Dr. Erdal Orman

İzmir benim, Van benim…

Dr. Erdal Orman

Bu iki şehrin bende derin izleri var…

Biri doğup büyüdüğüm, 35 yılımı geçirdiğim ata toprağım Van.

Diğeri ise 8 yıl boyunca akademik eğitim yıllarımı geçirip ilim, irfanla donandığım İzmir…

İlkokulda öğrendiğimiz İzmir benim, Van benim, şeref benim şan benim diye başlayan o güzel şarkı boşuna yazılmamıştır. Güzel ülkemizin biri en doğusunda, diğeri en batısında inci gibi parlayan bu iki güzide şehrin birbiriyle çok ortak yanı var.

İkisinin de sokaklarında 72 millet yaşar, barışla.

İkisi de hoşgörünün, misafirperverliğin başkentidir. Bu yüzden çekim merkezidirler.

Ve ikisinin de nazar boncuğu misali, masmavi denizi vardır.

Türkiye’nin en çok güneş gören iki kentidir.

İkisi de şanlı tarihlerinde Milli Mücadelede şerefli geçmişinin altın madalyasını taşır...

Ne yazık ki acıda da kardeştirler. 2011 de Van’ı yıkan deprem, bu defa İzmir’i vurdu…

Birinde Azra bebek, diğerinde ise Elif bebek mucizevi kurtuluşlarıyla hafızalarımızda yer etti. İçimizi ısıtan ilk haberlerden birinde, Van depreminde İzmir’den Van’a gönderilen battaniyeyi, bu defa Vanlı depremzede bir vefa örneği göstererek İzmir’e yolluyordu…

Zaten bizi ayakta tutan da, bu dayanışma kültürü değil midir?

Tek isteğimiz, enkaz altında kalan canlarımızın sağ salim kurtulması.

Lakin ‘‘depremle yaşamaya alışmalıyız, deprem değil bina öldürür’ gibi klişeleri çok duysak da bununla ilgili ne önlemler alınıyor veya bizler toplum olarak ne kadar uyarılara kulak asıyoruz, orası da ortada...

İzmir’de çöken binanın çürük belgesi var ama mühürlenmiyor, bina boşaltılmıyor. Alt katı çöken diğer bir binada dükkânı genişletmek için kolon kesiliyor, buna seyirci kalınıyor. Tıpkı Van’da çöken Baş apartmanında olduğu gibi olan masum canlara oluyor…

***

Kıtasal levha hareketlerinin tam ortasında bulunan ülkemiz, sık sık depremlerin yıkıcı etkisine maruz kalıyor. Arap yarımadasının sıkıştırmasıyla yakın jeolojik zamanlarda oluşan kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fay hatları, tarih boyunca oluşan büyük depremlerle ara ara enerjisini boşaltıp bölgesel olarak ilerliyor. Bu levha hareketlerinden dolayı oluşan gerilme ve sıkışmalarla oldukça yüksek dağlık alanlara dönüşen Doğu Anadolu’da Van, her iki fay hattının başlangıç yerinde ve tam da ortasında yer alıyor. İran’dan ülkeye giriş yapan iki fay hattından biri Van Gölü ortada kalacak şekilde Erciş üzerinden ilerleyerek, Tokat, Niksar fay zonlarından Marmara’ya ulaşan, Kuzey Anadolu fay hattını oluşturmuştur. Bir diğeri ise Van Gölü’nün güney kısmından ilerleyerek; Bingöl, Elazığ, Sivrice, Palu üzerinden Doğu Anadolu fay hattını oluşturur. Bu iki fay hattının ortasında bulunan ilimiz 2011 yılında acı hikâyelerle dolu iki büyük depremle yıkılmıştı. İşte bu oluşan depremler son derece hareketli olan Anadolu levhasını sürekli olarak itme-sıkıştırma hareketleriyle batıdaki bir sonraki fay hattı bölgesini kırarak ilerliyor. Yaşanan olay, tıpkı elinizle bir karpuz çekirdeğini sıkıştırdığınızda ileri doğru itilir ya, buna benzer bir durumdur.  Biriken enerji ortaya çıkan büyük depremlerle boşaldıkça, aynı fay hattı üzerindeki kırılmayı bekleyen bir sonraki bölgeyi, tabiri yerindeyse strese sokuyor. Bu nedenledir ki doğuda olan tüm depremler, her gün adeta geliyorum, yaklaşıyorum diyen büyük İstanbul depremi için bir ulak vazifesi görüyor. Tarihsel süreçte, Kuzey Anadolu fay hattında bulunan Erzincan’da 1939 da vuku bulan deprem sonrası boşalan enerji, bir sonraki noktada 3 yıl sonra 1942 de Tokat Niksar da 7.0 büyüklüğünde bir depremle tekrar biriken enerjiyi boşaltmıştı. Böylece yıllar içinde hep bir sonraki bölümde büyük bir deprem meydana gelmiş ve sonuncusu da 1999 yılında İzmit’in Gölcük ilçesinde yaşanmıştı. Bu nedenle İstanbul’da büyük bir deprem yaşanacağına kesin gözüyle bakılması da tam olarak bu mantıktır. Deprembilimciler yeraltında yaptıkları ölçümlerle, nerede enerji biriktiğini tespit edebiliyorlar. Fakat depremin nerede olacağı bilinse de ne zaman olacağı hakkında sadece bir aralık verilebiliyor. Örneğin İstanbul depremi için 2030 yılına kadar olma ihtimalinin %70 civarında olduğunu söylüyorlar. Ancak bu tahmin, depremin her an olabilme ihtimalinin bulunduğu gerçeğini                   değiştirmiyor…

***

İşte bu nedenle, 30 Ekim Cuma günü iş yerinde fazlasıyla hissettiğim depremi, ‘‘eyvah Marmara’da bir yerler yıkıldı’’ diye yorumladım ve haberleri ‘‘Marmara’da deprem’’ diye arattım. Oysa son bilgiler, İzmir’de 6.6 şiddetinde deprem olduğu yönündeydi. Tabi büyük bir deprem geçirmiş Yalova’da yaşayınca insan, okulda olan çocuklarını merak etmiyor değil. Okul binalarının birçoğu 99 depremini yaşamış olduğundan, her sarsıntıda endişelerimiz tavan yapıyor. Derken ilerleyen saatlerde İzmir’de ciddi yıkımların olduğunu öğreniyorduk. Yoğun bir günü deprem stresi altında bitirmenin hüznü ile evimize döndüğümüzde, İzmir’den acı görüntülerin geldiğini görüyorduk. Orada yaşayan meslektaşlarımızı, dostlarımızı aramaya koyulduk, geçmiş olsun dileklerimizle beraber yaşanan süreci sabırla,  panik yapmadan geçirmeleri önerisinde bulunduk. Tabi bilanço saatler geçtikçe ağırlaşıyordu. Hala enkaz altında olanlara kurtarma ekiplerinin ulaşması için yoğun çaba sarf edilirken, dua etmekten başka elimizden hiç bir şey gelmiyordu…

İzmir ve Van gibi deprem tehlikesine maruz büyük şehirlerimizdeki; nüfus artışı, yanlış arazi kullanımı, çarpık yapılaşma ve yetersiz altyapı nedeni ile risk artmaktadır. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde, bir deprem sonucu oluşacak maddi ve sosyo-ekonomik tahribat, yalnızca bu iki kentimizde değil, ülkemizin ekonomisinde de ciddi sıkıntılara yol açacaktır. Bu hususta kent yerel yöneticilerine kentsel planlama, arazi kullanımı ve yapıların denetimi konusunda önemli görevler düşmektedir…

Allah’a en büyük dilek ve duamız; bir daha bizlere,  bu deprem illetini göstermemesi olsun.

Sağlıcakla kalın.

Yazarın Diğer Yazıları