Şahbettin Uluat

Yaşasın Cumhuriyet

Şahbettin Uluat

Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına geçtiğimde televizyon kanallarının birinde Şener Şen’in başrolünü oynadığı Gönül Yarası filmi vardı.

Filmin başında uzak bir Güneydoğu Anadolu köyünde yirmi yıldan beri yapmakta olduğu görevinden emekli olan, uzun yıllar boyunca orada yaşamış olduğu için yörenin dilini de konuşan Nazım Öğretmenin o vefalı köylüler tarafından emekliliğe uğurlanması gösteriliyordu. Ömrünün önemli bir bölümünü aynı köyde geçirip köyün bir parçası haline gelmiş olan öğretmen, uğurlayanların bazılarıyla Türkçe, bazılarıyla Kürtçe vedalaşıyordu.

O bir cumhuriyet öğretmeniydi. Yaklaşık yüz yıldır Anadolu’nun en uzak köşesine kadar gidip toplumu aydınlatmış olan yüz binlerce ışık kaynağından biriydi. Çok sayıda öğrenci yetiştirmişti.

İyi bir öğretmenlik yapmıştı ki, yaşlısıyla genciyle, muhtarıyla, imamıyla, kadınıyla erkeğiyle herkesin takdirini kazanmıştı ve köydeki herkes tarafından uğurlanıyordu. O bu süreçte aynı yolu izlemiş, tayinle ya da emeklilikle çalıştığı köylerden ayrılmış binlerce başka öğretmeni de sembolik olarak temsil ediyordu.

Etnik, dini ya da başkaca farklılıkları öne çıkaran bir eğitim vermemişti, her insana eşit mesafedeydi, görev aşkıyla çalışmış, işini hakkıyla yapmıştı.

Filmi Cumhuriyet Bayramı coşkusunun yaşandığı günlerde izlemiş olmam bende bu farklı duyguları ve düşünceleri doğurmuştu.

29 Ekim 1923’de ülkemizde cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından oy birliği ile kabul edilmiş olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ülkedeki bütün eğitim kurumları bir çatı altında toplanmış, Osmanlı Devleti zamanındaki dağınıklığa son verilmişti.

Ayrıca bu kanunla eğitim herkes için laik ve parasız hale getirilirken Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için de zorunlu hale getirilmişti.

Cumhuriyet rejimi çok parçalı, dağınık etnik ve dini özellikleri olan bir toplumu aynı bayrak altında ve ortak değerler etrafında toplamıştı. Bilimin aydınlığında çağın gereklerine ve gelişmeye uygun bir yapı oluşturmaya yönelik çalışmalar vardı.

Geleneksel toplumun yerleşik alışkanlıklarını, beklentilerini, kurumlarını değiştirmek kolay değildi. Kimi süreçler ağır ve sancılı yürüyordu.

Birinci Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı Devleti’ni hasta adam olarak değerlendirip onu ortadan kaldırmak, olmuyorsa ondan parçalar koparmak için yola çıkmış olanlar, neyse ki ülkemizi İkinci Dünya Savaşı’na sokamamışlardı ama bu vazgeçtikleri anlamına gelmiyordu.

Dünyanın efendisi olmayı kafaya koymuş ve Birleşmiş Milletler örgütünün köşe koltuklarında oturmuş, kontrol iplerini paylaşmış bu birkaç ülke, elde etmiş oldukları ayrıcalıkları korumak için de önlemlerini almış, planlarını da yapmışlardı.

O planlardan bir tanesi, kontrolleri altındaki az gelişmiş kimi ülkeleri hem petrol, maden, doğal gaz gibi değerli kaynaklarını ele geçirerek hem de ticari pazar kılarak sömürmekti. Bunu zorlanmadan gerçekleştirdiler.

Diğer bir plan da gelişme potansiyeli ve direnci yüksek ülkelerde yıkıcı muhalefeti canlı tutarak kalkınmayı baltalamak, IMF’ye muhtaç kılıp ekonomik müdahalelere zemin oluşturmak;  bunlar olmuyorsa darbeleri kurgulayıp destekleyerek kukla yönetimleri iş başına getirerek doğrudan köleciliğe göre şekil değiştirmiş olan sömürü düzenlerini sürdürmekti.   

O kendinden menkul ayrıcalıklı ülkeler bu yolları dünyanın diğer ülkeleri gibi bizde de kullanabildikleri kadar kullandılar, kullanmaya çalıştılar. Genç cumhuriyetimiz son yüzyılda neredeyse her on yılda bir onlar eliyle sıkıntılar yaşadı. Ekonomik kaynaklarımız, insan kaynaklarımız ve kalkınma hızımız o dış kaynaklı eylemlerden ciddi zararlar gördü.

*

Bugün ülkemiz bulunduğu coğrafyada yönetim sistemi bakımından parlayan bir yıldızdır. Onu bu denli güçlü kılan şey de, sağlam temeller üzerine kurulmuş olan cumhuriyetimizdir.

Cumhuriyetimizin en önemli özelliklerinden biri, her inanç kesimi ile her etnik kökenden yurttaşına gerçek anlamda eşit haklar vermiş, eşit sorumluluklar yüklemiş olmasıdır.

Ülkemizde egemenlik Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade etmiş olduğu gibi kayıtsız, şartsız milletindir.

Cumhuriyetimiz bu ülkenin bütün insanlarını ortak değerler etrafında toplayıp birleştirerek gerçek anlamda yurttaş kılmış, imparatorluktan miras kalmış olan parçalı toplum yapısını güçlendirmiş, dayanıklı tek bir vücut haline getirmiştir.

Bugün için Türkiye düşmanlarının en büyük amaçları, bu güçlü ve dayanıklı bütünlüğümüze zarar vermektir.  Onlar Cumhuriyetimizin sağlamış olduğu sağlam zeminde güçlenen, gelişen, rekabet gücü artan Türkiye’den rahatsızlık duymaktadırlar.

15 Temmuz hain darbe girişimi bu rahatsızlığın eyleme dönüşmüş sonuçlarından sadece bir tanesidir.

Biz yurttaşlara düşen görev uyanık olmak, ülkemizi hedef alan çevremizdeki ateş çemberini görmek, genç kuşaklara göstermek; ilimiz, bölgemiz, inancımız, etnik kökenimiz ne olursa olsun el ele, omuz omuza verip beraberliğimizi ve cumhuriyetimizi güçlü tutmak, korumaktır.

Aksi durumda ne olur diye sormak anlamsızdır.

Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Filistin’de, Mısır’da, Doğu Türkistan’da yaşananlar ortadadır.

Yazarın Diğer Yazıları