Faik Kumru

Ne Oldu Bize?

Faik Kumru

Ne oldu bize? Bu çılgın gidiş nereye? Ne zaman son bulacak bu yanlış yürüyüş? Nasıl olacak az da olsa eski günlere geri dönüş? Niçin inatla devam ediyor yanlış adım atmalar? Hakîkaten bu kötü gidişe bir anlam vermek o kadar güç ve o kadar zor ki îzah etmekte güçlük yaşıyoruz. Nasıl bugünlere geldik? Koskoca bir millet nasıl tepetakla olur bir anda? Adım adım gidilen uçuruma sürükleniş niçin zamânında fark edilemez?

Demek ki yanlış atılan tek bir adımı bile küçük görmemek elzem. Kezâ sehven yapılanları da ufak bir çizgi dışına çıkış olarak kabul etmemek gerekir. Rayından çıkan her şey, başlangıç noktasında ufak bir açıya sâhipken, uzaklaştıkça bu açının büyümesini ve tekrar başlangıç yerine dönülmesini imkânsız kılmaktadır. Merkezde olan minicik yanılsamaları dikkate almak zorundayız. Hiçbir şey özü îtibârıyle küçük değildir.

Yapılan nice küçük yanlışların, daha başında önemsiz gibi görülmesi netîcesinde öyle büyük toplumsal felâketler yaşanıyor ki düzeltmek seneler alıyor. O yüzden meydana gelen her şeye gereken önemin verilmesi bir zorunluluk ve gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Fikirlerin yanılması normal bir hâdise olmakla birlikte, inat edilerek aynı çizgide yürümek birçok problemi de önümüze seriyor. Zaman oluyor ki o sorunların çözümü ve toplum hayâtına bir düzen getirilmesi uzun yıllar alıyor.

Eskiden diye başladığımız hemen her cümle ve mevzû, bugünkü sıkışmışlığımıza ve bunaltıcı havaya açılan bir kapı niteliği taşımaktadır. Çıkış yollarının daralması, bâzı yerlerde imkânsız bir hâle gelmesi ve bizi çâresiz bırakması müthiş bir ümitsizlik girdâbına girmemize sebep oluyor. Neşe duymak için baktığımız bütün manzaralar simsiyah bir hal alıyor. Gözümüzün önü kararıyor; hayal kuramıyoruz ve düşlerimiz kâbus dolu. Neşelenmek için en küçük bir olasılık mevcut değil.

Bu karamsar havadan her çıkmaya çalıştıkça, sanki görünmez bir el bizi bataklığın içine çekiyor ve nefesimizi kesiyor. Ne yapmalıyız? Ne etmeliyiz? Bu karanlık uçurumdan nasıl çıkmalıyız? Boyumuzu aşan bu pisliklerden nasıl kurtulabiliriz? Soluduğumuz havada oksijen miktarı o kadar azaldı ki neredeyse temiz havayı karbondioksit kabul edeceğiz. Niçin bu kadar zıtlıkları normal görüyoruz? Bakışlarımız öyle bulanmış durumda ki ayağımızın ucunu dahi göremeyecek bir duruma geldik.

Nerede yanlış yaptık? Nerede yanıldık ve atılması gereken doğru adımları atamadık? Îkaz edenlere karşı ne zaman kulaklarımızı kapattık? Niçin bütün ağızlara ‘sus kilidi’ taktık? Her konuşanı düşman gördük. Her kelimeye kirli, her cümleye yanlış dedik. Temiz olan bütün şeyleri ne vakit böyle kirlettik? Ardımızda ne kadar ölü bırakmışız, say say bitmiyor. Her çabamız büyük bir boşluğa düşüyor.

Niyetlerimiz temiz olmadığı için, yapılan her faâliyetin sonucu menfî olarak netîceleniyor. Her şeyi bildiğimizi söylüyoruz ama her yaptığımız işin sonucu olumsuz ve kötü oluyor. Her işi kötü yaptığımız gibi, bu yanlışı kabul etmemek için ayak diriyoruz. Hatâ yaptım demeyi gurûrumuza yediremiyor ve şahsiyetimizin yara aldığını düşünüyoruz. Bu anlamsız düşünce karmaşası içinde ömürlerimiz hebâ oluyor. Kendi hayâtımızı berbat ettiğimiz yetmezmiş gibi, başka yaşamları da felç ediyoruz. Ne çok insanın kātili oluyoruz.

Her yerimiz yara bere. Hastalıklı vücûdumuzu o kadar sıhhatli zannediyoruz ki en küçük bir belirtide “Hekime git.” diyene şamarı yapıştırıyoruz. Ne çok kaba varlıklarız. Ne kadar gabî, kalın kafalı ve hoyrat davranışlara sâhibiz. Ne çok bilmişiz. Ne çok kibirliyiz. Her şeyin ayarını yapmayı ve “Sâdece ben bilirim.” demeyi ne çok seviyoruz. Her şeye iştahlıyız lâkin işin başı ile sonu arasındakilere baktığımızda, ortada olumlu biten bir şey mevcut değil.

Kibrimiz o kadar tavan yapmış ki ayaklarımız yere basmıyor. Nefsimizi yükselte yükselte o kadar şımartmışız ki yanlış yapacağımıza ihtimal vermiyoruz. İyi bir iş başardığımızda herkesin burnuna burnuna sokuyoruz. Bu öyle bir azgınlık hâli ki tedâvi edilmesi mümkün değil. Kendinin hasta olduğunu kabul etmeyen bir kişiyi asla tabibe götüremezsiniz. Kendinin eksik yanı olduğunu kabul etmeyen bir insana yanlışını gösteremezsiniz.

Bütün iletişim yollarını kapatan ve ben merkezli yaşayan insanlara ulaşmak zordur. Her şeyde kendini merkeze koyan birini toplum yaşamına dâhil etmek ve karşılıklı fikir alış verişinde bulunmak öyle güç bir meseledir. Her düşüncesini müspet gören, her hareketini anlamlı bulan ve yaptığı her işinde bir hikmet olduğunu söyleyen birine, en küçük bir hakîkati ifâde etmek muhalif olmakla eş anlamlıdır. Çatışma alanlarını çoğaltan bu insanları barış ortamına dâvet etmek olanaksızdır.

Kendinde yanlış görmeyen bir insan, çizgi dışına çıkmaya hazırdır. Bu potansiyel her zaman mevcuttur. Her insanın içinde bir canavar vardır lâkin onu içine ebediyen hapseden azdır. Bir toplumun yaşamında bu gibi insanların varlığı, toplum için büyük bir tehdittir. Bu tehditleri en aza indirmek büyük çabalar sergilemeye bağlı. Alınan tedbirler, önlemler toplum tarafından  önemsenmelidir. Önem derecesini belirlemek için hem işin ehli hem de öngörü sâhibi olmak oldukça mühimdir.

İnsan ne ederse, kendi eliyle kendine eder. Her işimizde bu husus geçerlidir. Hayallerimizin düşünceye, fikirlerimizin sözlere ve sözlerimizin de davranışlara dönüştüğünü düşündüğümüz vakit, en önemli aşamanın çıkış kaynağı olduğu görülecektir. Temiz bir kaynaktan pis su çıkmayacağı için, bir şeyin başlangıcı da temiz olmalıdır. İyi niyetle bir işe başlamak, yapılan işin de iyi sonuçlanacağının göstergesidir.

Yapılan her şeyde insan unsuru birinci derecede önemlidir. İşi yapan insanın kalitesi, işin de sağlam veya çürük olacağını gösterecektir. Temiz insanların çok olduğu toplumlarda kirlenme olmayacaktır. Olsa bile lokal seviyede kalacağı için, genel bir durum arz etmeyecektir. Ki bu yerelde kalan yere de müdâhale etmek kolay olacaktır. Ortaya çıkan sorunu çözmek için uzun uğraşlar olmayacaktır. Yerinde yapılan tespitler ve alınan tedbirler sonucunda her problemin kolay bir şekilde çözüleceği görülecektir.

Bize ne oldu derken, bu farkındalığın oluşması ve yakalanması önemli bir aşamadır. Ortalığa boca edilen bu devâsâ kötülük mikrobunun kökü kazınmalıdır. Bu pisliği temizleyecek işinin ehli insanların var olması bir toplum açısından ne kadar önemli bir hâdise olduğu günümüzde kendini iyiden iyiye hissettirmektedir. Yeter ki toplumun hastalığı teşhis edilsin ve toplum da kendisinin hasta olduğunu peşînen kabul etsin. Ondan sonra tedâviye ve çözüm yollarına gidiş kolaylaşmakta, netîceye varan müspet düşüncenin önü tamâmen açılmaktadır.

Seneler çok çabuk geçiyor ve insan ömrü göz açıp kapayıncaya kadar tükeniyor. Birçok olayı yaşamaya fırsat bulamadan hayat nihâyete eriyor. İstediğimiz gibi bir hayat yaşamak çoğu zaman mümkün olmuyor. Hayat karmaşası içinde kendimizi kaybediyoruz. Yaşamın içinde yitip tükenen insan neye uğradığını şaşırıyor. Vakit kıymetli olmakla birlikte onun farkına varılması, iş işten geçtikten sonra oluyor ancak yapacak bir şey kalmıyor geriye. Acı yaşamlar sayfaları dolduruyor. Özel yaşamlardan cemiyet hayâtına kadar geniş bir zâviye çizecek olsak, iki çizgi arasında büyük açıyı kapatmak hayli güç.

Tek bir kişiyi önemsiz addetmek öyle büyük hatâdır ki ileride ortaya çıkabilecek problemleri çözümsüzlüğe mahkûm edecektir. Bunun yanında da en ufak bir yanlışın önemsiz görülmesi, telâfisi imkânsız hâdiselerin önünü açacaktır. Nice milletin ömür serüvenine baktığımızda, bu gibi olayların pek çok olduğu görülecektir. Aslında insan aşağı yukarı her yerde aynıdır. Her halkın yaşamı birbirine benzerdir. Sâdece isimler, zamanlar ve mekânlar değişmektedir.

Milletlerin târih sahnesindeki rollerini incelediğimizde, benzer olayların yaşandığını görürüz. Tekerrür eden, tekrarlanan olaylar zinciri devam edip durur. Bu tabiî döngüye hiç kimse mâni olamaz. İnsan hayâtında da benzer bir durum yaşandığı için, bize düşen bu hâdiselerden ders almaktır. İleriye mâtuf, geleceğe dönük işler planlarken bu hususlar dikkate alınmalıdır. Bize ibret olan bir olay, herkes için de geçerlidir. Her olaydan ders çıkarmak ve kendine tecrübe olması için bir kenara not etmek, anlamlı bir davranış olsa gerek.

Nereye, hangi yöne gidileceği belirlemek sonucu etkileyeceği için tercih edilen hemen her şey kritiğe tâbi tutulmalıdır. Her mevzû eleştiri süzgecinden geçirilmelidir. Herkes tenkit edilmeli, doğru ve yanlış davranışlar tespit edilmelidir. Hiç kimse mâsum olmadığı gibi, günahkâr da değildir elbet ama her şey temiz bir imbikten geçirilmelidir. İstikbâlde yaşanacak hezîmetin, bozgunun faturası ağır olacağı için, ihmal edilmeden, bugünden tedbir alınmalıdır. Hiçbir şey ihtimâlin serseri döngüsüne terk edilmemeli, sağlam bir zemîne yerleştirilmesi sağlanmalıdır.

Bugünkü yaşadığımız büyük ve acı mağlûbiyetlerin, yenilgilerin temeli, geçmişte yapılan ve önemsiz gibi görülen ufak hatâlar olduğu unutulmamalıdır. Nerelerde ve nasıl yanlış yapıldığı merak ediliyorsa, işin başlangıcındaki ilk adıma odaklanmak gereklidir. Kabahat ve kusur olabilir. Olmalı ki tecrübe dediğimiz şey hayâtımıza anlam katsın. Ama bu önemli husus asla es geçilmemeli ve işin farkında olduğumuz da bilinmelidir ki önem derecesi belli olsun.

Yanlışların önünü kapatmak, gelecekte yaşanma olasılığı olan üzücü olayların meydana gelmesini engellemek için, ihtisas sâhibi insanların varlığına, bilgisine ve tecrübesine ihtiyâcımız vardır. Bunu sağlamak yönünde bu kıymetli insanların değerinin bilinmesi, önemsenmesi ve görüşlerine yer verilmesi en başta gelen sorumluluktur. Bir hâdise meydan gelmeden önce, o konu hakkında ne yapılması gerekiyorsa, vakit geçirilmeden îfâ edilmesi toplum açısından önemli bir katma değerdir.

Bunun farkında olan insanlar, farkındalık oluşturan insanlara destek olmalıdır. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” darbımeseli, bize rehber olmalıdır. Her işe el vermek, imece usûlü gibi yardımlaşma ve iyilik hareketleri, her meseleyi çözmede anahtar rolü üstlenecektir. Huzûrun inşâ edilmesi hem büyük gayretlerle hem de maddî ve mânevî yardımlarla mümkün olduğu unutulmamalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları