Yarpuz yüklü dereler
Toprakkale, kale midir, dağ mıdır bilinmez. Ama birileri öyle koymuşlar adını. Bilinen odur ki Van Gölünü kuş bakışı izleten o yükseltinin doğusundan açılan kapısından en yukarılarına elli iki merdivenle çıkılır. Ve rivayet olunur ki elli iki merdivenli mağarasından gizli bir kanal yoluyla ta Van Kalesine kadar bir yol bulunur. O yol da zamanında kalenin kuşatılması olasılığı halinde içindekilerin firari kuşlar misali kaçışına planlanmıştır.
Dağın yamaçları altında zümrüt yeşili örtünün bağrında nazlı nazlı akan derenin çocuklarıydık bizler.
Askeri kışlanın kayalıklarındaki oyuklarından fışkıran ve ta Erek Dağının eteklerinden derinlere süzülen kar sularının beslediği kerhizlerle beslenen dere, önce bizim mahallenin yeşilliğine can katar sonra dolana dolana Akköprü mevkiine doğru akıp giderdi. Yağmur zamanı ve karların eridiği günlerde boz bulanık akan derenin bir üstündeki kerhizin camdan berrak suları ise boylu boyunca uzanıp dudaklarınızı dayayarak içebileceğiniz kadar temiz ve lezzetliydi. Çeşmelerden akan su yerine kerhizden taşınan sularla semaverlerin çay suyu kaynatıldığında nefis çay elde edilirdi. Kerhizlerin şehir merkezine açılan kanallarından biri Beşyol mevkiinde görünür olduğunda kentin kahvehanelerinin çay suyu olarak taşınırdı sopa uçlarına takılı tenekelerle.
Kerhizin dereye doğru akıtılan bölümünde ise yazın mahalleli hanımlar kilimlerini, halılarını yıkarlardı.
Dere şehrimizin kimi zaman piknik yeri, kimi zaman da şişelerini yüklenip, mezelerini gazete kâğıtları üzerine yayarak kafa demleyenlerin açık hava mekânı… İçki şişelerini derenin söğüt ağaçlarıyla kaplı yeşilliğinde kaynayan bulaklarına yatırıp soğutan içiciler, sarhoş olduklarında türkü söylemeye başladılar mı devreye mahallemizin ağır ablaları girer, eteklerine topladıkları yassı taşları en haylazlarımıza vererek:
"Taşlayın bu kepazeleri! Dereyi meyhaneye çevirdiler!" Diye taşa tuttururlardı.
Bir defasında rahmetli babam adak olarak aldığı keçinin ipini otlat diye elime verdiğinde nasıl olduysa huysuz keçiyi dereye kaçırmıştım. Keçi önde, ben arkasında bütün bir dereyi koşturduğumda imdadıma şişeciler yetişmiş, yakaladıkları keçinin ayaklarını bağlayarak boynuma yüklemiş:
"Bak bir de bizi taşlarsınız değil mi? Haydi kurtardın keçiyi evlat." Diye sevindirmişlerdi.
O nedenle derenin cennet yatağında kafa demleyenlere tek bir taş atmadım. Tam aksine atanlara da keçimi nasıl yakalayıp teslim ettikleri hikâyemi anlatarak vazgeçirmeye çalıştım.
Dere yaz aylarında biz mahalle çocuklarının serinlediği yerdi. Analarımız, babalarımız yasak koysalar da kaşla göz arası dereye iner, akan suyun önünü söğüt ağaçları ve dere kenarı kumu ile bentleyip havuza dönüştürerek yüzerdik. İçimizden suya girmeyen oldu mu onu da:
"Bak oğlum memelerin su gördü, yüzmezsen şişer patlar." Diye kandırırdık. Bazen inadım inat diyen arkadaşlarımız yemez, içmez; ana, babamıza ispiyonlar ve o günün akşamı bir güzel dayak yiyerek aç karınla yastığa baş koyardık.
Ercişli Rahmetli Mehmet ve Rahmetli Hamit Selen amcanın evlerinin altındaki yeşilliği sulayarak geçen dere, Topçu kışlasına ve kara dağa açılan toprak yolun köprüsünden sonra Pansumancı Mehmet amcanın kavaklıklarına kadar iner, sonra da Batıya doğru Akköprü mıntıkasına akardı.
Baharın bütün kuşların yuvası olan bu cennet alanın yazın verdiği serinlik, sonbaharda da yarattığı hazan renginin güzelliği piknik yapmak için en elverişli mesire yeriydi. Hıdrellez ve Nevruz bayramlarında kentimizin insanları en güzel giysileriyle soluğu Akköprü deresinde alırdı. Delikanlıların ve genç kızların birbirlerini görüp, beğenmeleri için bugünler birer fırsata dönüşürdü. Kavak ağaçlarına çakılarla kazılan sevdalıların isimlerinin baş harfleri ve kalp işaretleri her piknik zamanında sayıca daha bir çoğalırdı.
Bazen hesaplaşma yeri de olurdu dere…
Değerli dostum İkram Kali bir yazısında bundan söz etmişti.
Kentin bıçkın delikanlıları şehrin orta yerinde kapışmak yerine derenin adresini verirlerdi birbirlerine:
"Erkeksen dereye gel! Kozumuzu orada paylaşalım!"
Aslında öfkenin azalması için bu meydan okuma ve hodri meydan çekme iyiydi. Hasımlar dereye inen yollar boyunca soluklanır, öfkeleri geçer ve kimi zaman kol kola girerek, dost olarak geri dönerlerdi. Buna rağmen dere resti çekmek ürkütücüydü.
Şimdi o dere yok!
Önü alınmaz kırdan kente göç Van kentinin yüreğindeki yeşili çoktan betona dönüştürdü bile. O canım kavak, söğüt ağaçları yok edildi. Ucu bucağı kim bilir nerede olan serin bulaklar kuruyup kayboldu. Çirkin yapılaşma dere yatağını bile altına alıp tüketti.
Geriye ise akan o güzel derenin tortusu yerine bu birkaç anımız kaldı.