ANILARIM ISLANDI
MEHMET İŞLEYEN
Anılarım ıslandı
halbuki
nisan yağmurları gideli
eylül olmuştu
sana adadığım
gül kokulu mayıs sabahlarını
şimdi kasım soğukları
gecelerinde titreyerek
yalınız ıslanıyorum
Islandı...
bakışlarında ısındığım
gülüşlerin…
şimdi titreyen avuçlarımda
sırılsıklam
Anılarım avuçlarımda
sen kalbimde
sana ıslatıyorum
Islanıyorum
görmüyorsun
bakmıyorsun...
insafsızca bırakıp
gidiyorsun.
GÖZLERİ ŞİİR KOKAN: DELÂL
MEHMET ALİ ALUÇ
İçimin derinliklerine
ciğerlerime çektiğim
en güzel kokuydu
gözlerinin kokusu
okuduğum her şiir
gözlerini hatırlatır
çünkügözlerin şiir kokardı doğrusu
okuduğum her kitap; seni
okuduğum her ayet
Allah'ın sana bahşettiği
ruh güzelliğini yansıtır
vetüm masal ustaları;
seni anlatır Delâl !..
Ve gözler,o gözlerin var ya
buram buram şiir kokar
her şiir;gözlerinin sakladıklarını yazar
ben gözlerini, sen şiir kokla
karıştırıp yoğuralım
saçalım etrafımıza...
serpelim doğuya ve batıya
koklasın bütün dünya
Ve dönüp şiir okuyalım birbirimize
sonra !..her esen rüzgâr
ulaştırırdı göz kokunuzu
o kokuya hasret kalanlara…
Ve eyy yüreğimin yarısı
ve sen Delâl,
çok kalır mısın orda
yeter artık anlayın
seslendim oğluma
seslendim Delâl'ıma !..
SENDEN KALAN
EYÜP CÜCE
Üzüm gözlüm, bu kaçıncı mektubum
Elimde bir zarfı, bir de pul kaldı
Hazan vurdu yüreğime, mağlubum
Gülşenimde bir kurumuş gül kaldı
Yazmam dedim, kasem ettim, şart ettim
Gene yazdım, anla işte, halt ettim
Senin için çok devleri alt ettim
Bittim artık, sanma bende hal kaldı
Yola düştüm, yakın, ırak sormadım
Diyar diyar gezdim, durak sormadım
Sıratı geçmeye burak sormadım
Bir ömürden, sona ermiş yol kaldı
Bekle desen bana yeterdi ama
Sükût ettin, ateş saldın şurama
Bende tahammüle takat arama
Heyhat! Sende bir lal olmuş dil kaldı
Döndüm bir kovansız arıya şimdi
Aşk bayrağım indi yarıya şimdi
Yaktığın ateşten geriye şimdi
Biraz duman kaldı, biraz kül kaldı
Zaman bana zalim, zaman bana sert
Bitmedi sevdandan yüklendiğim dert
Gel be üzüm gözlüm, gülmesin namert
Cüce'de bir dirhem tahammül kaldı.
“CANANA ŞİİRLER” Mİ? O BİR “CANAN FIRTINASI”
ABDURRAHMAN ADIYAN
“Bilgenin Günlüğü” ile “Canana Şiirler” hikmetin ve yalnızlığın gergefinde aşk ve bilgelikle işlenmiş, aynı zamanın sarmalına dolanmış, iki güzel eser. Müştehir Karakaya, Bilgenin Günlüğü’ne 151. gün başlamıştı, hatırlayanlar olacaktır (en çok da kendisi) kitap hakkındaki değini yazımda; “Tanıdığım, bildiğim Müştehir Karakaya koskoca yüz elli günü boşa geçirmiş olamaz. Yazmama grevine mi girdi? Böyle bir şansı hiç yok. Bir yerlere damıtmıştır mutlaka duygularını, bir yerlerden ipuçları, belki günlüğün içinden bir işaret, bir nişan, bir iz, bulabiliriz, ne dersiniz?” diye irdelemiştim. “180. Gün”deki “Sone” ve “Bilge” bana burada aradığım yüz elli günün sırrını vermişti.” İşte, Sone: “sana sensiz ağlayışım içim dışım zâr benim /halden garip bir nesneyim intizarım ar benim /hiç kimse de dağdağamı anlamadı sözlerden /ürkek bir güvercin diye sarılası yâr benim.” diyordu, şair.
Kitap, iki bölümden, daha doğrusu iki uzun şiirden oluşmakta; birincisi: Canana Şiirler, 25 şiirden, ikincisi: Canana Soneler ise 6 şiirden müteşekkil. Canana Şiirler, 64 sayfa, Mayıs 2014’de Aramis Yayınları tarafından yayımlanmış.‘Bilgenin Günlüğü’nden alıntıladığım sone, bu kitabın ikinci sonesi. Bu düşüncemi ‘Canana Şiirler’in daha ilk şiiri ve hatta ilk mısraları, bakın nasıl da destekliyor, pekiştiriyor. Şair söylesin: “kalbimi böyle kırma /cananım dayanamam /güneş bir kez gülümsemez güleç yüzüyle /ben dedim ya hep sana /tersine akan bir ırmağım /yakınsan da gözlerime, ulaşamam.”
Müştehir Karakaya’nın şimdiye dek yayımladığı dokuz şiir kitabında, (Toplu Şiirler -zaman gergefinde kitabeler-) aşk veya kadın temalı şiirlerine çok az rastladım. Ondan olsa gerek Müştehir Karakaya’ya “bilgelik” veya “delilik” daha çok yakışası. Peki, neden şimdi “Canana Şiirler” dökülüyor o deli/bilge yürekten? Şiirlerimde aşk ve kadın teması yok, diye bir iç dürtü mü? Okurun talebi, beklentisi mi? Yoksa aşkla başı belâda mı? Şair, kelimeler ülkesinin padişahı olsa da nihayetinde insan! O da her fani gibi yer-içer, uyur-gezer, düşünür-yanılır. Aşka akar, aşka kanar, aşkla saklanır, aşkla aklanır, aşkla aşk/lanır... Aşk olur. Şairler de insan, sever, âşık olur, hatta aşk eksik olmayası onlarda. Belki sadece adres değişesi... Aşk olsun! Şair de insan, bilge de insan! Şair ve bilge hem de âşık, işte, insan bu! Bu âşık şair; sevdaya kırgın, aşka kızgın, kelimelerle barışık... Bu bilge şair, mahcup âşık... Eylül yüklüydü; muhtemelen şimdilerde aşk yüklü.
İmgelerin bilge bahçıvanı, bu eserinde kalp dilinden devşirdiği imgeleri, cananın gönül bahçesinde bir bülbül gibi şakır. Biliyorsunuz, canan: “sevgili” demektir.
Müştehir Karakaya, sevgiliye bir kostüm biçmiş, dikmiş; adı: Canan... Öyle ki Canan’a her fırsatta “ah” ile seslenir, “ah canan, dilimde cananımsın” der, “ah cananım say ki ben bir karıncayım” demekle kalmaz, ”ah can diye can veren cananım olasın” da der, ardından “ah ki canan diye seslendiğim yâr” diye serzenişte bulunur ve canana sorar, “hangi celladın ipi ah” hem de iki kez. “Ah cananım gözlerimi oy” derken, o şüpheci sorusunu da sormaktan geri kalmaz, “ah söyle sen benim nasibim misin?” Anlaşılan cananın kim olduğunu da merak etmektedir, “ah canan dediğim kim?” diye sorduğu da kendisidir, sonuç tam dokuz kez bu temrinlerle seslenir, onuncusunda: “ah tanrım /seni de seviyorum” der, sükûta erer diyeceğim ama pek olası değil. Çünkü kitap boyunca tam elli iki mısrada “canan” hitabı geçer. Bir örnek: “sonunda yusuf kıldım kendimi /kuyudayım cananım /mısır’a sultan için bana bir kervan gerek” Bir başka istatistik bilgi ise “canan” ile “can” kelimelerinin seksen üçü bulduğudur. Burada, şairin yüreğinde kopan fırtınayı görmemek mümkün değil.
Metin Önal Mengüşoğlu “Son Açık Mektup” -Rasim Özdenören’e- yazısında (Umran Dergisi, Nisan 2014, 236.sayı) üç ayrı kitabın kapağını daha doğrusu defterlerin kapağını görsel olarak vermiş: “Canan Fırtınası”, “Hüsran Yüklü Trenler” ve “Bir Mısra Kaldı”. Diyor ki; “Defterlerdeki şiirlerin hiçbirisi maalesef kitaplarıma girebilme cesareti gösteremedi. Arşivde boynu bükük belki de bu günü bekliyorlardı.” Ben, Canana Şiirlerde âşığı/şairi toza-dumana çeviren fırtınayı gördüğümden, yazı başlığımın diğer yarı kısmına “canan fırtınası”nı miri malı olarak aldım. Vakti zamanında Mengüşoğluda o fırtınadan gelip geçmiş fakat “Şiirleri tabii ki göstermeyeceğim.” diyor.
İsmet Özel, Müştehir Karakaya için “Kendisinde olanın yüzde onunu sarf edebiliyor ancak.” demiş. Aman Allah’ım! Ya hepsini yazsaydı, ne olurdu, demekten alamıyor insan kendisini. Latife bir yana, Müştehir Karakaya denince akla “kardelen” gelmez mi? Gelir elbette, ama “Canana Şiirler” Nisan-Mayıs 2007’de yazıldığı için “kardelen” üç kez gelebilmiştir bu mevsimde; “say kardelen çiçeğiyim /bir kış günü doğmuştum /baharda öleceğim”. Peki, “gece”? O da, on bir kez onurlandırmıştır uykusuz gecelerini şairin. “Kelimelerime su içir cananım /aşk sarhoşu bir geceye diş bile /ben çiçekleri öksüz bırakan kahpeyim” der. Şair, “yağmur”a on sağanak boşaltmadan, “her nisanın yağmuru ıslatmadı bu canı /canan dediğim yağmur boran gibi yağdı da /felek senin bahtın yok /topla kırıklarımı” demiş olsa da “ben yağmurların efendisiyim” demeyi ihmal etmemiş, hükmünü koymuştur. Aşk, şairi kör kuyulara indiresiye sarıp sarmalamış, Tanrı’ya yakarışlardadır, der ki; “canana meylim senin meylinden neş’et /bu günahsa günahımla yak /ayıpsa ört /sen yusuf ol dedin kuluna /ve yusuf oldum /şimdi paramparçayım /ruhum şımarık bir köle gibi /zincirlerini yokluyor”. Bu kez şair, “Yusuf ile dört kez, ama derin, sarsıcı gelir; kısa, net, vurucu tespitlerle... Kitap, âdeta Canan’la bir iç konuşma, sanki şiir ırmağında, say ki ırmağın suyunu âşığın gözyaşından beslediği; “işte şimdi yolun sonuna geliyorum /içimdeki tüm şelaleleri akıttım /göz çukurlarım nasipsiz kaldı” demek, düşerse bir âşığın/şairin dimağına... Şaire, “göz” on sekiz kez görünmüştür. Son bir merak: “bir” kelimesi, tam yüz elli üç yerde “bir”liğini icra edip durmuş. Burada “bir” kelimesini durup düşünmemek elde değil, bu tekrara düş(me)mek mi? Neden bu kadar “bir”? Ama şair için “bir” kelimesi âdeta dizenin cümle kapısı, onunla giriyor şiirin ruhuna, dünyasına. Birkaç örnek: “bir habil tutkusu var işaret parmağımda”, “bir muhannet kapısında /say ki ben sürgündeyim”, “bir peygamber buyruğu gibi /boyun eğeyim” gibi...
Halil Cibran, “Her erkek iki kadına âşık olur: Biri hayalinin yarattığı, diğeri henüz doğmamış olana.” der. Şairler, ikinci seçenekte olmalı. Ama elbette sevgili özeldir, küsülse de dargın olunsa da aslında ona “git” denilmiyor, eğer ki kalpten sevmişseniz sadece küs oluyorsunuz; ama ufacık bir sesine kulaklarınız, yüreğiniz rikkat kesilir, alıcılara sırtınız dönük olsa da kalbinizin frekansı onun ibresindedir hep. Bakın, “bir sitemle bin yaramı sağalt da /dünyanın çarkına düşmesin yalan” demiş. Fakat son sonede, “sitem yok kırgınlık da, halimden de memnunum /baksan da bakmasan da bilirim için aşktır” diyecektir.
Şairden sevgili olmaz. Onun kıskanç mı kıskanç bir uzatmalı sevgilisi var zaten. Gülünün üstüne gül istemez. Kumaya tahammülü yoktur. Kedi gibi tırmalar şairin elini yüzünü; hayır, hayır kelimelerini. Şairin sevgilisi şiir; şiir ki sevgiliyi kimselere kaptırmaz. Onun ne çok uykularını bölmüş, parçalamıştır, bir bilseniz!
Şairden âşık olur mu? Peki, bilgeden âşık olur mu? Sevgili aşkı yaşamak ister; bilge, aşka dair kehanette bulunur. Sevgili aşkı yaşamak ister; şair, kelimelerle aşk serenadı yapar. Hâsıl-ı kelâm şairden de bilgeden de sevgili olmaz; biri kelimelere, şiire kaptırmıştır yakasını; diğeri bilgi ummanına dalmıştır, tıpkı dalgıç misali. Şimdi sahilde bekleyedursun olası sevgili. Bilge aşkı bilmez, aşk bilgeliğe gelmez. Şair ve bilge... Bir de Müştehir, üstüne üstlük Canana Şiirler... Son sözü, şair desin:
“Bin üryansız söz geçti yüzün yüzüme yakın
Anladım benim derdim bir canan yüzü bulmak”.
BİR PENCERE'DEN ÇOK YILDIZ GÖRÜNÜR
FUAT OSKAY
Ya eserisin düşüncelerinin ya da esiri. Nasıl düşünüyorsan öyle bir varoluş içerisindesin.
Hayat boşluk ve kararsızlıktan hazzetmez. Oturup olacakları beklemek sığ bir kader anlayışıdır.
Der ki Şems: "Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten "ne yapalım, kaderimiz böyle!" deyip boyun bükmek cehaletin göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin."
Hayat zorluklarıyla başa çıkma mücadelesinde tarihin gelmiş geçmiş en büyük komutanlarından birisi Kartacalı Hannibal'dır.
Soğuk bir kış mevsiminde emrindeki doksanbin kişilik ordusu ve binlerce fille Alp dağlarının geçit vermez sarp yamaçlarına vardığında umutsuzluğa kapılan ordusuna ünlü komutan şu sözle seslenir:"Ya bir yol bulacağız ya da bir yol yapacağız."
Yedibin kişilik ordusuyla Septe Boğazı'nı geçerek İspanya'ya ulaşan Tarık Bin Ziyad zafer için bütün gemileri yakar. Fatih Sultan Mehmet ise başka bir yol bularak gemileri karadan yürütüp denize indirir.
Düşünce ise ruh bulmak için inanca yaslanır. Hayat mücadelesinde insan aklıyla sefere çıkar; zafere ancak kalbiyle varır.
EKİME VEDA
OSMAN ERDAL
Gelmese de içimden ekimi bırakasım
Takvimler gösteriyor bugün olmuş 1 Kasım
Gözlerimi dünyaya son baharda açmışım
Ben nisanı seçerdim olsa idi takasım
Gazelleri görürüm yürüdüğüm yollarda
Ölüm ile aramda çok daraldı makasım
Beni hiç anlamaz ki çorak olmuş sığ yerler
Var şimdi ırmak gibi bir ummana akasım
Yüzümde derin izler hayatın labirenti
Gelmiyor şimdi artık hiç aynaya bakasım
Anladım bunca yıldır ben bana engelmişim
Sel olup da bendimi yıkasım var yıkasım
İçimden gelmese de ekimi bırakasım
Takvimler gösteriyor bugün olmuş 1 Kasım.
ÖYLE GÜZEL Kİ
ŞÜKRULLAH YAVUZER
Hasretin dayıyor yine namlusunu
yüreğimin şakağına
teslim oluyorum,
özleminin yangınına
seni özlemek öyle güzel ki...
Sen gelince;
ne güzel olurum seninle
bir cebim şeker,
bir cebim harçlık dolu
üstüm başım fiyakalı
ayağımda iskarpin
saçlarım tıraşlı
keyfim yerinde
sen gelince bende,
bir bayram sabahı mutluluğu...
Ne güzel olurum seninle
kessinler başımı,
bir parmak iziyle,
düşeyim alnının orta yerine.
sana kurban olayım demek,
öyle güzel ki...
Sesini duyunca;
nasıl da kanatlanır yüreğim
bir yudum sevgiyle bakınca
nasıl da güler içi gözlerimin
nasıl da güzel olurum seninle
sevildiğinden emin olmak
öyle güzel ki...
Ellerinde taze ekmek sıcaklığı,
bakışlarında zühre yıldızı
sen tutunca ellerim
bir güneşim olur avuçlarımda
ellerini tutmak öyle güzel ki...
Gel seninle varalım,
mutluluklar diyarına
bir tohum gibi düşelim
papatyalar arasına
çocuklar gibi dalalım
gelincik tarlalarına
üzerimize yağsın
sevda yağmurları
senle yağmurlarda ıslanmak,
öyle güzel ki...
Mevsimleri boyayalım
renkten renge
el salla ateş yakan çobanlara
saçların yön versinesen rüzgâra
kuşlar bulut taşısın
üstümüze kanatlarıyla
seninle kanatsız uçmak
öyle güzel ki...
Sen konuş,
dudaklarından süzülen
kelimelere dokunayım
nefesin ateş üflesin zemherime
kül olayım
sen topla papatyaları
ben saçlarına taç yapayım
çoban çeşmesinde
su içtiğin avuçlarından öpeyim
sen gel, böyle çocuk kalayı
seninle çocuk olma
öyle güzel ki...
Sen gelince
ne güzel olurum sevgili
bir cebim şeker,
bir cebim harçlık dolu
üstüm başım fiyakalı
ayağımda iskarpin
saçlarım tıraşlı
keyfim yerinde
sen gelince bende
bir bayram sabahı mutluluğu...
Ne güzel olurum seninle
kessinler başımı,
bir parmak iziyle
düşeyim alnının orta yerine
sana kurban olayım demek
öyle güzel ki...
KAÇ YOL
TALİP ÇAKIR
Kaç yol ağlamaklı olmuş üstat
Kaç yıl ağlamaklı olmuş geceleri
Şiir mi dizeleri mi roman mı yoksa
Uzak kalışı ne ağır gelirmiş oysa
Ahmed Arif ve Adiloş bebesi
Diyarbekir kalesinden seslenişi
Yazılır mı söylenir mi okunur mu ?
Bir Adiloş bize yetmez mi ?
Kimimiz hançer saplar mısralara
Kimimiz kurşun sıkar
Şiir yazılı topraklara mezar biçilir
Ahmed in kalemi Diyarbekir de çay içirir
Yasaklıymış şiir iğneliymiş sözler
Yermi yedi tane kalmış koca ömürden
Her biri başka bir şairden
Ahmed Arif in sözleri hepsi aynı gönülden
Hani kurşun sıksan geçmez geceden
Kurşunu sıkan şair gecesi yıkılan biz
Mahpus yatan o volta çeken biz
Ahmed Arif ölürse mezara biz girmez miyiz?
Can benim düş benim ellerenesi
Seller alır kayalar kopar da
Vakiti gelir kefen sararsa
Ahmed Arif öldürür beni
Hani neden Ahmed Arif
Şairden katil olur mu ?
Soran olursa, bu hokka gösterilmeli
Kirveyiz kardeşiz kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil, fukaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya, soyguncuya, hayına
Kirvem hallerimi aynı böyle yaz
BUGÜN
VEDAT YARİŞAN
Bugün
pencerelerimi sonsuza kadar açtım
seni hiç hesaplamadan
hiç düşünmeden
var olduğunu hiç hatırlamadan
Bugün saçlarının kokusunu
beynimden silip attım
hiç gocunmadan hiç yorulmadan
Bugün sana yazdığım şiirleri
birbir denize attım
ne ağlamaklı ne de kahkahayla
öyle çekinerek.
Bugün
Bendeki seni öve öve öldürdüm
anılar bir bir silindi beynimden
yüzünü unutmak için
hafızamıipe astım.