Vesikalı Vatan 2
Yağmur durmuş, her yer buram buram toprak kokuyordu. Gün boyu mahpus kaldığı bulutlar ardından göz kırpmaya başlayan güneş, fersiz ışıklarıyla Nizami Paşa konağının saçaklarını yalayarak batıyordu.
Yağmur durmuş, her yer buram buram toprak kokuyordu. Gün boyu mahpus kaldığı bulutlar ardından göz kırpmaya başlayan güneş, fersiz ışıklarıyla Nizami Paşa konağının saçaklarını yalayarak batıyordu. Akşam güneşini bir tek, konağın büyük salonu ile Kerem'in yattığı oda alıyordu. Günün son ışıklarını kaçırmamak için aksaya aksaya pencere kenarına giden Kerem, camı ardına kadar açtı ve dışarı baktı. Kaburgaları birbirine geçmiş aç bir köpek tüylerini yalıyor, kapkara bir kedi silkelenerek üzerindeki yağmur sularından kurtulmaya çalışıyor, bitlerinden mustarip iki sevimli kumru birbirlerini gagalıyordu.
Bakışlarını caddeden alıp gökyüzüne baktı Kerem. İçlerindeki tonlarca suyu boşaltarak hafifleyen bulutlar, top top yapağılar gibi ayrılmış, başka diyarlara doğru yüzüyorlardı. Gün iyiden iyiye can çekişirken, nedense canlanıyordu Kerem. Bu yüzden bir parça üşüse de pencereyi kapamadı hemen.Gerçekten de iyiydi artık. Ağır yaralı olduğu ve neredeyse hayatından ümit kesilen günler geride kalmış, Gülhane Seririyat Hastanesi'nin tabiplerini dahi şaşırtan bir süratle iyileşmişti.
Şimdilik geceleri yoklayan kuru öksürüğü vardı, biraz da aksıyordu, o kadar. Tabiplere göre, birkaç aya kalmaz aksaklığı tamamen geçecekti. Yalnız o, ayağından ziyade kulak hizasından boynuna doğru ince ve uzun bir favori gibi uzanan kılıç yarasını dert ediyordu. Denk gelip bir aynaya baksa veyahut da bir pencerede aksini görse bir düğmeye dokunulmuş gibi bir anda havası değişiyor, altındaki zemin sihirli bir halıya dönüşüyor ve onu alıp Kut'ülAmare'ye götürüyordu. Üşümeye başlamıştı. Pencereyi kapatıyordu ki yeniden kılıç yarasını gördü Kerem. Görür görmez de genç bir Arap atı gibi, elverişli rüzgâr yakalamış bir kartal gibi hatta bir şimşek gibi oraya gitmişti çoktan.