardım. Merdivenlerden doğruca loş ışığın yer yer aydınlattığı karanlık tavan arasına attım kendimi. “Oh be, beni burada bulamaz,” diye, düşünmeye başladım. Sonra yanan mumu hatırladım erimeye başlayan mumu. Erimeye yüz tutmuş on üç dakikalık zaman dilimi hızlı hızlı akmaya başlamış da adeta beni kendisine hapsetmiş gibi. Nedense tavan arasında iken kendimi on dakikalığına rahat bırakırsam bundan sonrası için her şeyin daha iyi olacağı fikrine; balta girmemiş ve patikanın olmadığı bir ormanda bir ceylanla beraber oradan oraya sekerken bulacakmışım gibi mükemmel bir duygu misali… Kaplandım. Karanlık içime işlememiş ufkumu bir aydınlık kaplamıştı sanki. Oysa gerçekte durum hiçte öyle değil. O sesi tekrar işitebilirdim, ruhum daha derin hasarlarla tekrar yaralanabilirdi. Gökyüzüne doğru bir ses yükseliyor, yeryüzünde vuku bulan arşı titretecek bir ses… Ernest HEMİNGWAY’in anlattığı o bebeğin sesi!

*

Ormanda, ceylanla beraberce kah bir taşın üzerinden çimlere, kah bir tepenin üzerinden ağaçlara doğru sektiğimde hedeflediğim noktalardan birine konmak üzereyken “Hey, orda mısın?” Cümlesi ile ormanın nefesi; dolunayı yeni görmüş bir kurt sesi gibi kulaklarımda yankılandı. Dibi olmayan kuyuda sıkışıp kalan ve çevresinde kendisini kurtarabilecek hiçbir şeyi olmayan ejderha yavrusunun boş bakışlarındaki anlamsızlık gibi loş ortamı seyrettim. Ellerimi yumruk yapıp yorulana kadar çatıya vurmaya başladım, vurdum. Vurdum...

İşe yaramayınca yerimden hiç kıpırdamadan tavanı tokatladım, en sonunda ise uzamaya yeni başlayan tırnaklarımla bir çatıyı, bir de üzerine oturmuş olduğum beton zemini kazımaya başladım. Öyle ki parmak uçlarım al kanlardan görünmeyecek bir hale gelmişti. Kaldırıp ellerimi, bakmaya çalıştım parmaklarıma. Ama içerinin loş olmasından ziyade açamadığım gözlerimden dolayı parmaklarımın ne kadar zarar gördüklerini anlayamadım. Bir inilti ile tavan arasını sarstım, o esnada içimde bir his tam olarak fark etmesem de sadece üç dakika kalmış olduğunu bana hatırlatıyordu. Sadece üç dakika…

Eğer üç dakika daha sabredersem bu işkenceden kurtulacak, esenliğine kavuşacaktım. Fakat üç dakikanın ömrümden düşmesi bana üç asırlık bir zamana mal olacak gibiydi. Bu üç asırla beraber otuz üçlük yaşım üç yüz otuz üç olacaktı. Gözyaşlarımda kurumuş sular bir bir avuçlarıma dökülürken, kan çanağına dönmüş gözlerim; bana doğru bir ağacın üzerinden sekerek gelen ceylanı gösteriyordu. Ceylanla beraber zıplamış ve henüz hedeflediği noktaya konmamış ama konmak üzere olan bir adam da vardı. “O adam ben miydim?” Kafasında yer yer kırlaşmış saçları, alnında birikmiş manasız, insanı kahredecek çizgileri, yüzünde oluşmuş garip şen kahkaha ve çita çevikliğini andıran hareketiyle; evet, tüm bunlar bana ait olan özelliklerdi.

Evet, evet o bendim. İşte hedeflediğim yere konuyorum, ceylan ümit dolu gözlerle bana bakarken, ben şen kahkahayla yerden üç metreye kadar zıplıyorum. Yükseliyorum, yükseliyorum ve başım, başım dönüyor. Kendimi kontrol edemediğimden yükselirken başım bir ağaca çarpıyor. Yere düşüyorum. Düşüyorum. Düşüyorum. Gözlerim kapanıyor, açtığım zaman kafamda ışığa maruz kalan migren hastasının başındaki ağrı gibi bir ağrı. Ellerimle başıma dokunuyorum beyin sıvım sanki kafatasımdan boşluğa sızıyor. Bir ses duyuyorum, “Hey” diyor. “Orda mısın?” Mum geliyor aklıma, mumu görüyor gibi oluyorum. Mumun erimesi için geçecek on üç dakikanın sona ermesine üç saniye kalmış. Üç saniyelik migren ağrısı, dayanamıyorum.

Gözlerim yavaş yavaş kapanıyor, sadece bir saniye kaldı baş ağrımdan dolayı canhıraş bir ses doluyor ağzıma bağırıyorum ve gözlerim, gözlerim kapanıyor. Üç saniye sonra yüksek bir sesle bağırarak gözlerimi açıyorum. Yatağımdayım, yastığım gözyaşlarımla ıslanmış, kalbim küt küt atıyor. Neler olduğunu hatırlamaya çalışıyorum ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Yavaşça yatağımdan kalkıp antika dolabında saklamış olduğum fotoğraf albümünü almaya gidiyorum. Neden böyle yaptığımı bilmiyorum. Antika dolabında fotoğraf albümü var mıydı? Bunu düşünürken yatağıma doğru dönüyorum, zihnim karmakarışık. Elimde bir fotoğraf albümü var mı, yok mu? Anlayamıyorum. Pencereden dışarı bakıyorum uzak bataklıkta kurbağa varaklıyor, bir çekirge başını topraktan çıkarmış cırcır bağırıyor. Gidip yatağıma giriyorum, pencerede bir ıslık gibi rüzgar uğulduyor. Bir ses duyuyorum “Hey, orda mısın?” Ürküyorum, hemen koşup antika dolaba...

EN HAKİKİ ŞEY İNSAN

ZEYNEP SÜMER

Biri ateşten idi diğeri de topraktan

Melek bile baş eğdi ne yüceydin ey insan...

Vekili tayin etti emir gelmişti Hak’tan

Önce "kul" sonra "Râsul"olmadı mı hey insan...

Sağdan al defterini güzel amel tek çare

Ay gibi çerağ olur yüzleri parlak zümre

İtinayla dokunmuş zar ile kaplı hücre

Bu dünyada gördüğün en hakiki şey insan...

Yaradan yaratsa da seni insan postunda

Hayra dair neyin var söylesene testinde

Üç yüz altmış damarın süs mü senin üstünde

Yeri göğü yaratan ne Kadir'miş duy insan ...

Eşrefi mahluk diye yaratıldın hâlbuki

Kuru toprakla suyla karıtıldın hâlbuki

Tertemiz bir şekilde arıtıldın hâlbuki

Kutsal kitap tek kanıt onu hemen yay insan...

Uhrevî ahengine başka bir renk ekleme

İkrar eyle amele dön kıbleye bekleme

Nefsinin günahını omuzuna yükleme

Rahman adı Bismillah kelâm olsun hay insan...

Sapmadan ilerleyip, adımını karışla

Amelini bozarsın yaptığın her yanlışla

Son demlerde dersin ki Rab’ım beni bağışla

Saniyen belli değil yakınında say insan ...

Kabına sığmıyorsun kefenine küçüksün

İnsana insanlığa zannetme ki açıksın

Akıl baliğ değilsin halen daha çocuksun

Her şeyin bedeli var kötülükten cay insan...

Boş yere yaşıyorsun erişilmez diyarsın

Ucun bucağın yok ki sorsalar bahtiyarsın

Hayır sende şer sende kalbini iman sarsın

İç sesinle haykırıp yaz bir eser koy insan.

HASRETİM

AHMET YAŞAR GÜNDÜZ

Gözlerinle buluşmayı bekliyorum...

ellerim ellerinin sorgusunda

şimdi yoksun ve

kollarımdan bana ait şeyleri almışlar sanki

sen gözlerisin mutluluğumun

yüzün eksikse karanlıkta kalıyorum

sen uzakken huzurun ışığı sönüyor içimde

renkler karışık, eşyalar belli belirsiz

hüznün kapısı açık kalmış gibi,

çok üşütüyor bu sensizlik beni

hasretim tavan yapmakta

evet sensin hasretin tavanında gizli sevdam

özlemin yükseliyor yine

ve ulaşılmaz oluyorsun bazen

yıldızlar gibi dokunamadığım

ay gibi düşlediğim

bazen güneş gibi sıcaklığına muhtaç

hele dışarda yağmur varsa sevdiğim

ve soğuk bir rüzgar esiyorsa bedenimde

ürkek ürkek bakıyorsa yavru serçe

dalları arasından ağaçların

kokun sarıyorsa içimin bahçelerini

bak damlıyor  çiğ taneleri  yüreklerden yüreklere

gözyaşı döküyor belki de

kim bilir kelebeklere çiçekler

özlüyorsundur sen de biliyorum

ellerini göğsüne götürdüğün an

o atan şey var ya

hani gözünün önüne gelen o ilk resim

sen de özlüyorsundur sevdiğim biliyorum

hayalimde resmin, dudaklarımda adın

ve kalbimde sıcacık nefesin...

sende buldum kaybettiğim duyguların yollarını

ve karıştı   ruhumuzun nehirleri,

sevdamızın toprakları arasında

gözlerimde açan çiçekler

yüzümde büyüyen senli mevsimler...

bekliyorum gözlerini,

özlüyorum ellerini

ve içimde taşıyorum hayalini senin bugün

gizli bir aşık olarak sen(s)sizce.

DAĞLAR

MEHMET AKÇAY

Açtımda derdimi size söyledim

Yele söyle sırrım vermesin dağlar

Nice yıl üstünde gönül eyledim

Sele söyle sırrım vermesin dağlar

Yiyer içer doyar kurtlar böcekler

El ele tutuşur oynar göçekler

Biter elvan elvan renk renk çiçekler

Güle söyle sırrım vermesin dağlar

Çağlariyım azmi tozup gezmişim

Çayır çimenini basıp ezmişim

Yazın içersine girip yüzmüşüm

Göle söyle sırrım vermesin dağlar.

NİYET ETTİM

OZAN ALPER ALPEREN

Şu mübarek Ramazanda kalbimi ve elimi

Haramlardan sakınmaya gözümü ve dilimi

Orucumu midem ile diğer organlarımla

Birlikte tutmaya niyet ettim ahu zarımla

Niyet ettim gözlerimi namahreme bakmaktan

Kulağımı işitmekten korumaya helaktan

Niyet ettim gözlerimi ibretle baktırmağa

Kulaklarımı hak söz ve Kur’an dinlettirmeğe

Niyet ettim sofram ile kalbimi donatmağa

Tüm cihazatıma nevi bir oruç tutturmağa

Ne mutlu o insana ki, kavuşup Ramazana

Kalbini ve hanesini Ramazana açana

Alperen der niyet ettim el, ayak, gözlerimle

Oruç tutmağa kalp, mide, ağız ve sözlerimle

GÜN Ü TÜN

HAMİYET SU KOPARTAN

Dünya’nın en güzel kelimesini sorsalar hiç tereddütsüz “Günaydın!” derdim. Dünya dillerini elbette bilmiyorum ama benim dünyamın en güzeli “Günaydın” kelimesidir.

Sabah olup da güler yüzle günaydın demek gibisi de birinden günaydını duymak gibisi de yok. Bir de eşref saatimizde olduğumuzda heceleye heceleye, sesli harfleri uzata uzata söyleyince daha bir anlamlı oluyor. Sabah sabah insanın içine güneş doluyor, umut doğuyor, sevgi oluyor.

Gün kelime köküne –eş eki eklemişiz, “güneş” doğmuş. Günümüzü aydınlatan, karanlığı dağıtan, sıcacık gülümseyen güneş! Güneşin doğduğu yeri tarif ederken yön belirtmek için “güney” demişiz. Fazla yansıyan güneş ışığı kesmek için gözümüzü almasın diye penceremize “güneşlik” takmışız.

Her güne “günlük” demişiz, “gündelik” demişiz. Hatta günü gününe yazdığımız yazılara edebiyatta edebi terim olarak yer vermiş; “günlük” demişiz, “günce” demişiz. Her gün yaptığımız işlere “gündelik hayat” demişiz, her gün temizlik yapana “gündelikçi kadın” tabirini çıkarmışız. Gün kelime köküne –düz eklemişiz, “gündüz” olmuş. Sabahın ilk ışıklarından akşama kadarki vakit, gündüz. Türkçenin en çok sevdiğim yönü bu: Türemiş kelimeler…

Dünyanın en güzel kelimesi günaydın ise gün ve ay kelimelerinin birleşmesiyle doğmuş. İki olumlu kelime yan yana gelip, birleşip kaynaşınca çok daha olumlu bir kelime olmuş. Dört elif miktarı uzatılınca her harf insanın ruhunu besliyor. Günaydın ne kadar doğal, samimi, sevecen bir kelimeyse bir de onu gölgelemek, ışığını söndürmek için uğraşılmış bir kelime var: Tünaydın.

Eski Türkçede geçen “tün” kelimesi günümüzde “dün” şeklinde kullanılır. Bir de tavuk misal, kanatlı hayvanların tünediği vakit, uyku vaktidir, gece! Tüneklerde tüneyen hayvanlar, gece dinlenip gündüz uyanır. Saat 12.00’den sonra güpegündüz “Tünaydın” demek ne kadar doğru acaba? Günün her saatinde günaydının verdiği sevgi, samimiyet, muhabbet hissini değil tünaydın; hiçbir kelime karşılayamaz.

Günaydın Hayat

Geçit vermez bazen dağlar, tüneller,

Her tepe başında baykuş tünekler.

Dün dünde kalsın, yürüsün binekler.

Günaydın yeni gün, günaydın hayat!

.

Gün kurusu düşler mademki bayat,

Dür, bük, sar, kaldır ve bir kenara at.

Tik tak işliyor duvarda saat, bak.

Günaydın yeni gün, günaydın hayat!

.

Gün gün kur kendini, yenile seni.

Günlendir gönlünü, koru neşeni.

Bırak korkunu, unut endişeni.

Günaydın yeni gün, günaydın hayat!

.

Her taze sabah yeniden doğ sen de,

Karanlığı ışığınla boğ sen de,

Seni senden edenleri koğ sen de,

Günaydın yeni gün, günaydın hayat!

.

Aysın vakit, aysın gün, aysın gece,

Sen aysın, seninle aysın sadece.

Her cümle aydınlansın hece hece,

Günaydın yeni gün, günaydın hayat!

MÜKÜS’E AĞIT!

ADNAN ÖZKAN

Her taraf kar-tipi gözler görmüyor

Garabet geçidi aman vermiyor

Bu nasıl göçüktür giden gelmiyor

Ağla Müküsağla!Kara günündür

Araçlarda mahsur kalmış insanlar

Karların altında gömülü canlar

Sanki buz kesilmiş geçmiyor anlar

Ağla Müküsağla!Kara günündür

Beyaza sarılmış kefenden önce

Kardelene dönmüş bak onca gence

Karların altında bitmez işkence

Ağla Müküsağla!Kara günündür

Sanki Sarıkamış tekrar yazılır

Karların içinde mezar kazılır

Bu acı drama ağıt dizilir

Ağla Müküsağla !Kara günündür

Elazığ betonda, sen ise karda

Rabbim daha fazla koymasın darda

Kurbanlar dizilmiş karlı yollarda

Ağla Müküsağla !Kara günündür

Ata ecdadyurdum kara bağlamış,

Bu kara haberi duyan ağlamış,

Şair Özkan yasta gönül dağlamış,

Ağla Müküs ağla! Kara günündür.

Bakmadan Geçme