Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

TIPKI

MUSTAFA AYYÜREK

İnsan bu asırda kalpsizdir; belki de her asırda kalpsizdi. Bunun böyle olduğunu sözcüklerle ifade edebilecek kadar bilgili ve anlatımı istenilen düzeyde açık tutmayı amaçlayacak kadar cesur değilim.

İnsan bu asırda gaddardır; belki de her asırda gaddardı. Bunu sırf acı çeksin diye başka birinin verdiği 'akıl'larda hep gördük. İnsanın sert yüzünü iliklerimize kadar hissettiğimiz kuşkusuz bir gerçek. Nahif şiirler yazamıyor ya da ince notalı ezgilere aşina olamıyoruz. Kelimeler peşi sıra dizildiğinde beklentimiz ya ters köşe olma ya da sürpriz bir sonla bitme eğilimindedir. Çünkü yaşanan yıkımın dile getirilişi ilgimizi çekmiyor. İyi ve fayda dikkate değer olmuyor artık. Bir sanat filminin damağımızda bıraktığı tat ise sadece 'dramın hazzı' olarak kalıyor. Kendimizi kahramanın yerine koyup, yaşadığı hiçbir şeyi yaşamadan zafer edasıyla sadece sona ulaşıyoruz. Sonu hiç gelmeyen sonlara!

İnsan bu asırda laf cambazıdır; belki de anlamaya kapalıdır. Çünkü hep anlaşılmak derdindedir. Oysa çağın anlayışsızlığını kurtaracak şey; sözcükleri afili kullanma özgürlüğünde değil, insan olmamızı sağlayan sadelik ve basitlikle olacaktı. Sözcükler, mizan vakti tartıya denk düşünce en edebi olanı, her şeyi ama her şeyi en detaylı tasvirleriyle müjdeleyecek ya da pişman edecek vakitte gerçekleşecektir.

... Halbuki keşfedilmesi gereken özel bir güç var. Yıkıcı olmayan, onaran - tamir eden. Bunun insana bakan tarafı eşsiz ve mükemmeldir. Sanırım... Evet evet, hiç kuşkusuz bu güç kâinatın merkezi ve en sarsılmaz kalesidir. Kaçınılmaz bir şekilde tüm güzellikleri, tüm iyi hususiyetleri, tüm iyi meziyetleri içerisinde barındırır. Varlıklar arasında sadece insanda bulunmayan ve ancak sadece insanda gerçek yansıması olan; farklılığının ve vicdanın habercisi, hayata anlam katan olumlu tarafın ta kendisidir. Toprağa sımsıkı bağlanmış asırlık çınar ya da kökleri her tarafı saracak anlayış damarı gibi. İçtenliğin, samimiyetin anlamı yitirilmemişse, bir patlamada yaralara merhem olacak, çarpışmaları engelleyecek, tüm yıkımlara dur diyecek kadar büyüktür bu güç. Kanadı kırık kuşun özgürlüğü, yetim bebeğin katıksız aşı, göğü delen dalın yükselişi, kadının - suçsuz bebeğin haykırışı, bir yaşlının umududur o. Ancak, dünyayı bu sefil ve umutsuzluk veren karanlıklardan koruması gerekiyordu. Yani insanı, bitkiyi, hayvanı; dağı - taşı. Yaşlıyı, çocuğu ve genci. Kadını, masumiyeti ve kadını. Yuvasını kaybetmiş bir karıncayı ya dadalları sırf keyif için kesilmiş bir ağacı veyahut bir kuşu. Henüz uçmayı öğrenmiş ama kanadı kırık bir kuşu korumalıydı! Ama hayır, ona sahip olmayanlar kirletti tüm bunları. Onların içinde iyilik yoktu. Onlar mahrumdu o kutsal şeyden. Onlar kötüydü.

O kötüler ezmeye, yok etmeye kalkıştılar. Bu yüzden iç âlemimiz, sınırlarımız ve anlayışımız küçük bir nokta haline geldi. Daraldı. Daraldı yollar, tıpkı kafalar gibi, çıkmaz oldu bütün sokaklar, tıpkı ilerisi olmayan gelecek gibi… İlerlemeyi, ufka ulaşmayı engelleyen duvarlar türedi kötülerle beraber. Kül oldu dünya, her şey ufaldı. Un ufak oldu. Hâlbuki küçülmesi gereken sadece mesafelerdi ve sadece çürümüş buğday ufalmalı ve bir kütük kül olmalıydı. Evet, dünya küçüldükçe insan. İnsan küçüldükçe beşer oldu. Hakikatin bize dönük yüzü küçüldükçe küçüldü. Değer verdiğimiz şeylere olan inancımız zayıfladı, kutsadıklarımız en iğrenç şekillerde alaşağı edildi. İnancımız zayıfladıkça kendini daha çok saklamaya başladı, daha derinlere doğru çekildi. Saklandı. Sadece bazılarımıza, en hisli olanlarımıza görünür oldu, gayrısından kaçtıkça kaçtı. Hâlâ kaçıp gidiyor. Yakalayamıyoruz. Gitti! Derinliklerimize doğru, en derinlerimize doğru gitti. Seslenmediğimiz için artık kulakları da tıkalı. Oysa kötülerle baş etmeye çalışmalıydık. Yapmadık. Yapamadık. Yıkıldık. Yıkılıyoruz.

Bir bebeğin bakışları kadar masumdu. Kaynağı, bebeği korur gibi korumalıydık. Bebeği korumadık... Koruma amacımız yoktu zaten. Hayallerimizde hedef için her yolun mubah olduğu gerçeği vardı. Onlar kötüydüler. Biz de kötüydük. Oysa bebek ne kadar da masumdu! Bebekler; sahiplendiği şeyi gücü olmamasına rağmen korurdu. Bunu en insani şekilde, yani ağlayarak yapardı, çığırtkanlık yaparak değil. Varlığa asla düşmanca bakmazlar ki onlar. Çünkü her iki hayatın en neşeli tarafı, hassas kuşudur onlar. İnsanın ne ten rengine ne de eksikliğine takılırlar.

Bir zamanlar biz, evet, biz, şimdinin büyükleri... Bir zamanların bebekleriydik. Anlayışlı olacağı ümit edilen, yolda yürürken bir böceği dahi ezmeyecek olan! Savaşı bir kenara bırakalım, haksız yere sesini dahi yükseltmeyecek olan… Büyüdük. Hızlı hızlı ayak uydurduk olumsuzluklara, henüz ilk adımı atarken kaybetmeye başladık o eşsiz güzelliği. Öyle yavaş ve sinsice ilerledik ki onun kutsallığını, önemini her geçen gün daha fazla kaybettik. Bize önemsiz ve işe yaramaz gelmeye başladı. Oysa insani şeylere ilgimiz vardı, kaybetmeme pahasına dövüştüğümüz. Uğruna ölüp ölüp dirildiğimiz. Bağlılığımız kaybolmaya yüz tutarken elimizde kalan son şeydi bu. Yitirdik. Yağmur yağsa da içimize, köklerimiz tekrar filizlense ya… Kendimizi kötülerin ezme ve yok etme girişimlerine karşı direnmedik. Bu yüzden iç dünyamız, sınırlarımız ve anlayışımız küçük bir noktaya indirgendi. Daraldı. Yollar daraldı, tıpkı kafalar gibi, tüm sokaklar çıkmaza gitti, tıpkı umutsuz bir gelecek gibi... Kötülerle birlikte ilerlemeyi ve ufka ulaşmayı engelleyen duvarlar ortaya çıktı. Dünya küle döndü, her şey ufaldı. Un ufak oldu. Oysa küçülmesi gereken sadece mesafelerdi ve çürümüş buğday ufalmalı, bir kütük kül olmalıydı. Evet, dünya küçüldükçe insan küçüldü. İnsan küçüldükçe sıradanlaştı. Hakikatin yüzü bizimle birlikte küçüldü.

Değer verdiğimiz şeylere olan inancımız zayıfladı, saygı duyduklarımız en iğrenç şekillerde yıkıldı. İnancımız zayıfladıkça daha çok kendimizi saklamaya başladık, daha derinlere çekildik. Saklandık. Sadece duygusal olanlarımız için görünür olduk, diğerlerinden kaçtıkça kaçtık. Hâlâ kaçıp gidiyor. Yakalayamıyoruz. Gitti! En derinlerimize, içimize doğru gitti. Artık onu çağırmadığımız için kulakları da tıkandı. Oysa kötülerle baş etmeye çalışmalıydık. Ama yapmadık. Yapamadık. Yıkıldık. Yıkılıyoruz. Bir bebeğin bakışları kadar masumdu. Onu korumalıydık, gücü olmasa bile. Bebeği korumadık... Zaten korumak niyetimiz de yoktu. Hedeflerimiz için her yolun mubah olduğu düşüncesi vardı. Onlar kötüydü. Biz de kötüydük. Oysa bebek ne kadar masumdu!

Bebekler; sahip oldukları şeyi güçleri olmasa bile korurdu. Bunu en insani şekilde, yani ağlayarak yapardı, bağırmadan. Onlar hiçbir varlığa düşmanca bakmazlar. Çünkü iki hayatın en neşeli yanı, onların hassas kanaryasıdır. İnsanın ten rengine veya eksikliklerine takılmazlar.

Bir zamanlar biz, evet, biz, şimdiki büyükler... Bir zamanların bebekleriydik. Anlayışlı olacağımız umut edilen, sadece yolda yürürken bir böceği bile ezemeyecek, savaşı bir kenara bırakalım, haksız yere bile sesimizi yükseltmeyecek olan... Büyüdük. Olumsuzluklara hızla uyum sağladık, henüz ilk adımımızı atarken o eşsiz güzelliği kaybetmeye başladık. O kadar yavaş ve sinsice ilerledik ki, onun kutsallığını ve önemini her geçen gün daha da fazla kaybettik. Önemsiz ve işe yaramaz görünmeye başladı. Oysa insani değerlere ilgimiz vardı, onu korumak için ölümüne savaştığımız. Bağlılığımız kaybolurken elimizde kalan son şeydi. Onu kaybettik. Yağmur yağsa da içimize, köklerimiz tekrar filizlense... Kendimizi yeniden keşfetsek… Tıpkı..!

 Ama… İnsan bu asırda kalpsizdir; belki de her asırda kalpsizdi. Bunun böyle olduğunu sözcüklerle ifade edebilecek kadar bilgili ve anlatımı istenilen düzeyde açık tutmayı amaçlayacak kadar cesur değilim.

Van Gölü İncileri

ANLAYACAKSIN

KAMURAN ADIYAMAN

Anlayacaksın…

Bülbül küsüp gittiğinde

Gülün yalnızlığını,

Güneş kaybolup gittiğinde

Yıldızlar söndüğünde

Zifiri karanlıkta yokluğumu

Anlayacaksın…

 

Bütün kapılar çekildiğinde

Sokaklar bile terk edilince

Kaldırımlarda yokluğumu

Anlayacaksın…

 

Bir gün ağlayışlarımı,

Haykırışlarımı duymadın ya

Mahşerin ortasında

Kalabalıklar içinde

Bir sana seslendiğimde

Anlayacaksın…

 

Gidebildiğin kadar git

İki kapılı bir handa

Bütün yollar kapanınca

Dönüşü olmayan yollarda

Beni anlayacaksın…

Van Gölü İncileri

EY İNSAN

RAMAZAN KUZHAN

Hani kâlû belâ da  söz vermiştin Rabbine

Eksiksiz uyacağım ya Rab, diye ahdine

Sana  asi olmak ne ki benim  haddime

Kılavuz olsun habibin sıratı müstakime

Hiç durmam, layık olmak için eşsiz sevgine

 

Bir  hiçken var oldun da dünyaya  geldin

Ahdine  binaen  sayısız  nimete  erdin

Bilmedin kendini, hâlbuki sen zübde-i alemdin

Bakmadın da  ahirete, hep dünyaydı  derdin

Ensende ecel, önüne  tûl-i emeller serdin

 

Oysaki  zamana yenildin sözünü unuttun

Kulluk etmedin, hep bahaneler uydurdun

Haram helal demedin, midene doldurdun

Durmadın, yüzsüzce  hep  isteyip durdun

Lakin sayılı ömrünü ne günahlarla soldurdun

 

Görmedin kendinde hiçbir zaman hata

Koştukça battın,  gırtlağına  kadar  bata

Kulluk yapmadın, diktin gözün cennete kata

Kanaati  bıraktın, amelin oldu hep  meta

Çekmedin ahiret için bir kez  bile cevr-ü cefa

 

Zamanla durmadın, hayvanlar gibi vahşileştin

Bununla da yetinmedin, bazen esfel-i safinleştin

Hiç ayık gezmedin, bu alemde hep  keştin

Unuttun bak  gayeni, güya medeni leştin

Oysa halifem demişti sana, irade-i tekvin

 

Olmayınca bir hiçsin içinde bir iman cevheri

Hiç bekleme gelmez, sağından amel defteri

Bir kez olsun ıslatmadın gözyaşlarınla seccadeleri

Köle oldun nefsine, hep suçladın kaderi

Bakar mı yüzüne, bu gidişle iki cihan serveri

 

İrfandan mahrum kalpler erer mi hiç huzura

Debelendikçe battın daima gayya-i çukura

Biliyor musun ağır olacak kıyamette fatura

İstesen de vermez, kimse amelin  hatıra

Bari gitmeden güzellikler yaz son satıra

 

O zaman hiç durma,  dön misak-i ahdine

Zerre-i miskalsin, büyüklük senin ne haddine

Kullukta  ram ol durma,  alemlerin Rabbine

Yarın geç olmadan dur de, had bilmez nefsine

O zaman hazır ol, kabirde suali münkereyn testine

Van Gölü İncileri

EYLÜL

KENAN GEZİCİ

Al işte yine sonbahar

Yine ömrümün sessizliği

Yitiyor, kayboluyor siluetlerin

İçimde kalan bir sessizliği

 

Rüzgârın yönü sağa sola değişir

Ne giyeyim diyen süslünün telaşı

Hangi liman beni yaslar

Dindirir içimdeki acıyı

Aşk iki kişiliktir hanımefendi

 

Saklandığın yer hazin

Utançtır senin için

Sesimi rüzgâr susturur

Bütün mecburiyetlerim aklımda

Bir rakibim varsa oda rüzgâr

Seni koynunda saklar

Sana ulaşabiliyor

Onun eylülü var.

Van Gölü İncileri

AGAHIM AMAN DAĞLARA

BERFİN IŞIK

Mevsim yalancı bahar değil mi devrin

Vakti sabahı gönüllü sarmış ise mevzu derun

Cemre değil iken yüreğimde mevsimin

Hiç razı değil giryanım, senden dilhun

 

Kuruyan gazel misali uçup gittin aman dağlara

Madem yoktu sevdan atın beni ahuzara

Sineme batmış hançer harımda dokuz yara

Yine dertli başımda al yazmam kara

 

Gönül kafesimde yol göstermez ahcik bana

Sızlarım sesim yankılanır taş duvara

Çekip gideceksen atma muradımı yaman yara

Alma ahımı ver sadağımı, agâhım aman yolara...

Van Gölü İncileri

CİHANNGİR

RESUL ORMAN

Amasya'da dualarla birlikte doğan güneş

Dedesi Fatih'ten birkaç anının derin izleri

Karadeniz’deki hakim ve daim gücün adı

Çeyrek asırlık hizmetin adısın sen, Selim Şah

Kemah'ta heybetli gölgen ve duruşunla

Batum'daki keskin kılıcının izleri

Çorlu’daki yenilgiyle büyüyen zaferdin sen

 

Kardeş kavgasına nihayet verensin

Önce düzen deyip şehri ve şehirleri imar ettin

Çaldıran’da haksızlığa karşı keskin bir kılıç

Mercidabık'ta ataların izinde bir savaşçı

Ridaniye’de ise hizmetkarlık mührünü alan

Asil sultan sendin Selim Han

 

Tevhit yolunda bir nefer

Hakkı kendine şiar edinmiş bir sultan

Alimin ayağında sıçrayan çamura şereftir diyen

Zamanın sultanı, alimi ve dehasısın

Şiirlerinle tarihe mâl olan sensin

Az uyup, çok okuyan ve çok çalışandın

Yılmadan, yıkılmadan can sipahinesin

Şehadetin bile kuran-ı kerim diyen

Son anında bir veliye tabi olmak âlâymış diyensin

Koca, şefkatli ve asıl olansın sultanım

Şehadetinle sular hun oldu akmakta

Gönüller ise sensiz yanmakta

Neredesin sen büyük cihangir

Yavuz Sultan Selim Han...

Van Gölü İncileri

AL SENİN OLSUN

İMDAT FAAL

Öksüz kalmış yine sararmış güller

Baharı istemem al senin olsun

Dikene dert yanmış garip bülbüller

Laleyi istemem gül senin olsun

 

Kaç Eyyüb yarası taşır bedenim

Terki diyar edip yardan gidenim

Canım çekiliyor kurumuş tenim

Buradan gidiyorum kal senin olsun

 

Çileye büründüm dost kelamında

Leyla’ya göründüm mecnun adında

Zümrüdü ankanın tek kanadında

Beni azat eyle sal senin olsun

 

Yolun sonundayım bikarar oldum

Yâri yitirmişim hep arar oldum

Vefasıza düştüm çok zarar oldum

Çoktan tükenmişim hal senin olsun

 

Ele güne sorma kovuldum zaten

Ömrüm heba oldu her günüm matem

Sendin yüreğime vurulan Hatem

Sirkeyi ver bana bal senin olsun

 

Kul İmdat’ım göçüm kervana bindi

Ayrılık hasreti içime sindi

Gönlümün bitmeyen acısı dindi

Ben bana fazlayım al senin olsun

Kırmızı istemem al senin olsun.

Van Gölü İncileri

DİYORLAR

CİVAN KAPLAN

İnsanlar içinde insan aradım

O nesil tükendi bitti diyorlar

Nasıl olur diye şoka uğradım

Hepsi ziyan oldu gitti diyorlar

 

Bir kasırga geldi yuttu yaladı

Ar edep koymadı leşe buladı

Yeşil bağımıza kuzgun taladı

Birde alay etti öttü diyorlar

 

Başa taç eyledik arsız yılanı

Dine yan bakıyor dilbaz olanı

Kim söylese iki süslü yalanı

Ahali kaz gibi yuttu diyorlar

 

Benim bu olayı aklım almadı

Şereften gururdan eser kalmadı

Lut kavminde böyle azgın olmadı

Kara yere girdi battı diyorlar

 

Allah'ın verdiği emri tutmazlar

Resul'ün çizdiği yoldan gitmezler

Ecdattan utanıp haya etmezler

Ahir zaman geldi çattı diyorlar

 

Civan'ım der kör şeytana uyarız

Kul hakkı yemeyi kârdan sayarız

Menfaat uğruna dinden cayarız

Bu devir hesaba yattı diyorlar.

Van Gölü İncileri

ÇİLELER SON BULSUN ARTIK

FEVZİ DİNÇER

Üzülmek ağlamak yakışmaz sana

Bu dertler çileler son bulsun artık

Yorulmaz gönüller sevdadan yana

Ömrümüz neşeyle can dolsun artık

 

Sevgi hoş görüyle devam etmeli

Yaşanan kötülük çekip gitmeli

İnsanız ders alıp ömür bitmeli

Ağlayan bu yüzler hep gülsün artık

 

Hayat gerçek yaşamayı bilene

Gönülden sevip de sadık olana

Yılları yad ettik dostça kalana

Bundan sonra daim hep kalsın artık

 

Çileler çekilir sevgiden yoksun

Sevgi saygı varsın kalplere aksın

Kötü bir söz dilde barınmaz çıksın

İyilikle vefa kök salsın artık

 

Ne çileler gördük genç yaşımızda

Büyükler kalmadı hiç başımızda

Dinçer'im yazılır baş taşımızda

On metre kefeni dost alsın artık.

Bakmadan Geçme