Faik Kumru

Zifîrî Dünya

Faik Kumru

Dünya yaşam yeri olmaktan çıkıyor. Herkes olanca hırsıyla maddeye ve maddiyata saldırıyor. Bu fıtrattaki insanların gözünün doyacağı yok maalesef. Şu koca dünyânın yer altı ve yer üstü bütün zenginlikleri, doyma bilmezlerin çirkin eliyle yağmalanıyor âdeta. Yarınlara hiçbir şey bırakmamaya ant içmiş duyarsız bir kitle var karşımızda. Büyük bir nefretle, hiçbir kimseye bir lokma ekmek ve bir yudum su dahi vermemek için her şeyi gasp ediyor.

Îtiraz edenin boğazına çöküyor. Îkaz edenin nefesini kesiyor. Her yere koca koca siteler dikerek zenginleşeceğini zannediyor. Beton kütleler dikerek, şatafat, şâşaa ve ihtişam sâhibi olacağını umuyor. Dünyânın ciğeri ormanları yakıyor. Bakmaya kıyamadığımız koyları ve o güzelim sâhilleri yağma ediyor. Yemyeşil dağ başlarını gri betonlara teslim ediyor. Ekolojik dengeye asla önem vermiyor. Kurda kuşa, börtü böceğe, yeşile maviye zerre miskal değer vermiyor. En acısı da kendi nesilleri dâhil olmak üzere gelecek kuşakları yokluğa mahkûm ediyor. Her iyi olanı kaynağında yok etmek için hücum üstüne hücum düzenliyor.

Bitip tükenmez bir açgözlülükle istisnâsız her yere hamle yapıyor. İstiyor ki her güzel şey benim olsun. En mükellef sofralar benim evimde kurulsun. En güzel, son moda giysiler benim dolabımda bulunsun. En son teknolojik aletler benim masamın üzerine sıra sıra dizilsin. Kısacası en hârika, en muhteşem ne varsa, ilk önce benim ona sâhip olmak gerekir diye düşünüyor. Madde ile mutlu ve huzurlu olacağını hayal ediyor zavallı. Devâsız bir illete tutulmuş ama kendisinin sağlıklı ve sıhhatli olduğu hayâliyle avunuyor.

Her şeye sâdece madde gözüyle bakan bu tâlihsiz kitle, dünya cennetini cehenneme çeviriyor. İnsanoğlunun ortak mülkü olan bütün zenginliklerin, yalnızca kendine tahsis edilmesini arzu ediyor. Bir eve sığabilen bir insan, sarayları istiyor. Bir arabayla istediği her yere gidebilen bir kişi, araba filoları talep ediyor. Tek bir öğün için koskoca lokantaları kapatıyor, yemeğini tek başına yiyor ve bunu da büyük bir şeref duyarak el âleme sırıta sırıta anlatıyor.

Boy boy resim vermekten, millete tepeden bakmaktan, kendisi hâricindeki herkesi böcek gibi görmekten haz alıyor. Gittiği her mekânın yalnız kendisine tahsis edilmesini, kendi ihtiyâcı bittikten sonra ne yapacaklarsa ona göre bir planın uygulanmasını istiyor. Bütün hücreleriyle, her olana “benim gözüyle” bakıyor, doyumun çok ötesinde türlü türlü saplantılara giriyor ve netîcede sapkın isteklerini tatmin etmeye bitmez mesâî harcıyor. Nefsî olarak her çizgiyi ihlâl eden bu kişiler, koskoca bir halkın başına belâ kesiliyor.

Bu gibi kişiler dünyânın her ülkesinde, her milletin içinde sayılamayacak kadar büyük bir yekûnu teşkil ediyor. En büyük hazîneleri, büyük servetleri verseniz dahi bu misal insanları doyuma ulaştırmanın mümkünü yoktur. Fabrika ayarları bozulmuş, fıtratı inkâr etmiş ve kendi necâseti içinde kirlenmiştir. Vâr olanı yıkmak, güzel olanı çirkinleştirmek, iyi olanı kötü bir şekle sokmak ve her güzele düşman olmak biricik gāyeleri olmuştur bu hilkat garîbelerinin.

Dünyâdaki yaşamı berbat eden bu güruh, her insana, her canlıya ve her mekâna savaş açmış durumdadır. Ellerindeki sınırsız kaynakları her şeyi ifsat etmek için kullananlar, bu durumdan asla rahatsız olmamaktadır. Yeşili yok ederek üzerine işgalci gibi konuyor lâkin sûnî yeşil ile huzur bulacağı avuntusuyla yaşıyor. Mâvi gökyüzünü zehirliyor fakat yattığı evin tavanını mâvi renge boyayarak sükûnet elde edeceği ikilemine düşüyor.

Her nereden bakılırsa bakılsın, dünya çok büyük bir distopya yaşamaktadır. Gücü olan, zayıf olanı ezmekte ve elinde neyi var neyi yoksa üstüne çökmektedir. Hak, hukuk, adâlet, vicdan terâzisi gibi değerler ayak altı paspas, yerlerde sürünüyor. Kuvveti olan, gücü eline geçiren her hoyrat, koskoca bir millete racon kesiyor. Kendi hükmünü îlan ediyor. Hukūkun bütün değerlerini leş ayaklarıyla çiğniyor. Azıcık olsun göz ucuyla kendini süzecek olanı, anasından doğduğuna pişman ediyor. Tenkit edilmeyi, eleştiriye muhatap olmayı kendine yapılmış en büyük hakāret kabul ediyor. Kendi çevresinden biri îkaz etse, ânında pişman ediyor ve "günah işleme" özgürlüğünden dem vuruyor.

İnsanlıktan istîfâ etmiş bu insan müsveddeleri, kirli elleriyle her şeyi yok etmek için birbiriyle yarışıyor âdeta. Kimsenin hakkı, hukūku gözetilmediği için, bu hâdise âdiyattan, normal bir durum olarak kabul ediliyor. Her nereye göz gezdirse, bütün bakışların yere inmesini istiyor. Korku iklimlerin gri ve puslu havasında herkes kuytu köşeye sinsin istiyor. Başların kendisine doğru çevrilmesine tahammül edemiyor. Bakışlardan rahatsız oluyor, bu olağan durumu bir meydan okuma olarak algılıyor.

Dünya cadı kazanı, zifîrî karanlık, yarasaların gündüzü gece yapma özgürlüğü içinde yaşanan cinnet mekânı. Gözlerde fer kayboldu, ışığı döndü. Gerçekleri duymak istemeyenler, kulaklık aracılığıyla yaşıyor. Ağızlara sus kilidi takılı. Bütün bir âlem lâl kesilmiş vaziyette. Bakışlar bulanık, diller tutuk, kulak sağır; ahrazlar cemiyeti. Bütün güzel şeylerin çirkin görüldüğü karanlık bir çağ. Cümle cinâyetler resmî eller vâsıtasıyla ve gizli yardımıyla işlendiği karanlık bir tiyatro meydanı.

Herkes susmaya teşne. Dil, en çok korkulan organ. Kelimeler, en tesirli mermi lâkin zâlimi devirecek harf tetiği arızalı. Gazeteler yalancı mecmuası. Kitaplar sansür yemiş, hakîkatten nasîbi olmayan devrik cümle yığını. Meydanlar, zırdelilerin höykürdüğü ve azdığı devâsâ açık tımarhâne. Televizyon, uyuşturucu hap. Teknoloji nîmeti, içine zehir katılmış bal. İnsanlık ve onun dünyâsı, herkesin bir diğerini yokluğa mahkûm ettiği çıfıt çarşısı. Elleri eğri, dilleri zehir saçan zombiler, insanlığın başındaki en büyük musîbet, kara belâ. Felâket tellalları, her güzelliği yerin dibine geçiren, her çirkinliği göklere çıkaran rûhu cüzzamlı müneccim ordusu.

Okuyanın, araştırma yapanın ve doğrulara ulaşıp, bunu dile getirenin nefesinin kesildiği bir mekân; cellat odası. Her şeye yalan kılıfının dikildiği, her parlak manzaraya çamur sürüldüğü ve zıtlıklar içinde yaşamaya çalışan bir avuç dürüst insanın, dünya dışı bir varlık olduğunun resmî tescilinin yapıldığı Orta Çağ gerisi karanlık anlayış. Temiz olanların nefret kazandığı, tez zamanda kirletilmesi gerektiğinin tespit edildiği ve orman kānûnun uygulandığı bir mahal. Kirli olanların baş tâcı edildiği, bütün köşebaşlarının ayak takımına emânet edildiği, hesap terâzisini tutan ellerin pislikle dolu olduğu bir kenef kuburu.

Koyu karanlıklar her yeri esir almış durumda. Gündüz vakti nasıl ki her şeyin aydınlık yüzü insanı karşılar, gecenin şerriyle berâber şer yüklü bulutlar da âniden üstümüze yağacak gibi. Öyle bir an meselesi ki hassas gönüller çoktan tahlilini yapmış ve hükmünü de vermiştir. Ânî bir hareketle, kirinden temizleyemedikleri lamba kırılacak ve bütün zehir etrâfa boca edilecek. Bu hülyâ ile yaşayan karanlıkla müsemmâ kripto kişiler, her gün çetele tutmaktadır. Ümüğü sıkılacak olanların listeleri afîşe edilmiş, ifşâ olanların defteri dürülmüş, sırasını bekleyenlerin ise mecâli tamâmen tükenmiştir.

Her köşe başında ibretlik bir manzara, bütün kötülükleriyle arz-ı endam etmektedir. Köşeyi tutan bütün lümpen kitleler, kirli elleri tetikte, her güzeli öldürmeye yemin etmiş bir halde gün saymaktadır. Acıma hissinin bütünüyle yok olduğu, bu hisse sâhip olan kendi militanlarının bile darağacına çekileceği, görebilen gözlere âşikârdır. "Acıma, acınacak hâle düşersin." diyen tımarhâne kaçkınlarının sayısı bir hayli fazla. Üstü kapalı, akçeli işler, çetelerin gelir kaynağı. Hesap soran yerler bütün şûbeleriyle el değiştirmiş. Hesâbı kabarık kātil bir güruh, istisnâsız herkese, kendini kānun yerine koyup hesap sormaktadır. İstediğini alamazsa seneler süren cezâlar kesmektedir.

Verdikleri cezâyı çekenleri dahi bırakma niyetinde olmadıkları, kan kokan düşüncelerinden ve hallerinden belli. Hiçbir kayıt ile bağlı olmayanlar, hakkı hukūku yerde sürüyerek canlarının istediği hükmü vermektedir. Hüküm başına ücret kesenler, en âlâ yerlerde yaşam sürmektedir. Yedi sülâlesi bolluk içinde yaşayacak şekilde îmâr-ı hayat yapmışlardır. Hiç kimsenin hesap vermediği, hesap sorabilen hasbî gönüllü diğergâm insanların ortalarda olmadığı bu karanlık topraklarda, yaşamın her bir günü işkence hâlini almaktadır.

zâlimde şuh kahkaha mazlûmda feryat figan

bekletme bizi n’olur gül sâhibi bahçevan

 

Yazarın Diğer Yazıları