Atatürk'ü anmak
Cem Altaylı
Bir 10 Kasımı daha geride bıraktık. Coşkuyla Anıtkabir'e koştuk.
Onun yokluğunu her bakımdan hissettik, duygulandık.
Atatürk 1881 yılında Selanik'te doğdu, Ali Rıza Efendi ve Zübeyde hanımın Mustafası olarak büyüdü. Şemsi Efendi ilkokulunda okula başladı. Selanik Askeri Rüştiyesini sonra Manastır askeri okulunu bitirdi. 1899' da İstanbul'a gelip Harbiye Mektebine girdi. 1905' de Harbiye'yi bitirip, Şam'daki 5. Orduya gönderildi. Orda Vatan ve Hürriyet adlı derneği kurdu. 1907' de Manastırdaki 3. orduya tayin edildi, ittihat ve terakki cemiyetiyle birleşti. 13 Nisan 1909' da İstanbul'da çıkan 31 Mart olayları üzerine adını verdiği Hareket Ordusunun Kurmay başkanı olarak bu kuvvetlerle İstanbul'a geldi. 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a asker çıkarması üzerine oraya gidip mücadele etti. 1912 yılında Balkan harbi çıkınca İstanbul'a dündü. Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetlerde bulundu. Sofya askeri ataşesi iken Birinci dünya savaşı çıktı. 1915 yılında Çanakkale'de Anafartalar da büyük başarılar kazandı, 31 Ekim 1918' de Yıldırım orduları komutanlığına atandı. İstanbul'da düşman donanmalarının girdiğini görünce gerekli hazırlıklarını yaparak ve amacını sadece yakın dostlarıyla paylaşarak 1919'da 19 Mayıs' ta Samsun'a çıktı.
22 Haziran 1919' da Amasya'dan bütün ulusa yayınladığı bildiride, ulusça bir olup düşmanla savaşmak, özgürlük ve bağımsızlık kazanmak gerektiğini anlattı. Erzurum kongresinden önce bütün resmi sıfat ve rütbelerini terk etti. 4 Eylül Sivas kongresinde Heyet-i Temsiliye başkanı seçildi, 23 Nisan 1920' de Ankara'da Büyük Millet Meclisini topladı. Sevr anlaşmasını Türk ulusunun tanımadığını bütün dünyaya ilan etti. Kurtuluş savaşını başlattı. 1.ve 2. İnönü savaşlarıyla Sakarya kıyılarında düşmanı ağır kayıplara uğrattı. T.B.M. merkezi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesiyle Gazi adını verdi. 26 ağustos 1922 de başlayan büyük taarruz ve 30 ağustos 1922 de kazanılan Başkomutan meydan savaşı sonucunda düşman tamamen bozuldu, kaçmaya başlayan düşman askerleri 9 Eylül de İzmir'de denize döküldü
11 Ekim 1922 de ateşkes imzalandı, böylece Türk milleti özgürlüğüne kavuştu. 29 Ekim 1923 de cumhuriyet ilan edildi ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal seçildi. 24 Kasım 1934 de T.B.M.M. ATATÜRK soyadını verdi ve o çok kısa sürede gece gündüz çalıştı halkın refahı bağımsızlığı için her alanda başarılı işlere imza attı. Halifeliği kaldırdı, din ve devlet işlerini ayırdı. Medeni kanunu çıkarttı kadınlara hakları verildi. Halkı kulluktan çıkarıp birey yaptı. Köylünün sırtından aşar denilen vergiyi kaldırdı. Köylüye para, tohum, tarım araçları verdi. Köy enstitülerini, sanat okullarını kurdu. Yeraltı zenginliklerimiz için Eti Bankı Demir Çelik Fabrikasını kurdu. Kumaş ve kundura üretimi için Sümerbank'ı kurdu.
O sadece bir kahraman askeri deha değildir. Aynı zamanda çok ileriyi gören devlet adamıdır. Bağımsızlığın ilk şartını ekonomik bağımsızlık olduğunu söylemiştir. Milleti, vatanı uğruna durmadan dinlenmeden çalışmış ve her mücadeleden zaferle çıkmıştır, ama bu yorucu hayat bünyesini yıprattı. Hasta yatağında bile memleketi için uğraşmaktan geri durmadı. Taki 10 Kasım 1938'de saat 9'u 5 geçe son nefesini verene kadar, ama bıraktığı eserler bu millete ışık tutmaya devam edecektir. Ezelden ebede bu vatan için, din için, millet için çalışan ve bu uğurda canlarını verenlere ATATÜRK ve silah arkadaşlarına Allah'tan rahmet diliyor ve hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.
Peki, onların bu ülke için yaptıklarından sonra bizler ne yaptık? Yıllarca devrimciliği parka giyip, yağlı saçlarla dolaşmak. Milliyetçiliği ise devrimci gençlere saldırıp bıyık uzatmak, ellerimizi bozkurt işaretiyle sallamak sandık.
Yıllarca; sen solcusun, sen sağcısın diyerek bu ülkeyi yıkmak isteyen iç ve dış güçler bu ülkenin civan gençlerini birbirlerine kırdırmadılar mı? Daha sonra Türk- Kürt oyununu sahneye koyup sadece müzik ve kostümleri değiştirerek 30 yıldır bu ülkenin gençlerini yok etmiyorlar mı? Ediyorlar. Bizler de toplum olarak böyle aptalca hareket ettikten sonra ne anaların gözyaşı, nede gençlerin ölümü biter.
Son gülerde ceza evlerinde açlık grevi eylemleri doğu illerinde de adı hayatı durdurma olan kepenk kapatma eylemleri oluyor. Ben merak ediyorum, bu hayatı durdurma eylemleriyle kimin hayatı duruyor? Geçmişte de ülkemiz üzerinde kirli oyunları ve emelleri olan İngilizlerin mi, Fransızların mı, Almanların mı, Belçika, Amerika, Yunan, Arap ülkeleri ve vatandaşlarının mı hayatı duruyor? Yoksa gün kazanıp, gün yiyen, Doğu Kürt kökenli vatandaşımızın mı hayatı duruyor? Biz Müslüman geçinen, zavallı ülkelerin zavallı halkları olarak peygamberimize hakaret ettikleri zamanlarda bile kendi camlarımızı çerçevesiyle indirdik. Kendi başlarımızı yardık, kendi polisimize taş attık, kendi polisimiz de kendi halkına gaz sıktı. Eylemi, taş atmak. Protestoyu, kendi camlarımızı kırmak, şehrimizi darmadağın etmek, huzur bozmak. İbadeti- Müslümanlığı, Allah'ın men ettiği her günahı işleyip sonra da ezan sesiyle camilere koşup kimin huzurunda olduğumuzu bilmeden, kokan çoraplarla, kokan ağızlarla okuduklarımızı anlamadan eğilip kalkmak zannediyoruz. Unutmayalım, burnumuzdaki sarmaşık kokusuyla güllerin kokusunu alamayız. Nasıl ki Ramazanda bir ay boyunca aç kalan Müslümanlar başka dine mensup olanların umurunda değilse, açlık grevi yapanlarda karnı tok, çok eşli edepli vatandaşlarında umurunda olmadığını bilsinler. Genç bedenlere yazık olmasın. Bu ülke olmaz ise rezil, rüsva olacak olanda yine hepimiziz. Asıl korkmamız, endişelenmemiz gereken; ülkemizin madenlerinin, limanlarının, fabrikalarının, verimli tarım arazilerinin, turistik bölgelerdeki birçok kıymetli arazilerimizin, borsamızın nihayet ekonomik gücümüzün büyük bölümünün yabancı şirketlerin elinde olmasıdır.
Asıl günün birinde onlar kepenk kapatırsa hayat nasıl dururmuş göreceğiz, ama vakit çok geç olacak.
Hoşça kalın