MÜŞTEHİR KARAKAYA’NIN ARAF’I
MÜCAHİT OCAKDEN
Geri sarıp tekrar dinlediğimiz kasetler vardı bizim çocukluğumuzda. Doksanlı yıllar. Dönüp dönüp dinlediğimiz. Bazı kitaplar, öyküler ve şiirler de böyle şüphesiz. İnsanda leziz bir tat bırakan, güzeli kovalayan edebiyata ve sanata dair her şey tekrar tekrar okunup söyleniyor.
Dönüp yeniden elime aldığım bir kitap Müştehir Karakaya’nın ‘Araf Şiirleri’ kitabı. Araf’ta olmamın sebebinden midir nedir? Dönüp dönüp okuyorum şiirleri.
Müştehir Karakaya’nın ‘Araf Şiirleri’ haziran ayında Çıra Yayınlarından çıktı. Kitapta 35 şiiri yer alıyor şairin. Ne yanına dönse araf olan bir şairin bu dünyada yolumuza katık olan, heybemize eşlik eden şiirleri bunlar.
Üretken bir şairin şiirleri. Şöyle ki 15 şiir kitabı var Müştehir Karakaya’nın. Tarihi romanları ve edebiyatın her alanında toplamda 40’ın üzerinde kitabı var şairin. Şair, edebiyat bir binaysa şiir çatıdır diyor bir konuşmasında. Çünkü çatı için ayrı bir ustalık gerekir. Müştehir Karakaya usta bir şairdir. Bunca kitabı olan usta bir şairi anlatmak kolay değil elbette. Fahri Tuna Edebiyat Ortamı’ndaki yazısında şöyle söylüyor şair için: “Günlük hayatı, muhabbeti, yürüyüşü, konuşması, hal hatırı, yirmi dört saati şiir olan bir tek Müştehir’i tanıdım ben. Hayatı şiir bu adamın, evet. Edası, vurguları, susuşuyla. Hüznü inkisarı haykırışıyla. Her sözü, her cevabı, her duruşuyla.”
Adem Karafilik’inİnstagram’da Müştehir Karakaya ile yaptığı söyleşiyi takip ettim. Fahri Tuna’ya katılmamak mümkün değil. Sözü, duruşu ile Araf’ta olan şair, Araf’ta olmanın ve orada kalmanın hüzün veren tarafını, imar eden tarafını anlatıyor şiirlerinde. İstanbul’dan Van’a uzanan yolculuğunu. Bu yolculuk bir Araf yolculuğu aslında. Sakallarından sızan bir hüznün yolculuğu.
“…ve” adlı şiirinde;
‘sabah sabah bir ayini kaçırdığım olmuştur
gün doğmuşsa
ben herhangi bir otogarda
herhangi bir şehirde
ulvi bir sesle ki ezan sesi bu
nereden nereye koptuğumu hatırlarken’ diyerek bir yolculuğu anlatıyor.
Yazmasam bu yaşa kadar gelmezdim diyen bir şairin “kar suyu” şiirinde şu mısralara kulak veriyoruz:
‘günahlarım ağzımda tadımlık cehennem
seni görünce, öpünce sakladığım her yerimi
kar iniyor ince ince
karbeyaz yoğuruyorum cennetimi
ağlayan gök kazanıdır beyaz
her harfime bir damla, her kelimeme nimet
şu şekilsiz yeryüzünün tam ortasında
rezillik soğuktur enseme dar gelir
kaşlarım kara benim, gözlerim bismillah’
Müştehir Karakaya, şairin Araf’ta olması gerektiğini söylüyor, şairin güneşe dokunabileceğini, yıldızları indirebileceğini anlatıyor şiirinde. “Dünyadayım ama dünyalı değilim. Ahiret adamıyım ahirette değilim. Hiçlik üzerine kurulanın mekanı olmaz” ifadeleriyle poetikasının düğümünü çözüyor.
“araf’ta bekleyen ruhun rıdvan’la halleşmesidir” adlı şiirinde
‘bilirim de ey bekçi
araftır, üşüyorum
dönmüyor tekerleğim
cehenneme bir adım cennette uzaktayım
bu durgunluk bu sabır
bana çelme takıyor
sorsan içimde ölü cemreler
baksan yabani yüzler
eh şimdi kararsızım kapımdaki ölümün’
yine aynı şiirinde;
‘ey cennetin bekçisi Rıdvan
bir gözümle baksam şu kapıdan
yıkılmaz ya irem bahçeleri
kurumaz da kevser suları
dün gece hülyalarımı askıya astım
ceplerime yamalıdır ellerim’ diyor.
Arafta olmanın zorlukları da var elbette.
Şair “tanrım ah” adlı şiirinde;
‘tanrım ah, az konuştum diye kekeme sandılar
üşürken verdim ceketimi yetime
taşa tuttular beni yüreği kara, elleri beyaz adamlar
beyaz elbiseler diktiklerini sanarak örtüleri yırtıldı
geceyi şehre sarıp ipinden kopardılar
tanrım ah, dilimden kopan kan pıhtılarını
tutup tutup veledizina kelimeler ürettiler”
“bizim öyle kirli ellerimiz yoktu” şiirinde ise;
‘bizim öyle
güneşe çalan bir yanımız yoktu
beyaz bir ata binip gitmişti yaz
içimizde lavlara batmış bir ordu
gözümüzden ise damlayan suydu
serin bir ırmaktı yıkandığımız
derdimiz çok soğuk, üşütüyordu
dağ gibi bir yüktü omuzlarımız
buzdan bir ayaz’
araf’tan umuda bir kapı aralayan şair
‘ışık bir körün içdenizindedir ya’ diyerek gurbetini sürdürüyor.
Kalemi daim olsun.
Z KUŞAĞI VE "DAYI"
NAZMİ SARAÇOĞLU
Yokluk gördük desek, " banane" dersin
cep markanı sorsak, sanane dersin
bir kahveye 20 lira ödersin
40 yıllık geçmişi bilmezsin oğul
Desek ilaç yoktu, yağ, şeker yoktu
desek ki karnımız çok nadir toktu
kuyruklarda ölen insanlar çoktu
yav dayı! he he der, gülersin oğul
Karda kışta okula yaya giderdik
ne dershane ne de etüt ederdik
yine de hukuka tıbba giderdik
zekamızla alay edersin oğul
Sağı solu belli idi gençlerin
vatan derdi idi bizim gençlerin
davası inancı vardı gençlerin
geçmişinle dalga geçersin oğul
Sabah seher vakti düşerdik yola
kimimiz işine, kimi okula
isyan yakışmazdı bilirdik kula
yatarak isyanlar eylesin oğul
Elde telefonla geçirdin ömür
geliyoruz dersin, biz "gümbür gümbür"
size göre bizler, dinazor kömür
sözlerinle bizi yakarsın oğul
Sanmayın z ile hikaye biter
alfa'lar da gelir sizleri iter
milenyum kuşağa restini çeker
o zaman bizleri anlarsın oğul
umarım çok pişman olmazsın oğul.
YAŞAMDAN KESİTLER
LEYLA ÇİÇEK
Hayattır bizi sevdiren
sevdikçe güzelleştiren
boş zaman var mıdır ki
hayat mıdır boşa giden
Hayat dediğin bir çiçektir
yıprandıkça solan
ıslandıkça açan bir çiçek
belki de çiçekten ibaretiz
sevdikçe açan ve solan.
BEYİM
ZEYNEP SÜMER
Kalbimin mimari sözünün eri
Senin gibi mahir olmalı beyim...
Senin yerin başka candan içeri
Hak eden yerini bulmalı beyim...
Bana göre sen bir koca cihansın
Bu can senden nasıl bıkıp usansın
Bırak cümle alem hep böyle ansın
Herkes senden ibret almalı beyim...
Yiğidin hasına kötü huy dolmaz
Bazı çiçekler var kışın da solmaz
Her ananın böyle evlâdı olmaz
Her zaman sevilip, gülmeli beyim...
Sözlerim yetersiz kalemim naçar
Baktıkça gözlerin ufkumu açar
Karanlık dünyama ışıklar saçar
Bu aşkı ikiye bölmeli beyim...
Bir canım var sana bin feda olsun
Merhametin gani, vefası bolsun
Güneşim,ışığím bana düz yolsun
Allah'ım ölümsüz kılmalı beyim...
Evimin gülşeni ala gülüsün
Ne güzel babasın sevgi dolusun
Zeynep'in aşkına giden yolusun
Bunu cümle alem bilmeli beyim.
KİM BİLİR
GAMZE NUR ÜNAL
Sokakları sen kokan bir şehir var
bana uzak her mısrasında
seni anlatan bir şiir
nasıl özledim bir bilsen
sensizlik sanki bir cehennem
şimdi kimin şiirindesin
kim bilir?
Odaları sen kokan bir ev var
bana her saniyesinde
seni anlatan bir film
nasıl kızgınım bir bilsen
öfken bir deli nehir
şimdi hangi rüyanın meleğisin
kim bilir?
Duygusu sen kokan bir beden var
bana her nakşında
seni anlatan bir kilim
nasıl aşığım bir bilsen
mecnundan divaneyim
şimdi hangi yüreğin ritmisin
kim bilir?
BAHAR YÜZLÜM
EMİNE GÜLDEN GÜZEL
Gönül göğündü beklerken
bahara kuruluyken saatler
kıyamet vakti yaklaştı
sen hangi dakikanın koynunda uyuyakaldın
bahar yüzlüm?
Yokluğun içimde kekre bir çökelti
çöktükçe oyar içimi
an be an demlenir hüzünle
ansızın tiryakin olurum, bahar yüzlüm!
Yokluğun içimde kekre bir çökelti
çöktükçe en dibe vururum
ateş küredeyim
yandıkça çoğalır külüm
çoğaldıkça içim sen olur, bahar yüzlüm!
Oysa ben Nirvana’ya meftun,
aynalarda sırlanır hüzün
ayın şavkı parça parça keser kalbimi
ellerimse göğe ermez,
bir damla okyanus getirsin gözlerin
duanı serp çorak toprağıma
umut filizi göversin saksımda
ışık versin bağrımdan sonsuza,
bahar yüzlüm!
ÇOCUKLUĞUMUN RENGİ
NAZAN YERLİ
Ve ihtimaldir kalanlar
biraz geriye gidince yıllar
anladım kiannemden sonra
bana kalanen güzel öğretmenin
en güzel hatıralarına
selam gönderdim sana
sen gidince erken soldu
çocukluğumun rengi
çok kez düştüm yaralandı dizlerim
en son yüreğim derinden kanadı
ve bir daha tutmadı hiçbir yara bandı
Birgün garda gördüm seni
yanında oturmuş bir kaç kişi
çaldı düdük koştum koştum
yetişemedim hayallerime o günden beri
Sen gidince değişti kasımpatı yaprakları
artık eskisi gibi de değilim
büyüdüm yaş ve hayat aralığında
ama unutmadımsaçlarıma şekil verip
mısır örgüsü arasına yerleştirince papatyaları
dünyalar benim olurdu
sen şarkılar mırıldanınca eserdi rüzgarın besteleri
Şimdi ise acemisiyim yolun başında
seninle bir daha aynı gökyüzü altında
aynı yerde yaşamak var düş sokağımda
selam gönderdim sana
en güzel öğretmenin en güzel hatıralarına
MECHUL
BARIŞ ALTINTAŞ
Çizilen şu gökyüzünden, insan neden aşağı düşer ki ...Kanatlarım sığmaz içime aslında ben bilirim uçmak eylemini lakin koşmakta uçmak kadar Tanrısal değil mi?
Hem koşarken düşmezsin gökyüzünden, yeryüzünde yuvarlanıp, takılmak bir taşa belki biraz rahmanidir benim için...Gökyüzünden, kışa tohum düşer yüzüme, tamam lakin yaz olmadan tohum kışa çatlamaz ki...
Dersen ki illa kırıl ve çatla,o zaman sızmaz mı su içimize...Çürümez mi yazın tohumu kışın.Dayıcım sende bir şeyler söyler misin lütfen?Deki yani ne bileyim bu tarla kürekle sürülmez diye, ot biçilmeden saman olmaz de mesela, bir ceylan yavrusunu bir kurt doğurmaz de misal.Sanırım kendini anlatmak bir nükleer denemeye engel olmak kadar zor, ya da bir füzyon tepkimesini durdurmak gibi. Biraz matematiksel ama olsun.Beni en iyi belki de bir dağ keçisi anlar, sarp yamaçlardan gökyüzünü öperken, bir parça ot doyurur ya karnını. Beni en iyi o anlarçünkü gökyüzüne en yakın o, hemde ile korku dolu iken.
Şimdi sen diyeceksin ki yahu,kartal var,iyi de kartalın kanadı var,o uçmaktan, gökyüzünü öpmekten korkmaz ki.Dağ keçisi öyle mi, o korka korka öper gül cemalini gökyüzünün...Su akar, birvar olur, bir son bulur yaşam.Su sızar, çiçekaçar, bahar ve kış gelir, aşkyeşerir, zaman geçer lakin insan hep eskir. Eskimek alemi bu...Eskimek biraz da yeniden doğmaktır diyorum kendime. Ben anlatamıyorum belki, sen anlat hocam:
Madde düzensizliği akar, termodinamiğin 2.kanunu, ben ise sana akarım hayat boşluğunda, anlat hocam tam olarak böyle söyle. Su akar yolunu bulur ama ben seni bulamam de.
Teyzecim bana yün patik örer misin, ben akşamları çok üşüyorum, çocuklar da üşür, anneler de ...Teyze yüzün kırışmış bir çiçek taşıyor alnında hadi sen anlat...Geçti de gençlik, gelen pirüpak bir soluk ...Ellerim bilir misin bin varolmak,yüzbinler görürüm bir bedende, bir insan Ademden beri Kabil ve Habil’i taşır bendesinde, üstünde bir gömlek bir pantolon ile...Ben kendime anlatırım, lakin anlar mıyım bilemem.Merak ederim herkes mi kendisinin yabancısı bu kadar ...
Eee, hadi sen anlat o zaman bana amca...Sen anlat ey çiçeği solgun güneş ışımak hiç mi kibre kaptırmaz seni.Yavru kurbağa bari sen de bana,nasıl da bir şey iken bambaşka şeyler oldun,ne oldun böyle sahi...Bunca merhale hiç mi sokaklarını şaşırtmaz, bir ben miyim şaşkın...Bu alemin şaşkını ben miyim, hiç gökyüzünden düşmediniz mi siz?Böyle işte benim içime ışık sızar, aydınlık mıyım,dışarısı mı karanlık bilemem...
Kendimi ben anlatırım kendime, anlar mıyım bilemem...Meçhul...
YAĞMUR
HÜSEYİN ABİ
Özü aşk bahçe zakkumum
acılarınla kalıyorum, gözlerinle ağlıyorum
yağmurum tufan kopardı, ölesiye özletiyor
bu yağmurlar özletiyor
ey! kalbimi pusat eyleyen
ey! rıza sevdayı kalkan eyleyen
ey! seccadem üstünde dua eyleyen
ab-ı hayatın sonsuz nefesi,
gece mi kaplayan kirpiklerin.
bu hasret, bu hicran, bu zelzelet-üs sâa
Yaklaşıyor intiharı afetim, pranga kurulu yollarım
şehr-î ayın memleketin, zikri misal nurani ismin
ben bir divaneyim, gözlerinin perdesiyim
Ölesiye özletiyor bu yağmurlar özletiyor
susuzluktan ağlayan güvercinim
gönlüme çarpıyor kanatlarım
çığlıkları kuşanmış ölüm
dudaklarım da ismi zikrinle
bitiyor yolculuğum, tükeniyor ömrü vaktim
dönmeyeceğim, seni yaşamadan ölmeyeceğim
düşmedi kirpiğin avucuma, görmedim gözlerini
ah! gözlerin geceyi nur, şiirimi süsleyen satırların
Bendim de sensizlik, sessizlik
kalbimde çıban sürüsü, eriyor sevgi duygun
birbir soluyor ömrü çiçeklerim
rüzgârla, yıldızlarla, gözyaşıyla
karakalem bir duş göz bebeğin
Ölesiye özletiyor, bu yağmurlar özletiyor
saçlarım sırılsıklam,
yakamda kokunla ölümsüz papatya.
hıçkırıklarpeşi sıra boğazımda düğüm düğüm
içimde gözlerin ağla, taptaze menekşeler
kışında yaşıyor, baharında ruhumu teslim ediyor
hatıralara gömmeyeceğim
seni yaşamadan ölmeyeceğim
ölesiye özletiyor, bu yağmurlar özletiyor.