Yağmur çiseliyor
Parçalanmış gümüşten bulutların arasında ve gecenin içinde yürüyen dolunay son kez yüzünü gösteriyor yeryüzüne.
Her şey sessiz…
Kımıltısız duruyor ağaç dallarında kopup savrulmak istemeyen tunçtan, bakır rengine dönüşmüş güz yaprakları.
Paramparça bulutlar kapatıyor ayın ışığını. Ve tek tük damlalar düşüyor önce. Sonra çoğalıyorlar. Birazdan arınacak yolların, bulvarların ve kaldırımların isi, pisi. Henüz kapanmamış pencere aralıklarından süzülecek toprağın kokusu.
Yağmur ne güzeldir… Billurdan damlalar… Boşuna dememişler gökten inen huzur gibidir ana rahmine dönüşmüş yeryüzüne. Rahmettir bir nefeslik dünyanın tüm dertlerine.
Yağ yağmur, yağ!
Yıka hırslarımızı, ihtiraslarımızı, nefretlerimizi gönüllerimizden. Temizle kan ve barut kokan her yanımızı. Sustur silahların sesini, dindir evini barkını, yurdunu terki diyar eyleyenlerin acılarını.
Yağmur çiseliyor mülteci kamplarının, çadırlarının eşiğine. Ve kaldırıyor yanık yüzlü bir oğlan başını gökyüzüne:
"Nasıl da usandık mermiden, bombadan. Nasıl da hasret kaldık yağmur sessizliğine. Tanrım ölüm yerine yağmur yağdır başımıza."
Şimdi Nusaybin'e yağmur yağıyor mu? Diyorlar ki orada hapsedilmiş hayatlar. Sokakta çember bile çeviremiyor çocuklar. Baran çocuğun uçurtması kavak ağacının dallarına takılıp kalmıştı. Onu da yağmur ıslatıyor mu?
Yağmur çiseliyor.
Çoktan ışıksız bıraktı göğün karnını ay. Henüz sağılmadı bulutlar. Birazdan dinerse yağmur, yine parçalanır bulutlar ve yüzünü gösterir dolunay. Dolunay bu. Şavkı vurunca doğaya, yıldızlar seçilmez olurmuş. Ah o yıldızlar! Neden susarlar ağıtlara, hıçkırıklara? Niçin göz kırpmazlar hayata?
Bak işte dinmek üzere yağmur.
Bulutlar parçalandı. Ay en görkemli haliyle parlamaya başladı. Sahi şimdi ışığı Nusaybin'de de görülüyor mu? Sabahın erken saatlerinde sokağa çıkabilecek mi insanlar?
Baran çocuk uçurtmasını indirebilecek mi ağaç dalından?