
Büyük Kaptan, Efsane Vanspor'u Anlatıyor -1-
Dr. Erdal Orman
(Hiç birimiz unutamadık ne Van’ı ne de Vanlıları)
Kimi futbolcular seyircisiyle öyle bir bağ kurar ki, yıllar geçse de asla unutulmazlar. Çünkü takımdaki misyonuyla, tribünlere verdiği bir selamıyla, yaptığı bir hareketiyle on binlerin gönlünü fethetmiştir…
İşte Beyefendi, mütevazı kişiliğiyle,Vanspor’un unutulmaz kaptanlarından Mevlüt Can’da bu profilde bir futbolcuydu. Kaptan Mevlüt, Vanspor’da sekiz sezon, 175 maçla (1992-2000) en uzun süre formasını giymiş, iki şampiyonluk yaşamış, iki kez de küme düşme hüznünü tatmış tek futbolcuydu…
Efsane kaptanla Antalya’da bir araya geldik. Kuş cıvıltıları eşliğinde, tepemize portakal yağarken sürdürdüğümüz bu samimi ve içten sohbetimizde kimi zaman gözlerimiz yaşardı, kimi zaman kahkahalarla güldük. Samimiyetin kalesi Kaptan Mevlüt, bazen kitabın ortasından konuştu, bazen de en güzel hayallerini bizimle paylaştı. Sohbetimize Van’da evlendiği eşi Tülay Hanım ve Van doğumlu oğlu Ender Mert’te katıldı. O güzel günleri anarken tekrar o yıllarda bir gezinti yaptık. Bir Vansporlu olarak merak ettiğim her şeyi, seyircimizle empati kurarak sormaya çalıştım. O da içtenlikle cevapladı…
-Kaptan ilk olarak Vanspor’a geliş hikâyeni bizimle paylaşır mısın?
1992-93 Sezonunda Sarıyer’den Vanspora ağlayarak gelmiştim… Çünkü Erzurum’dan Sarıyer spora yani 1 lige yeni transfer olmuşum, daha 18 yaşımdayım, hayallerime ulaşmışım...
Sezon başında Van’a hazırlık maçına gelmiştik. Maçta rahmetli Sami Abiyle, Allah mekânını cennet etsin, kavga ettik. Maçı izleyen Vali Mahmut Yılbaş maç sonrası Lütfü Polat’a ‘o kavgacı çocuğu Vanspor’da görmek istiyorum’ demiş. Sonra Polat 3 ay İstanbul’da peşimde dolaştı Sarıyer’de. En son baktım ki kurtuluş yok, uçuk bir fiyat söyledim. Ertesi gün dediğim rakam ödenince, ne ben sözümden cayabildim ne de onlar vazgeçtiler. Böylece geldim. Düşünsene 1 lige gitmişsin tekrar 2. Lige dönüyorsun. Önce Erzurum’a gittim oradan Van’a otobüsle dönüyorum. Kış, kıyamet derken tam 12 saat Ağrı Tutak’ta yolda kaldık. Ben yine doğuya geldim, bitmeyecek mi bu çilem diyerek ağlaya ağlaya Van’a geldim. Meğerse ömrümde bir daha yaşayamayacağım, hiç hayal bile edemeyeceğim, çok şahane 7 yıl beni bekliyormuş Van’da. Eşimle orada evlendim.Oğlumda orada doğdu, hiç birimiz unutamadık ne Van’ı ne de Vanlıları. Halen de görüşürüz. Ailecek gelirler, misafirimiz olurlar, yani Erzurum’la Van aynı kültürdeniz. Ömer Gülüştür 2000 sezonunda beni Rize’ye sattığında hanım gelmek istemedi. Benden günler sonra gelebildi. Çok zor ayrıldık Van’dan…
-Peki, 93 sezonu Play-Off öncesi ve sonrası takımda hava nasıldı? İşte sen varsın, Cevdet, Turgay, Hüseyin var. Önünüze geleni deviriyorsunuz, neydi o zamanki tılsım?
Ya şimdi sezon başı hazırlık maçı yapıyoruz, İskelespor’a bile yeniliyoruz. Kendi kendimize bu takım küme düşer diye düşünüyorduk… Daha henüz Hüseyin gelmemiş, Mehmet Çıplak (Alman Mehmet) ve Nejdet dışında transferlerin birçoğu yoktu. 2. lig 5. grup gibi Adana’nın iki takımı, Malatyaspor, Diyarbakırspor gibi en zorlu takımların bulunduğu gruptayız…
-Evet, bu zorlu grupta Adana’nın iki takımından (Adanaspor ve Adanademirspor)’dan içerde dışarda 4 maçın tümünü kazanıp 12 puan almıştık…
Yani takımda arkadaşlık vardı. Vanlı Nevzat’ta takımda oynuyordu, Sarıyer’den gelen Mevlüt’te oynuyordu. Turgay’ı da, Fevzi’si de, Hüseyin’i de forma giyiyordu…
İşte Play-off’a yükseldikten sonraki ilk maçta Van’da Sakaryaspor’a karşı 2-1 galip gelerek başladık. Dışarıdaki ikinci maçımız İstanbul’da Bakırköy maçıydı. Hocamız Enver Katip; ‘Eğer bu maçı alırsanız şampiyonuz’ demişti. Ve muhteşem seyircimizin de desteğiyle bu maçı da kazanmış Van’da da Aydınspor’u yenip üçte üç yapınca artık havaya girmiştik. 1 lige yükselmek için paranın, imkânların önemsiz olduğunu işte o zaman gördük, anladık.
- Hatırlıyorum, o dönem antrenman yapacak çim saha bile yoktu. Karayollarının lojmanlarının önündeki küçük çim sahada antrenman yapardınız.
Büyük paralar kazanılmıyordu o zaman. Yani Vanspor takımında en çok parayı alan da bendim futbolcular arasında. Fakat kimse demiyordu o çok para aldı o oynasın diye… Bir de güzel tarafı, ilk geldiğimiz seneler Van’ın çocukları Cevdet, Turgay, Nizamettin abiler, Murat, Nevzat, Fevzi… Bunlar gelenleri çok güzel misafir ettiler ya!
Hiçbir şekilde ulan Mevlüt Sarıyer’den geldi de, bizden çok para aldı da filan demediler. Tamamen memleket aşkıyla, profesyonelce bizi kucakladılar.
Onların çoğuyla maalesef zaman içerisinde takımınyolları ayrıldı ve daha sonra bayrağı ben devraldım. Takıma gelen herkes benim odama uğruyordu ve ben onlara o Vanlı abilerin bizde bıraktığı ortamı, arkadaşlığı anlatıyordum ve herkeste buna uyuyordu. Vanspor tesislerinde gelip görseydiniz, aşağı da 5 yukarı da 5 olmak üzere toplam 10-12 tane oda vardı, ikişer kişi kalırdı ama herkes yatana kadar benim odamda otururdu, büyüğü de küçüğü de...
Şimdi şöyle birşey vardı. Yönetici, futbolcu, seyirci bütünleşmesi vardı. Ya Vali çağırır benden akıl danışırdı. Rahmetli Şevket Alpaslan, Feridun Irak bilgi alıyordu bizden. Ona göre karar alıyorduk. Geçenlerde Turgay hocayla konuştuk. Hemen hemen eski futbolcuların birçoğu takımın başına geldiniz, gittiniz, peki neden bir araya gelip bir ekip oluşturamıyorsunuz, bir birliktelik sağlayamamışsınız dedim? Yani bir Cevdet hocanın başarıları tesadüf olamaz, bu takımdan Turan çıktı süper ligler görmüş, Ziya var Kaleci Murat var, var ben varım, bir araya getirin bakalım...
Bu adamlar hocam dedim, bu takımın başına koordinatör olduğunda bu isimlerle bir araya gelmek bu kadar mı zor? Hepimiz birbirimize destek olarak bu takımı, bu şehri bir yere getirelim… İşte bu birliğin beraberliğin sağlanması lazım, yani başa kim gelirse gelsin. Feyyaz Hocayla filan olacak değil yani, mesela şimdiki hocanın yanındaki yardımcı antrenör bizim Vanspor’lu Atilla’dır. Çok severdim.
-Evet, çok fedakâr, canla başla oynardı.
Evet, onun adına çok sevindim ama Atilla’ların çoğalması lazım işte hocam…
Duyuyorum harcanan paraları, şimdiki imkânları. Yani başaramamak gerçekten düşündürücü. Bizim zamanımızda antrenman yapacağımız yeşil saha yoktu. Ben hatırlıyorum, koştuğumuz zaman biri yere düşünce kardan kaybolurduk…
-O yıllardan çok anı vardır, aklında kalan birini bizimle paylaşsan?
Ben Van’a ilk geldiğimde ilk maçım Muş deplasmanıydı. Muş'a gittik, kışın ortası. İlk yarı 1-0 önde tamamladık, golü ben attım. İkinci yarı sahaya çıkarken koridorda Cevdet abi en önde gidiyor, o an da Muş’un kulüp başkanı Cevdet’in başına silahı dayayıp ‘buradan galip gelince sahadan çıkabileceğinizi mi sanıyorsunuz’ demez mi? Tabi ben bittim, hepimiz, yav nereye geldik böyle, derken korkuyla, Cevdet abi (Uzunköprü) silahı itti. Cesaretle, bir sürü bağırdı adama ve konuşmasıyla bizi öyle bir motive etti ki o maçı 2-1 galibiyetle tamamlayıp Van’a döndük… Yine o dönemden enteresan bir olay bir deplasman dönüşü PKK yolumuzu kesmişti. Bir anda hepimiz ağlamaklı olduk…
-Evet gerçekten böyle bir şey var mı? Biz de duymuştuk…
Tabi var… İşte propagandalarını yaptılar, para istediler, yaralı arkadaşlarına tıbbi malzeme... İşte Hacı Kadir Abi var masörümüz, açıyor çantayı, yav ne vereyim diyor. Biz hep bir ağızdan yahu ver işte, tüm çantayı Allah seni bildiği gibi yapsın, hayret bir şeysin diyoruz versene şu çantayı yav... (kahkahalarla gülüyoruz).
Bir de şey vardı… Mesela bazı yöneticiler, özellikle Vanlı futbolcuların birlikteliği, bu bütünlüğün sağlandığı yerde masör Hacı Kadir’in, Yücelin, işte aşçı Dursun, Necmi’nin her sezon başı ilk gelen futbolcuya meşhur bir şakaları vardı. ‘’Şeşo’’ diye efsaneleri vardı, sen duydun mu hiç?
-Yok duymadım.
İşte hamurla makyaj yaparlardı Hacı Kadir’in yüzüne, o cüzzamlı gibi tam yemek vaktinde gelir, para ister, yardım isterdi. Bazısı odasına kaçar, bazısı korkudan para verirdi...
Şimdi bakıyorum, biri aşçı, biri yamağımız biri malzemecimiz yani birisi müdürümüz yani herkes aynı odada arkadaşça. Yani ben Rize’de oynadım Adana’da, Adana demirde oynadım ben hiç birisinde, personelin, böyle odamıza gelip oturup, böyle arkadaşlıkların olduğu hiçbir yer görmedim. İşte Van’ın güzel tarafı buydu, işte bu birliktelik sağlanmalı.
-Unutamadığın en ilginç takım arkadaşın kimdi?
Hakikaten çok arkadaş var tabi de kaleci Murat (Yiğiter) bir başkaydı. Yani deli dolu, rahatsız, kaleci yani. Onunla 8 sene oynadık çok severdim. Mesela maçta sakatlanırdı ya, kafayı direğe vurmuş ya da parmağını acıtmış. Ben gider gülerdim. Çok kızdırırdım onu. O acı içinde kıvranırken, gıcık ederdim… Bir gün Galatasaray maçında kafayı direğe vurdu. Kan da geliyor. Ben gidip hakemlerin ayağının arasından gülüyorum buna. Bu diyor ki Mevlüt’ü alın, gelmesin buraya diyor (gülüyoruz)…
2000 yılında bedelli askerlik çıktı ikimize de ben askerlik şubesinden öğrendim onun Malatya’ya çıktığını. Benimki henüz belli değildi. Oğlum dedim, devlet bile bunun farkında. Seni devlet Ankara’dan öteye göndermiyor. Askerliğin Malatya’ya çıktı, yazmışlar oraya, Ankara’dan öteye gitmesinler diye... Tabi o da yememiş, içmemiş gidip benim gideceğim yeri de öğrenmiş. Bana da Malatya çıkınca, bu sefer o da benle dalga geçmeye başladı… Askere beraber gittik, ayrı koğuşlardayız. Arası 2 km var. Yemekten sonra sözleştik, akşam görüşeceğiz. Birbirimizi 45 dakika gazinonun önünde yan yana olmamıza rağmen fark etmemişiz. Murat biriyle konusunca tanıdım sesinden, ulan neredesin bir saattir seni bekliyordum, o da bende seni bekliyorum oğlum dedi, sarıldık birbirimize. 8 sene Van’da beraber oynadık, askere de beraber gittik. Rize’ye de beraber gittik. Onun ayrı bir yeri vardı gerçekten.
-Evet, Murat Yiğiter aynı zamanda Van’dan evli. Seyirci de çok severdi, Başçavuş diye tezahürat yapardı. Ayrıca Van BŞB sporu da çalıştırdı. 2. Ligdeyken olaylı Eyüp spor maçında 1.ligin kapısından döndü takım onun döneminde.
Evet, Hacı Kadir abinin yeğeniyle evliydi. Vanspor’da benden sonra en çok oynayanlardan biridir.
-Peki, seyircinin sana tavrı nasıldı? Seyirci hakkında düşüncelerin?
Ya antrenman biterdi, herkes evine giderdi, ben anca varırdım akşama, yani ben her yerde muhabbet ederdim. Bir kere insanlar misafirperverdi, bırakmıyorlar her yerde bir ikram bir muhabbet… Yani bazı arkadaşlarla komşuyduk, hanım derdi ya herkes evinde sen neredesin bu saate kadar? Derdi. Yani halkın, seyircinin ilgisi muhteşemdi. O yıllarda 15 bin seyirciye oynuyorduk. İstanbul deplasmanlarına bile 5 binin altında seyirci gelmezdi…
Yani sana basit birşey diyeyim, ben normalde seyircinin sesini duymazdım. Yani küfür tezahürat ama Van’dayken bütün sesleri duyuyordum. Sanki bizimle birlikte onlarda oynuyorlardı… Yani ben stada gelince simitçi tablasını bırakıp benim arabamın yanına gelip sarıldığını biliyorum. Koş simitlerini alacaklar diyordum. Boş ver, boş ver abi diyordu. Ya o simitlerini alır götürürler, yerler simitlerini orada diyorum, boş ver abi diyor. İşte böyle bütünleşmiştik seyirciyle (gözlerimiz doluyor)…
-Tabi ya, sanayide çırak haftalığını alıp maça koşardı.
Şimdi benim Van’da en çok gittiğim yer oto sanayiydi. İlk olarak Turgay abi, beni götürmüştü Muzaffer abiyle tanışmıştık. Şimdi İzmir’de. O sanayiye gittiğimde o baştan bu başa bütün dükkânlardan gelirlerdi. Biri muz alır, biri soda alır gelirdi muhabbete saatlerce. O kadar özlüyorum ki o samimiyeti o sohbeti.
Mesela benim oğlum Ender Mert, ufaktı o zaman Ayça Pastanesi Engin’in yerinde birisi sevmeye alırdı, ben gider ta Beşyol’dan alırdım oğlanı. Ve bazen yemin ederim sana, eve giderdik çocuğu eve getirilerdi ya. Ve gözüm arkamda hiç kalmazdı biliyor musun? Şu anda Antalya’da koca delikanlı olmuş, 5. kattan aşağı inince balkondan ya ben ya annesi izliyoruz. Acaba sağ salim gidecek mi geri dönecek mi diye aklımız kalıyor burada…
-Devam edecek…