'Kol Kırılır Yen İçinde Kalır.'
Faik Kumru
“Kol Kırılır Yen İçinde, Baş Yarılır Fes İçinde Kalır.” veya “Kol Kırılır Kürk İçinde, Baş Yarılır Börk İçinde Kalır.” darbımeseli!, atasözü! bir meczup tekerlemesidir.
Neresinden bakarsanız bakın, toplumsal bir çürüme istikāmetinde döşenmiş ayak taşları veya zulme payanda yapılan kötülüklerin işâret fişekleri. Toplum içinde meydana gelen bütün acı olayların gizlenmesi ve insanlardan saklanması için o kadar çok dayanak noktası oluşturan atasözü! var ki kim veya kimler söylemişse bu darbımeselleri, işlediği kötülüklerin veya cinâyetlerin üstünü kapatmış, çetrefilli meselelerin sorgulanmasını istememiştir. Yapılan kötülüklere ve çirkinliklere iyilik kılıfı dikilerek, insanımızın ve kadim toprakların canına ot tıkamıştır. Güzel olan ne varsa hepsini çirkinleştirmek için büyük çabalar sergilenmiştir.
Yüzyıllar öncesinden başlayarak, sorgulama yapılmadan toplumsal bir kabul şekline bürünen ve ismine de atasözü (!) denilen bu deli saçması sözlerin günümüz medenî dünya açısından zulümlere ve kıyımlara isnat teşkil etmesi kabul edilemez. Atasözü denilen bu münâsebetsiz sözlerin tez vakitte sözlüklerden dışarı atılması elzemdir. Aklın evet diyeceği hiçbir mantıkî îzâhı olamaz. Eğer bu yöndeki anlamsız söz kalabalıklarına müspet bir açıklama getirilirse, cehâlet ve art niyet meşrûlaştırılmak isteniyor demektir. Kötülüğe iyilik kılıfı dikip giydirmek, ben insanım diyen hiçbir kimsenin ne düşüneceği ne de yapacağı bir eylem tarzıdır.
Memleketin en bilindik yerlerinden tâ en ücrâ mekânlarına varıncaya kadar, öyle kötülükler işleniyor ve cânilikler meydana geliyor ki atasözü olarak kabul edilen bu sözlere sığınılarak cinâyet üstüne katmerli cinâyetler îfâ ediliyor. Her güzeli katletmek ve her iyiyi yok etmek için öyle kılıflar dikilmiş ki insan olan insanın böyle cümleler sarf etmesi vahşîlikle müsâvî, eşittir. Başka bir târifi olamaz bu mânâsı bozuk kelime yığınlarının. Her işte hikmeti gözeten nice gönül erbâbının dilinde böyle zulme kapı açan kuru lâf kalabalıkları asla olmamıştır.
Küçük yerleşim birimlerindeki kapalı toplumlarda birbiri ardına sıralanan kötü düşünce eseri davranışların birçok mâsûmu mağdur ettiği düşünüldüğünde, bu gibi sözlerin, işlenen kötü amelleri gizlemede araç olarak kullanıldığı unutulmamalıdır. Eski yaşamların içinde hayat bulan ve şekillenen bütün sözler mantık süzgecinden geçirilmelidir, kezâ günümüzde de. Hiçbir düşünce, söz ve davranışın sorgulaması yapılmadan kabul aşmasına geçirilmemeli ve kritiği de ehil eller, ihtisas sâhibi insanlar tarafından yapılmalıdır.
Târihî dönemeçlerde dil üzerinde büyük oyunlar oynanmıştır. Dil erbâbı olmayan kifâyetsiz kişilerin elinde oyuncak olan güzel Türkçemiz, sayısız cinâyetlere kurban gitmiştir. Muhteris yöneticiler eliyle işlenen bu büyük cürümleri ne yazık ki târih kitapları detaylı bir şekilde anlatmayı bırakın, ufak bir işâret fişeği bile atmayı beis, zararlı görmüştür. Meczupların eliyle inşâ edilen bir binâdan ne beklenebilir? Cambazların çok olduğu bir yerde ne hakîkat ne de iyilik adına bir hareket yaşayabilir. Dil, o dilin hakîkî mîmarları eliyle inşâ edilmelidir.
Dilimizin mevcut sözlüklerine baktığımız vakit, nice kelime îdam sehpalarında can vermiştir. Darağacına çekilen birçok köklü ve târihî kelime bu katliamdan sağ kurtulamamıştır. Bunun netîcesinde kadük, hükümsüz bırakılan dil binâsının kelime tuğlaları sökülerek sınır dışına atılmıştır. Böylece eski kelimeleri anlayamaz bir duruma gelmiş ve mânâsı daralan her şey bütünüyle anlamını yitirmiştir. Bunu sonucunda da kavram kargaşası başını alıp gitmiştir.
Bir dönem içinde kendine has yaşamlar için oluşturulan düşünce kalıpları, bir sonraki devrin yaşam şartlarında yer bulamayabilir. Bu durum gāyet normaldir. O anki toplum için uygun olarak değerlendirilen kelimeler, kendini tâkip eden asırlarda tam zıddı anlamla kullanılabilir. Düşünce kalıplarına, yaşam tarzlarına ve kelimelerin anlamlarına bakarken, o zamanki yaşamın içindeki renklere de hâkim olmak îcap eder. Yoksa her şey birbirinin içine girer ve büyük bir karmaşa yaşanır. Bu tâkibi yapacakların, dil ehli ve kalem erbâbı olacağı âşikârdır.
Bu sebeple bir toplumun zihin haritasını oluşturan sözlerin ve kelimelerin o çağdaki mânâsına vâkıf olmak, gerçekleri ifâde yönünde vazgeçilmez bir adımdır. Kelime, insandır. İnsanın ta kendisidir. Kendini târif etme aracı ve amacıdır. Esas hedefini belirlerken cümleyi meydana getiren yapı taşlarıdır. Ömür binâsını inşâ ederken sıra sıra dizdiği tuğlalardır. Her insan ister ki kendi eliyle kurduğu evin, kendinden sonra yaşaması ve isminin yâdedilmesi olacaktır. Bu sebeplere binâen insanın tanımını yaparken, insan, dilinin bizzat kendisidir desek mübâlağa, abartma yapmış olmayız. Çünkü dil ne ise, insan da odur. Çünkü insanı insan yapan dilidir.
Devirler birbiri ardına gelip geçerken, her çağın insanı kendine özgü yaşamlarıyla geleceğe bir mîras bırakmış ve o mîrâsı da kökleştirmek istemiştir. İnsanlar tarafından bırakılan eserler, değerler manzûmesi olarak özellikle edebiyat sâhasında ölümsüzleşmiş ve yüzyıllara meydan okumuştur. İnsana değer katmış eserler bugünlere geldiği gibi insanı hiçliğe mahkûm edenler de olmuştur. Bir milletin hayat serüveninde olağan bir durum, diğer milletler için de olmuştur. Söz deyip küçümsememek lâzım. Târihin sayfalarına baktığımız zaman, bir lâf ile kellelerin uçtuğu, bir müspet söz ile bütün bir toplumun özgürlüğe kavuştuğu vâkidir.
Her şeyin ayarını bozma konusunda üstüne usta tanımayan nice insan müsveddesi câni, eski olan modası geçmiş fikirlere tutunarak, “Bak bizden önceki atalarımız bunları ifâde etmişler.” ve “Bir hikmet-i sebebi vardır.” diyerek, alçakça kötülüğe iyilik elbisesi giydirmeye çalışıyor. Çürümüş bir cemiyetin tâze deyip sunacağı bir mahsûlü olabilir mi? Yetiştireceği her üründe noksanlık, dalavere ve büyük bir üçkâğıt olacağı düşünülmeli, ona göre tedbir alınmalıdır. Bu gibi düşünce tarzına sâhip olanların ne eliyle ne de diliyle güzel bir eser ortaya koyacağı asla mümkün değildir. Kirli kaynaktan temiz su akmaz. Kirli bir insandan iyilik nâmına güzel bir hareket beklenemez. Bütünden kopan bir şey, aslının özelliklerini yansıtır.
Her işi kendine yontarak, nerede bir çıkar, nerede bir cukka görürse üstüne atılan insanların en çok başvurduğu kaynakların başında atasözleri gelmektedir. Tabiî ki her atasözünün kötü, her eski tâbirin çirkin olduğu gibi bir anlayış asla ifâde edilemez. Nice hakîkatin cümle içerisine ustaca gizlendiği de âşikâr bir durum. Söz ustaları, “taşı gediğine koyma” gibi bir mahâretin sâhibi olduğundan, hikmetli pek çok söz de vardır ki cevherden anlayan kuyumcu fıtratlı insanlar bunu fark eder ve hakkını teslim eder.
Târihin derinliklerinde müspet veyâhut menfî, yaşanmış birçok hâdisenin istikbâle yönelik nakledilmesi aşamasında, birçok hakîkat de vücut bulduğu için, bunları ifâde sadedinde ve gelecek nesillerin kulağına küpe olacak tarzda söz, kelime ve cümleler hayat bulmuştur. Tabiî bir şekilde meydana gelen bu olayların akabinde, bir toplum için söylenen ve o toplumun belleğinde yer edinen usta eseri deyimlerin, darbımesellerin ve atasözlerinin olması gāyet normaldir. Bu doğal yaşamın ve sonucunda anlam bulan yaşanmışlıkların bir milletin hâfızası olarak görülüp kabul edilmesi en doğal bir anlayış biçimidir ve reddedilmesi anlamsızdır.
Esâsen üzerinde durulması gereken ana konu, yaşanmış olan bu olayların kabul edilmemesi değildir. Bu hâdiselere dayanılarak söylenmiş olan ve toplum yapısını zaafa uğratan olumsuz söylemlerdir. Bu kelime dizilimleri, ifâde ettikleri anlamları üzerinden değerlendirmeye alınmalı ve öyle kabul edilmelidir. Eğer yanlış bir söylem tarzı varsa, bu ifâdeler olduğu gibi yazıya geçirilmeli ve eğitim amacıyla kitaba alınacaksa bu önemli öge de dile getirilmelidir. Hakîkati ifâde ediyorsa, kayıtsız ve şartsız kitapların en güzel yerinde yerini almalıdır.
Geleceğimizin temînâtı olan nesillerimizin en iyi ve en sağlıklı bir öğrenim şekliyle geçmişini öğrenmesi ve geleceğini tâyin edebilecek bilgiyle donanması biricik gāye olmalıdır. Bu yönde atılacak adımlar ve izlenecek hareket tarzları, bu işi bilenlerin eliyle gerçekleştirilmelidir. Her şeyin geçmişi en ince detayına varıncaya kadar didik didik incelenmeli ve bu aşamadan sonra kaynaklara alınmalıdır. İnsanlığın büyük geçmişi olduğu gibi, her kelimenin de insanlık târihi kadar koca bir sergüzeşti, mâcerâsı vardır. Bu kadim hakîkat asla göz ardı edilmemelidir.
Herhangi bir mevzûda sorgulama yapılması asla kötü görülmemelidir. Muhkem, sağlam olanı ortaya çıkarmak, çürük olanı da tespit edip belirlemek için, bu tercihler olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bir şeyin iyi olması iyidir, kötü olması da kötüdür. Başka bir seçenek akıl kârı değildir. Her işi doğru görmek nasıl bir akıl zayıflığı ise, kötü görmek de bir çılgınlık hâlidir. İfrat ve tefrit cinnetini kapı dışarı edip, îtidâli, ölçülü olmayı içeri buyur etmek en gerekli bir hal tarzıdır. Zihni yormanın ve boşa çalıştırmanın bir mânâsı olmadığı için güzele taraf olmak en elzem yoldur.
Sebep sonuç ilişkisi içinde cereyan eden her hâdise büyük bir anlam bütünlüğüne sâhiptir. Bu doğal akışı bozmaya çalışmak, yel değirmenine savaş açmak gibi akıl kârı değildir. Kozalite, sebep netîce açısından her şeyi yerli yerine oturtmak, bütün anlam kargaşalarını çözecek ve bitmeyen problemleri de ortadan kaldıracaktır. Güzel olan her şeye kapı açmak, kötülüklere de mâni olmak önemli bir vazîfedir. Bu mühim işleri sırtlayacak yetişmiş kişileri, eğiteceği kişiler ile buluşturmak hayâti önemi hâizdir. Bu kişilerin çizdiği yol sâyesinde, her şey istenen güzergâhta ilerleyecek ve belirlenen hedefine de sağlam bir biçimde ulaşacaktır.
Bunca yanlış ifâdelerin ve bunca yanlış kabullerin sebep olduğu kötülüklerin bertaraf edilmesi için, akademik câmia başta olmak üzere, eli kalem tutan kalem erbâbı kişilerin de bu konular etrâfında bir ve berâber olumlu hareket etmesi beklenir. Mekteplerde eğitim gören talebenin en iyi şekilde yetişmesi, geleceğe güvenle bakabilmesi için îtimat edeceği muallimlerin varlığı en birinci şarttır. Aklın iknâ edilmesi ve sonrasında da kalbin tatmin edilmesi biricik hedeftir. Bu hedefe gönüllü olarak yürüyecek kuşakların enerjilerini anlamsız bahisler içinde tüketmesi önlenmelidir. Bu nesiller bizim istikbâlimizin en büyük garantisi olacaksa, bu gençlerin maddî ve mânevî temiz gıdâlar ile beslenmesi için bütün imkânlar seferber edilmelidir.
Yarınlar için yalandan arındırılmış temiz alanların herkese meccânen, bedâva sunulması en büyük bir hizmet olacaktır. Bu güzellikleri inşâ edecek ellerin de o nispette temiz olması kaçınılmaz bir durumdur. Bu hal, bir istek veya bir dilek değildir. Olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Ve tam mânâsıyla yerine getirilmesi, bir millet için hayâtî öneme sâhiptir. Yalanın olduğu yer kirlidir. Sisli ortamlarda çukurların varlığı sezilemediği için en iyi işâret levhaları, en kısa zamanda, en tehlikeli yerlere dikilmelidir. Bu îkaz tabelaları, yürünecek olan yollara döşenmiş sağlam taşlar kadar mühimdir ki hem ayak kaymaz hem de göz şaşmaz.