Öğretilmiş Câhillik
Faik Kumru
Şu hayatta câhil bırakılmak ve cehâlet içinde yüzmek, kendinin farkında olanlar zâviyesinden, en berbat ve en utanılası bir durum olsa gerek. Dünyâya gözlerini açan her insan, yaşadığı her günü düşünerek yaşasa, mutsuz olacağı tek bir an bile belki olmayacak. Ömründen eksilen her saniyede kazandığı tecrübe, edindiği bilgi birikimi ve gözlemlediği olaylar zinciri kendisine selâmet içinde yürüyeceği yeterince yol güzergâhı sunmaktadır aslında.
Sâdece biraz dikkat etmesi bu çabalarını boşa çıkarmayacaktır. Gözünü sabâha açan her beşer, kendi ihtiyârıyla gözünü kapatarak gündüzünü gece yapmakta ve başkaları adına bile isteye kendi yaşamını heder etmektedir. Kendi aydınlık penceresinden bakmayı beceremeyen, gidip başkasının kirli penceresinden güzel manzara görebilmeyi arzu etmektedir.
Hangi ünvâna, hangi makāma ve hangi zenginliğe sâhip olursa olsun, dilinden çıkan yersiz ve nâhoş kelimeler her şeyi yerle bir etmeye yetiyor. Bilgisi olmadığı konularda oldukça dilbaz, geveze birine dönüşebiliyor. Mâlûmat sâhibi olmadığı için, bir fikri de olmuyor. Bilmediğini bilmiyor, bilmediğini bilmediğini de bilmiyor. Bu fâsit dâire, kısır döngü içinde debelenip duruyor. Çırpındıkça daha bir derin çukura düşüyor ve çıkamıyor.
Ah bir kerecik bilmiyorum dese, bütün mesele kökünden çözülecek ama bunu demeyi kendine ar, utanma olarak görüyor ve battıkça batıyor. Zavallı zır câhil, ne tarafa gideceğini ve ne söz söyleyeceğini bilmiyor, şaşırıp kalıyor. İllâ ki kendince düşünce beyan edecek ve “Bak ben de bu konu hakkında bilgi sâhibiyim ve konuşuyorum.” diyecek ve rahatlayacak.
Özellikle târihî hâdiseler bahsinde istisnâsız herkes bir fikir beyan ediyor. Konu hakkında bir kitap okudun mu deseniz, emin olun, tek bir satır dahi okumamıştır. Kulaktan dolma ve yalan yanlış gazete haberleriyle târihçi kesilmiştir. Kaynaklardan veyâhut târihî belgelerden istifâde ederek eser meydana getirenlerin kitaplarını alıp, ondan bile faydalanmayı akıl edememiştir.
Kitaba düşman bir zeminde hayâta merhâba demesi ve bu ortamda yetişmesi, ister istemez bu menfî durumun üzerine sinmesini, bulaşmasını engelleyememiştir. Aşağılık kompleksi içinde nefes almaya çalışan, her nefes alışında oksijen yerine karbondioksit soluyan bu gibi kişilerin temiz bir ortama ve seviyeli bir cemiyete sevgi ve sempati besleyemeyeceği gâyet âşikârdır.
Bilen birisini can kulağı ile dinlemek ne kadar zor geliyor bu misal şahıslara. Bilmemek ayıp değil ki sualleri sorup doğru cevapları öğrenmek esastır. Mühim olan diğer bir mesele ise bu sorgulamaları yapması gerekenlerin öğrenmeye iştahlı olmaması, içinde hissedemediği derin boşluğu doldurmaktan âciz kalmasıdır. Bilgiye kapalı olanı açmaksa oldukça güç bir çabadır.
Bir kimse istemez ise kim onu eğitimsiz ve câhil bırakabilir Allah aşkına? İnsanlar rahatının dışına çıkmak istemiyor. Konfor alanını terk edemiyor. Yeni şeyler okuyup bilgi edinmek ve bir fikir sâhibi olmak çok ağır iş gibi geliyor. Çünkü her düşünce devâmında bir fikir çilesi istemektedir. Okudukça aklı ve zihni açılacak ve onu da derinden derine özümse işi tâkip edecektir. Açılan her pencere okuyana yeni ve tâze bir nefes hediye edecektir.
Eski zamanlarda çoğu evde Kur’an’ı Kerim bile bulunmazdı. Olsa bile kimse el süremezdi. En yüksek bir yere asılır ve muhâfaza içinde saklanırdı. Hele ki çocukların elini değdirmesi imkân hâricindeydi. Bu anlamsız hareket milletin içine kök salmış, düşüncesine yerleşmiş ve zehirli bir sarmaşık gibi toplumun bünyesini çepeçevre esir almıştır. Nasıl böyle bir cehâletin eline düşmüş, onu da anlamlandırması bir hayli zor.
Biri merak edip sormamış, niçin böyle davranıyoruz diye. Okunmayan şeyi nasıl anlayacak ve hayâtıma nasıl tatbik edeceğim diye bir araştırma içine girmemiş. Günah diye insanların içine korkular salınmış. Temiz bir şekilde abdest alıp, saygı içerisinde okumayı ve sonrasında da ne mânâya geldiğini anlamaya niçin gayret gösterilmemiş. Yasaklar zinciriyle bağlanan halk, bir türlü kendine gelememiş, rüşdünü ispat edememiş ve kendi kadim otantik kimliğine sâhip çıkamamıştır.
Bu toplumdan çıkan fertler de toplum ne ise onu sergilemiştir. Öğretilmiş çâresizlik her şeyi devirmiş, her yeri vîrâneye çevirmiştir. Eli kolu, dili dudağı, zihni ve kalbi bağlanmış kişiler, bir türlü özgür olabilmeyi ve hür davranabilmeyi başaramamıştır. Yasak sınırı çizilen alanlar oldukça fazla olduğu için, müsâade sâhaları olabildiğince daraltılmıştır.
Mektepte, okulda uygulanan eski ve yeni müfredat programları nesilleri eğitmekten uzaktır. Talebeler, bilgiyi talep etmeyi bilmiyor. Bilgi hamalı hâline getirilen öğrenciler, papağan ezberi yapmaya alıştırılmıştır. Edindiği malûmâtı ne yönde kullanacağını bilemeyen nesiller, hangi tarafa gideceğini bir türlü tâyin edememektedir. Rehberlik makāmında bulunanlar ise, meslek ahlâkının gereklerini yerine getirmekten imtinâ etmekte, her dâim kaçınmaktadırlar.
İşgal ettikleri yerlerin hakkını veremeyen kābiliyetsiz kişiler hem mesleklerine ihânet etmekte hem de kılavuzu oldukları kişilerin hakkını çiğnemekte oldukları gözlerden ırak değildir. En tuhafı ise bu kötü durumundan kendilerini sorumlu tutmamakta ve bunu kendilerine asla dert etmemeleridir. Bu gibilerin elinde deneme tahtasına dönüşen gençler çürümeye devam ediyor.
Günümüz dünyâsında eğitimsiz, mesleksiz, rehbersiz ve başıboş bırakılan insanlar çâresiz bir durumda oradan oraya savrulmakta ve aşılmaz engellere toslayıp durmaktadır. Nâçar bir halde bırakılan herkes, sırtını dayayacağı bir istinat, mesnet, dayanak aramaktadır. Bu, istenilmeyen ve hoş olmayan hâdiselerin de önünü açmaktadır. Sosyal patlamalar, ansız ve zamansızdır.
Mutlu ve huzur içinde olmayanlar, çevrelerine de bu negatif enerjiyi yaymakta ve problemin kaynağını teşkil etmektedirler. Eldeki imkânların herkese ulaşmadığı düşünüldüğünde evlerin, sokakların ve bütün memleketin rahat yüzü göremeyeceği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. En güzel insan, mutlu bir insandır. En güzel ülke, içinde güven içinde yaşanılan ve özgürce gezilebilen bir ülkedir.
Bütün bu şartlar düşünüldüğünde çâre olarak görülen her imkânın ve her hizmetin herkese ânında ulaşması ve zaman geçirilmeden halka sunulması gerekmektedir. Çâresi kalmayan her kişi, istenmeyen olayların tam merkezinde yer almakta ve huzursuzluk çıkarabilmektedir. Bu sebeple, en ücrâ yerlere kadar el atmak ve çâreler üretmek herkesin boynuna bir borçtur.
Câhilliğin ve topyekûn kara cehâletin yok edilmesi yönünde herkes, üzerine düşen vazîfeyi ve sorumluluğu yerine getirmelidir. Bu görevi hem kendisi hem kendi nesli hem de gelecek yeni kuşakları düşünerek samîmî bir şekilde îfâ etmeli, yapmalıdır. Her iş, o işin ehline, erbâbına teslim edilmeli ve bunu da herhangi bir çıkar düşünmeden yapılmalıdırlar.