OLSA
İBRAHİM BAHÇE
Minicik bir kasabada olsam
yağmur yağsa şiir gibi hafiften
çatıda tık-tık yağmurun sesini duysam
pencereden baktığımda
gri bir denizde bana baksa
hüzünlü dalgaların sesine dalsam…
İçeride soba yansa eskisi gibi
çaydanlık sobanın üstünde
camlar buğulanmış, sevgiden
çay kokusu bütün odayı kaplamış olsa..
Bir elimde kağıt, bir elimde kalem
yazsam… içimin tüm kirini akıtsam satırlara
eski bir radyoda " Özdemir Erdoğan" çalsa..
"ikinci baharı" yaşasa gönlüm, o müthiş şarkılarla...
Yürek rahat olsa, huzur olsa; aşk olsa
kadir kıymet bilen biri olacaksa
işte "o" yanımda olsa...
MÜŞTEHİR KARAKAYA
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Van ve çevresinde şiir sanatında bir numaradır: Nambır Van...
Kardelen şairlerinden...
Eserleri, Van Gölü'nce büyük...
Dostluğu, Erek Dağı kadar yüce
Kişiliği, Van Kalesi gibi onurlu...
Yazdıkları, Van Kedisi kadar farklı...
Kitapları, Otlu Peynir kadar lezzetli...
Te'lifâtı, 65'e tırmanmaya azimli...
Romanları, Urartular kadar gizemli...
Dergisi, Hazan kadar hüzünlü...
Van'da kültür, sanat, ona emanet...
Gönlü, Van'daki Siirtli tüccarlardan daha zengin...
Şöhreti, Van sınırlarının çok, çok ötesinde...
İmgeleri, İnci Kefali kadar biricik...
Kendisi, İstanbul görmüş bir Muş/Bulanıklı ve Vânî...
Gözlüklerinin altında Şarklı, Doğulu, Ortadoğulu bir bilge...
Kimseye minnet etmediği için, oldukça özgür tabiatlı...
Kelâm ustalığından çok kalem işçisi ve ustası...
Ziya Paşa'nın, "Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar/Rencîde olur dîde-i huffâşziyâdan" beyiti onun için söylenmiş gibi...
Şiir gibi yazar, şiir gibi konuşur, şiir gibi yaşar...
Kaleme aldıkları, okyanusta yalnız Beyaz Gemi kaptanının Seyir defteridir...
Şiir gecelerinin, dinletilerinin kimseye benzemeyen simasıdır...
En büyük hobisi, dergi-kitap çıkarmaktır...
Gözleri, mala mülke, paraya puladeğil, ötelere bakar...
En büyük zevki, kelimelerle oynamaktır...
Şöhretinin altında ezilmemiş, bozulmamış, safiyetini, doğallığını kaybetmemiştir...
Üretken bir şair, verimli bir yazardır...
"Su damlalarının mermeri delmesi, damlaların gücünden ziyade, sürekliliğindendir." sözünü haklı çıkaran bir azim ve sebat sembolüdür...
Kimseye yük olmaz, alnının teriyle yaşar, vefalıdır...
Harflerden birlikler kurar...
Kelimeler ordusuna komuta eder...
Sözleri ve sesleri birtakım kalıplara dökerken tam bir simyacı hassasiyeti gösterir...
Damlaya damlaya göl olur, damla büyür sel olur, kalemiyle...
Kendi nefsini eğitmeye azamî dikkat gösterir. Kur'ân'daki menfî şair tipinden dikkatle uzak durur, uzak kalır...
İkinci Büyük Van Depremi'ni yaşamış ve bu zelzeleyle ilgili, Allah'ın Kitabı’na da göndermelerde bulunarak en güzel şiiri o yazmıştır...Müştehir; iştihar eden, tanınmış demektir. O, Van denilince müspet manada en tanınmış insanlardan biri, belki de birincisidir...
Van ve şiir denince akla ilk gelen insan
Edebiyat yolunda ömrünce yelen insan
"Hazan"ın editörü, Van Denizi'nce gönlü
Fânîlik perdesini şiirle delen insan...
KARA AĞIT
ALPER ALPEREN
Her gün vedalaşarak, çıktılar evlerinden
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Tutuşup can verdiler, kömür alevlerinden
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Yıkar mı gözyaşları kömürün karasını
Sarar mı katran katran damlayan yarasını
Yol ettiler yaşamla ömürün arasını
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Yüzündeki karalar kaderin karası mı
Yakılan ağıtların duyulmaz narası mı
Yanan o yüreklerin sarılmaz yarası mı
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Böyle mi yazılmıştı madencinin yasası
Çalışıp didinirler, para görmez kasası
Onların bütün derdi, çilesi ve tasası
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Maden ocaklarında gül açmaz, akmaz seller
Orada şafak sökmez, gün doğmaz, esmez yeller
Yer altında kaybolmuş, kocaman siyah eller
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Sağırdır, karanlıktır yer altının kuytusu
Ağırdır kara gözlü kömürlerin uykusu
Kara bir kalem ile yazılmıştır öyküsü
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Onlar ne gün gördüler ne sevinip güldüler
Kömürün karasında adım adım öldüler
Bu dünyanın kapkara kalbine gömüldüler
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Özlemiydi onların ağaçlar ve gökyüzü
Hayal oldu onlara gezmek için yeryüzü
Karanlıktı her günü, güneş görmedi yüzü
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Kara elmas uğruna verdik nice canları
Yaralar is bağlamış, damlamıyor kanları
Avladı yer altında kara ölüm onları
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Allah’tan gelmiş ise ölüm elbet baş tacı
Velakin bulunur mu yoksulluğun ilacı
Çekilen bunca keder, bunca dert, bunca acı
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için
Ben Ozan Alperen’im, şiirim kömür kokar
Bu şiirle gözümden damla damla yaş akar
Bu şiir ağıt olup yürek yakar, can yakar
Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için.
KÖMÜRCANLAR
AYŞE KARADAĞ
Dağlar puslu hava gizemliydi
korkuları bulutlara asılı
yüzlerce metre dipte ekmek parası
kömür karası yüzleri
tünellere yaslıydıbedenleri
Yaşamın idare lambası kadardı yüzü
ölüm seziliydi havadaki pustan
kömürcanlar ve kıvrım kıvrım tüneller
silkelendiler anlık gümbürtüyle
bedenlerini ateşten alamadılar
Kulaklar sağır yüzleri kömür karası
gözleri katran karası, dilleri suskun
can pazarı yüzlerce metre dipte
hazırlamışlardı kendilerini
beş metrelik kefene
Ciğerler duman, geçitler yaman
ak ekmek tünellerde karardı
on üç mayıslar yaşanmamış mıydı
ha Soma ha Amasra
ha çarşamba ha Cuma, ne fark eder
gitti gidiyor yüzlerce can bedava
Ah, çukurlara itilen kömürcanlar...
kömür ateşinde yüzü pişen arsızlar
parayı candan önce tutanlar
daha kaç canımızı bizden koparacaklar?
NASİHAT
ŞAHBETTİN ULUAT
Akıl küpünü boş koyma
Boş kavanoz olma çocuk
Oku, izle, öğren ve bil
Renklenmeden solma çocuk.
Ses, ritim ve müzik öğren
Madde, güç ve fizik öğren
Dil ve matematik öğren
Yanaş, uzak kalma çocuk
İnsana bak, hayvana bak
Yapana bak, yıkana bak
Atana bak, tutana bak
Kör ve sağır durma çocuk
Değer ver, akla, ilime
Takıl bilene, âlime
Güç kazan, diren zalime
İki büklüm durma çocuk
Hak, hukuk, sevgi, merhamet
Katkınla büyür, gayret et
Varlığın, çok büyük nimet
Hiç hafife alma çocuk
Emanettir sana zaman
Hem çok gerçek hem çok yalan
Gerçek tarafından kullan
Çöpe atıp durma çocuk.
SIRR-I KADİM
MUHAMMET BARAN ASLAN
Bir sırr-ı kadimdir peşinde yandığımı
Bir sırr-ı kadimdir gülüp, ağladığımız
Işıklı odalarda zulmete gark olurken
Karanlık kabirlerde nurla parladığımız
Hicaz'ın afakına dahi kök saldığımız
Akıncı Beyleriyle tepeler aştığımız
Kaptan-ı Deryalarla denizler yardığımız
Destanlar yazdığımız, demirler dövdüğümüz
Ülkümüzdür doğunun büyük bozkırlarında
Hak ve diriliş için can verip aldığımız!
Bu sır ki evliyanın, asfiyanın sırrıdır
O ki daire sırrı, nakşı, ihvan sırrıdır...
Öyle çilekeşleri var ki bu kor davanın
Çileyi çekenlerin ismi yok cismi yok
Bu yolda koşanların izi yok, kokusu yok!
Sizler ey süslü leşler, paslı çeneler ile
Dünyanın üzerine çekip bir beyaz perde
Mitingler düzenleyip, nutuklar verseniz de
Bir nefeslik canınız var sizin de unutmayın!
Her tiran tahtı ile yıkılır unutmayın!
Kağıtlar, kantarlarca kan emip değer alan
Kalemler, kalelerce kelleyi mankurt yapan
Silahtır pençenizde ahir zamanda biliriz
Bizler bir kere ölür bin defa diriliriz
Çiğneriz, çiğneniriz, yolumuzdan dönmeyiz!
Bu yol alperenlerin, gaziyanın yoludur
İstiklâl-i Kudüs'tür, Ehl-i Beyt'in yoludur
Devlet-i Aliye'dir, Ocağ-ı Peygamber'dir
Bu davada kaç kapı kaç manaya açılır?
Bu davada bilinmez kim pirdir, kim ahidir
Ama elbet duyulur Baranî kısık sesin
Bir ordu gelir taşır sancağını göklerin
Mazimizi unutan o cani ehl-i salibin
Silahları düşer de gün be gün ellerinden
O dem marşlar söyleyip yol alırsın yeniden!
SEN YAŞAT
AYŞEGÜL AYAZ
Bırak, dağınık kalsın odam
giysilerim, saçım, başım
masada bıraktığım sigara küllerim
Bırak her şey olduğu gibi kalsın
hiçbir önemi yok
sen doğ karanlık dünyama
Kapıyı çalmadan gir içeri
in usulca bir öpücük kondur
ve uzan yanı başıma
ruhumun ruhuna ihtiyacı var
Sen topla dağınık saçlarımı,
darmadağın yüreğimi
yağmur gibi yağ üzerime
her damlan cennetim olsun.
Akıp giden zamana inat
sen yaşat yaşamadığım ne varsa.
ON YEDİ YAŞIM GİDİŞİNİ UNUTMAYACAK
YAPRAK TÜRKELİ
Senin için filizlenen sevgim günden güne beni üzmeye başlıyor. Sanırım artık soğuma evresindeyim.
O çığlıklar her gün yankılanıyor yüreğimde. Son bulmasını istedikçe çoğalmaya başlıyor sancılar. Hüngür hüngür ağladıktan sonra gülmeye başlamak günlük rutinim olmuşta yeni farkına varıyorum.O gece sen gittiğinde 17 yaşındaydım. Avazım çıktığı kadar bağırıp feryat etmiştim yokluğuna. Sonra ne mi oldu? Sabahına yorgun gözlerle sokağa çıktım, önce bir iç çektim ve sonra kaldırımın üzerinde seni bekledim. Soğuk içime işlemiş olsa gerek dişlerim birbirine değiyor, çıkan her ses titretiyordu bedenimi.
İşte o an anladım gelmeyeceğini! Yüreğim aklıma meydan okumaya devam ediyordu. Saat epeyce ilerlemiş lakin sen hâlâ yoksun. Ellerimi cebime koyup ağır adımlarla ilerledim. Gözlerim buğulanıyor, yürüdüğümyolu görmüyorum. Bir hışımla ellerimi cebimden çıkarıp “Artık gelmesende olur. Bu çocuk epeyce kırgın ve kırgınlık değişimin başlangıcıdır." dedim. Eve döndüğümde hemen aynanın karşısına geçtim kendime söz verdim. "Gidenin arkasından ağlayıpgözlerime acı çektirmeyeceğim.Bazı gidişler çaresizliktendir ama sen isteyerek kapıyı kapattın." Seven bir yolunu buluyordu, sevmeyene merhem olsan neye yarardı?
Eğer gelecek olursan 17 yaşıma uğra! Ağlayan gözlerimden öp. Gelmeni bekleyen küçüğüne bir çocukluk borçlusun. Olur ya bakamazsan yüzüme sana söylediğim sözleri hatırla! O çocuk büyüdü, kendine bir yol çizdi. Şimdi gelsen 17 yaşında ardında bıraktığın küçüğünü bulamazsın. Ben onun sızlayan yüreğine buse kondurdum. Ona travmalarını hatırlatıp küçüklüğüne teslim etmişsin. Peki ya sen küçüğünü böyle mi sevdin? Gözlerinin kahvesini özlemişsindir diye düşündüm ama herkes gibi bende yanıldım. O çocuk gözlerinin kahvesinden sana sunarken sen gidişlerin en acımasızını sundun. O değil de sen sindirebilir misin olanları? Yine de güzel şeyleri düşünüp çiçekleri sulamak gerek. Hayatın kaosunu bir kenara bırakıp sevmeye de zaman ayırmak gerekir. Günün birinde canın yansa ağlayan gözlerin ahını hatırlayacaksın. Derler ya ne ekersen onu biçersin.
Tam olarak o noktadayız. Bir duvarın köşesine çökmüş, elleriyle kulaklarını kapatmış öylece "Allah'ım sabah çabuk olsun." diyen birini bu kadar kolay yenemezsin. Kimisinin en büyük yarası ailesi olurmuş. Küçüğünde bunu yaşadı. Kendi aranızda olan husumetin hengamesinden onu unuttunuz. Kabuslar da biter, tıpkı rüyalar gibi.
HAYAT SANA GÜZEL
RAMAZAN SEYDAOĞLU
Ne çok isterim bir bilsen seni, işveyle bakan canan.
Lakin ben panzehrini zehirden önce yutan naçarım. Karanlıklar ve sancılar içinde kıvranır dururum. Seninle yeniden doğsun isterim bir güneş şuası. Yosun bağlamış duygularıma heyecan için, zor basamaklarında tırmanmak için hayatı, ince dudaklarından eksik etme ey sevgili mutluluk duası…
Yıkılmak üzereyim kendi altımda. Yığılmış kalmışım yıllardır. Her gelen bir ton koydu. Her koyan bir daha koydu. Yüreğime telkinde bulundukça artan sabrım kalmadı, dizlerimde derman tükendi. Yıkılmak üzereyim ey sevgili! Bir selvi gibi dayanmak istiyorum boyuna.. Desen desen hayatın biliyorum. Hayat sana güzel. Bir renk de ben olarak kat duvarına. Tükenmek üzere olan canıma bir yudum can versin bakışların canan.
İçimdeki tutsak kuşlar seni bekler. Oysa bilirsin ki kuşlar özgürdür. Gel azade kıl, salıver şiirlerimi... Bir melodi gibi sinsin geceye sesin!Rüzgâra denize söyle şarkılarını, taş duvarlar ne anlasın! Kendime gelmem için sal nefesin!Bilinmez bir diyardaydım dalgındım yürüyordum. Kendimi ararken içimde kaybolmuşum sevgili!
Fırtınalara kapılmış savrulurken seni buldum. O kadar hayat doluydun ki irkildim… Korktum, kaçtım köprü altlarına… Hayır olamazdı bunu bana yapamazdı bu şehir!Kimdin, melek mi, peri mi?Benden ne istiyorsun ey yaşam?Etiketini taşımaktan bıktım yakamdan al.
Al, sök yakamdan kullanmak istemediğim rozetini. Apoletler, rozetler, etiketler, yaka kartları, boyun bağları, şallar, başörtüler… rengarenk, al al, sırma saçak bayraklar. Yeşil otlar, ağaçlar, saksılar, çiçekler, çiçekler, çiçekler. Çiçekler içinde en güzel çiçekler. Çiçekler içinde bir sen varsın çiçek gibi. Diğerleri hepsi…. Evet çiçekler… Evet çiçekler ve çiçekler içinde sarmal sarmal çiçekler. Çiçekler içinde yine çiçekler… Bırakma tut ellerimi çiçekler içimde düşecekler. Bilmiyorsun biliyorum, seni sayıklamamın o kadar çok nedeni var ki sevgili!
Sahillerde yükünü almış, yelkeni kırık bir gemiyim. Seni bekliyorum. Denizaşırı diyarlarda, enginlerde fırtınalar da beni. Yalnız açılamam deryalara. Gün batmadan çık gel karanlıkları yırtarak sevgili. Tut ellerimden beyaz sular bekler bizi... Rengarenk basmanı giy. Eteklerini sürükleye sürükleye gel. Bir sarhoşum ayılmak istemem sevgili.. Gülüşlerini yüzüne tuttur, bakışlarınla buluştur gamzelerini, gülümseyerek gel. Gülümseyerek, gülümseyerek her karesinde hayatın sevgili... Gü-lü-m-se-ye-rek gel, gü…
Bir sinir küpüyüm şimdi. Yanımda poz verme hayata. Hayat sana güzel biliyorum, bana ne haltlar düşmüş bir bilsen. Yeşillikler, sarmaşık yapraklar şeklinde önünde uzayıp giderken hayat, bana taş duvarlar, zıkkım karası balçıklar kalıyor sevgili. Rengârenk kırmızı bir gülümsemedir istediğim. Keskin bir sitem küpüyüm, ağaç dikme içime. İçimde ekşimiş öfkelerim var. Tüm sevgilerimi, aşklarımı sakladığım tenha izbe köşelerim var, okunmamış, pullanmamış mektuplarım var. Gecelere yaktığım ağıtlarım var. Serencamıma dizdiğim küfürlerim var. Gözbebeğimden esirgediğim de sevmeye doyamadığım sevgilerin bırakıp gittikleri acılarım var. Acılara teşne yüreğimde geceler boyu çekilen sancılarım var. Kapıları henüz açılmamış kâbuslarım var. Bana dayanak bulamazsan yıkım yıkım yıkılacak duvarlarım var.
Köhnemiş mısralar içinde yeniden yeşerecek taze bir fidan olmaya namzetsen gel usul usul. Bir fasıl da senin için dizeyim. Bir ney de senin için çalayım sevgili. Bir neyzen olayım hayatın en mahrem anlarında, bir nağme olayım kulaklarında. Bana gülümsemeni verirsen canım veririm yollarına. Alırsan beni yaban ellerden, sılama ulaştırırsan sevgili, sana neler yapmam ki bir bilsen… Süreyya’dan yıldızlar toplar taç yaparım saçlarına, ayın ondördünden kandillerim dizerim yollarına. Güneş tozundan huzmeler dökerim avuçlarına. Şarkılar dizer, şiirler mırıldanırım.
Yüreğim seni bekler sevgili. Karanlıkları yırtarak gel. Bilirim hayat güzel sana, lakin bir elif miktarı da gül bana.