Van Ramazanlarından Manzaralar
Yunus Türkoğlu yazdı...
Her Ramazan ayı geldiğinde hayat meşgalesi içinde vaktin ne kadar hızla eridiğini çok açık bir şekilde müşahede ediyorum. Yılın her ayında, her mevsiminde gelip içimize ilahi huzuru nakşeden şanlı misafir. Çoğu zaman nasıl gelip gittiğini dahi anlayamadığımız rahmet ayı. Hatta nasıl devir yaptığını bile fark edemediğimiz misafir. İlkokul yıllarımda Mercimek Mahallesi’nde bir kış mevsiminde ramazanı yaşadım! Sonra baktım ki aradan otuz beş yıl gibi bir vakit akıp gitmiş ve kendimi Edremit’te buldum. Bu misafir her yıl, imsakle, sahurla, hatimle, iftarla, şifayla, yardımlaşmayla, zekâtla, fıtır sadakasıyla, fakirin halini anlamayla ve bin aydan kıymetli Kadir gecesiyle gelir ve gider. Giderken de bedeni yıkar, ruhları yıkar, günahları temizler, dargınlıkları bitirir ve unutulmaz anıları ve bayramı bize hediye edip gider…
Yine günler kısa ve hava oldukça soğuk olmalıydı, yine teravih namazına erken gidenler gürül gürül yanan sobanın yanında oturmalıydı. Yine iftara yakın Cumhuriyet Caddesi’nde burcu burcu tırnak ekmeği, çörek ve kıymalı pide kokuları olmalıydı. Yine muhtar kahveci Şeref Dizlek’in yaptığı tadına doyamadığımız çiğ köftesi ile PTT’nin önünde Türkmenoğlu mağazasının köşede, bazen de Emek Sineması’na giden sokağın köşede tezgâh açan Çalık Sokağından rahmetli Orhan ağabey de unutulmamalıydı. Yine Cadde üzerinde Ramazana has olmak üzere açılan tezgâhlarda Van çöreği satılmalıydı. Yine sahurlarda pirinç pilavı hoşaf ve çörek mutlaka olmalıydı. Yine iftara yakın fırıncı İbrahim Talay’ın fırının önünde pide kuyruğu olmalıydı. Yine sahurda tefçi maniler söylemeliydi. Bazılarının penceresinin altında birden fazla mani söylemeliydi! Kimlerin bahşiş vereceğini iyi bilmeliydi!
Yine bütün lokanta, pastane ve kahvehaneler gün boyu kapalı olmalıydı. Tek tük açık olanlarda hayâ edip pencerelerini gazete ile kapatmalıydı! Gün boyunca saygı gereği hiç kimse sokakta veya açıkta çay, sigara veya başka şeyler yiyip içmemeliydi. Yine bu rahmet ayında segâh, hüzzam, hicaz ve saba makamlarında okunan ezan ve salalar ciğerlerimizi kavurmalı bağrımızı delip geçmeliydi. Yine iftar saatinde sokaklar bomboş olmalıydı ve bir kulusüphan dışarıda görülmemeliydi. Yine ramazanın ilk günü İnci teyze komşulara keşkek dağıtmalıydı. Yine insanlar nazik olmalı, ziyaret etmeli ve ziyafet vermeliydi. Yine evde oruç tutan küçüklere iftarlıklar alınmalı, belki de bunlar sırta alınıp gezdirilmeliydi! Yine insanlar durulmalı herkes biri birine sevgiyle ve saygıyla hürmet etmeli, hiçbir asayişsizlik görülmemeliydi. Hali vakti yerinde olanlar muhtaç olanlara gözlerden ırak, gece karanlığında yiyecek içecek götürülmeliydi. İftarda yapılan yemeklerden birer kapta komşuya sunulmalıydı. Yine tadına doyulmaz kalbura bastı tatlılar yapılmalıydı…
Yine ikindiden sonra arkadaşlarla İskele’deki TRT binasının arka tarafındaki Van Kalesine kadar uzanan o muhteşem çayırlarda iftara kadar top oynasaydık, yere düşünce çimenlerin kokusunu alsaydık, eve müthiş susamış olarak gitseydik. Ezan okunur okunmaz soğuk zernebat veya kim bilir belki de nefis kehriz suyuyla iftarımızı açsaydık.
Ey mübarek ramazan ayı; her mevsimde gel, gözlerimizde renk, kulaklarımızda tilavet ve içimizde mutluluk oluver! Yine bazen iftarları Edremit’te bir bahçede çömlekte yapılan güveçle, bazen İskele’de Vangölü’nü seyrederek söğütlerin altında ayran aşıyla açsak ne olur!
Teravih namazları her gün ayrı bir camide kılınmalıydı. Yine çocuklar teravih namazından sonra mühre duvarları aşıp komşunun bahçesinden mellaki armut veya bey elması aşırmalıydı. Teravih namazlarında yaramazlık eden çocuklara ve üst katta sohbet eden bayanlara hacı amcalar kızmamalıydı. Yine teravih namazı sonrası renkli parlak jelâtin kâğıtlara sarılı akide şekerleri dağıtılmalıydı. Yine teravihleri Eski Büyük Camii, Sobacı Osman veya Sofu Baba Cami’nde kılsaydık. Yine semalar hafızların okuduğu mukabele sesleriyle çınlayıp dursaydı. Yine tekbirler alınsın müminler huşu ile namaza dursun. Yine teravihlerde ” Bakara, Ali İmran, Fussilet, Yasin, Zümer, İnşirah ve İhlâs süreleri” okunsun…
Yine camilerimizde ilk on beş gün “- Merhaba merhaba ey şehri ramazan!” son on beş gün ”-Elveda elveda ey şehri ramazan” derken; beni kâh Vangölü’nde sörf yapıyormuşum! Kâh Kurubaş tepesinden kızakla son sürat aşağıya iniyormuşum! Kâh Müküs çayında rafting yapıyormuşum! Kâh çok susamış olduğum halde iftarda Keklik Bulağı’ndan su içiyormuşum! Kâh Engil çayının kenarında oturup yeşil sularının akışının büyüsüne kapılmışım! Kâh da Van Kalesinin zirvesinde bağdaş kurup oturmuşum! Hissini en duygulu şekilde yaşatsa yaşatsa… Yine Ramazanın son haftası, her tarafta bayram hazırlıklarıyla ilgili tatlı bir telaş sürüp gitse…
Hayırlı ramazanlar…