Van esnafı geçmişine ilişkin anılar
İlhan Güneri
Bugün (25.03.2021) Kahvaltı Salonları özelinde Van esnafının davranışlarını anlatmak için ard arda iki twit attım. Twitin içeriği şöyleydi;
“(1) Van’ın markalaşmış 3 Kahvaltı Salonu var. Sütçü Fevzi, Sütçü Kenan ve Bak Hele Bak Yusuf Konak. En kötüsü ise bunların birbirleri ile dostane bir diyaloglarının olmaması. Bunlar göz önünde olanlar. Birçok Vanlı esnaf aynı durumda. Bu ile, bu ilin esnafının geçmişteki…
(2) ..dayanışmacı ruhuna, kendisi satış yapmışsa gelen ikinci müşteriyi komşusuna gönderen naifliğine erişmek için vakit geç değil. Bu hareketi ilk başta (göz önünde olduklarından) kahvaltıcı dostlardan bekliyorum” demiştim.
Bu tutumumun nedenini açmak ve geçmişe biraz bakmak istedim.
1970-80 arasında fiilen içinde olduğum Van esnafının yapısının güzelliklerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Babam 1948’de Tenekeci Kemal (Güneri) ismi ile şimdiki Hacı Osman Cami’ye giden sokakta dükkan açarak işe başlamış. Çocukluğumun 10-16 yaş arası kısmı (1969-1976) burada geçti.
Bu süreçte o çocuk aklımla tanıdığım kadarı ve elbette sonraki ilişkilerimden de tanıdığım Van esnafının genel özelliklerini anlatmaya çalışacağım. Mükemmellik peşinde değilim, eksik ve yanlışlarımın tamamlanması beni mutlu eder.
Van’daki Sütçüler (o zaman kahvaltı salonu yerine bu ifade kullanılırdı) sabah namazı ile dükkanlarını açarlardı. Erkenden gelen esnafın çoğunun da Dükkâna gelir gelmez ilk işi, Sütçüde bir bardak sıcak süt içmek olurdu. Sonrasında ise tercihe göre tırnaklı fırın ekmeği, Van Çöreği, Van peyniri, kaymak, bal, yumurta vb ile kahvaltıyı tamamlardı. Sütçüler; öğlen de Cacık, menemen, tahin-pekmez vb servis ederek müşterilerine öğlen yemeği niyetine servis yaparlar, ikindi vakti dükkânı kapatırlardı.
Yani şehrin işe başlayan ve esnafının ilk muhatap olduğu esnaf Sütçülerdi. Bu nedenle ilk olarak onları anlatmak ilişkilerin anlaşılmasına yardımcı olur diye düşündüm.
Bizim dükkanın olduğu sokakta Av malzemeleri satan Baki-Rıfkı Görgülü kardeşler, Kalaycı Kadir Usta (Babuşçu), Marangoz İhsan usta (Oskay), Marangoz Ziya Usta’nın (Ülker), Tenekeci İbrahim Usta’nın (Davutoğlu), Terzi Mustafa amca (Özok), Kuyumcu Necmeddin Terzioğlu, Leblebici dayı (Refik Akbaş), Camcı Hüseyin Amca (Tekin), Pineci (Ayakkabı tamircisi) Ahmet Abi (Perihan) Bakkaliye, Abidin Perihan , Muhtarın oğlu Berber Burhan Nacar vb dükkanlar vardı. Bu sokakta bir de bizim dükkanın 4-5 dükkan aşağısında Kent Otelinin yerinde Yahudi Moşe’nin evi ardı.
Defalarca şahit olduğum esnafın birbirine müşteri göndermesi olayı bu sokakta gerçekleşmiştir. Tabii ki bu durum sadece bu sokağa özgü değildi. Tüm esnaf bu konuda gerçekten çabalardı. Örneğin karşımızdaki dükkan Tenekeci İbrahim abinindi. Eğer sabah geldikten sonra satış yapmışsak ve İbrahim Abinin dükkanına müşteri gitmemişse ikinci gelen müşteriyi Babam napar eder mutlaka oraya yönlendirirdi. Aynı şeyi İbrahim Abi de yapardı.
Van’da yoğun olarak Siirt’li esnaf da vardı. Esnafın Siirtli, Vanlı, Yahudi vb ayrım yaptığını görmedim. Elbette her zaman aykırı davrananlar var, bunları saymıyorum.
Öğlen özel bir yemek yapan/yaptıran esnaf mutlaka komşusunu da davet eder, yediğini-içtiğini uluorta göstermezdi. Olan var, olmayan var bu tür şeyler açıkta yapılmaz anlayışı vardı.
Leblebici Dayı, (Refik Akbaş) dükkanının önünde içeriye yalanarak bakan bir çocuk gördü mü hemen bir bardak (o zaman çay bardağı ile de ölçüp satış yapılırdı) leblebiyi çocuğun cebine boşaltır gönderirdi.
Tatsız şeylerde olmaz değildi. 1980’lerde Şehir Merkezinde Kürt nüfusu çok yoğun değildi. Köyden alışveriş için şehre gelen ve birçoğu Türkçeyi konuşamayan veya zor konuşan Kürtlere sataşan, dalga geçen, başlarından şapkalarını alan veya yere düşüren Van tabiri ile “fırlama Veletler”e hep tepkili oldum. Esnaf, böyle bir şeyi fark ettiğinde müdahale ederdi ama onlar yetişinceye kadar olan olurdu. Ama esnafın bunları kazıkladığına veya buna teşebbüs ettiklerine hiç şahit olmadım. Sokak esnafının birçoğu Kürtçeyi çok iyi bilmezdi. Buna rağmen alışverişe gelen Kürtlerle gayet iyi anlaşırlar, kadim dostluklar kurarlardı. Ayrım yapan esnaf yadırganır, dışlanırdı.
Yukarıda yazdım, bizim sokakta Yahudi Moşe’nin evinin olduğunu ve komşu olduğumuzu. Şimdi Yahudi Moşe ile ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. Bu anımı daha önce de yazmıştım. Hatta 22.09.2014 tarihli Vansesi Gazetesinde yayımlanmıştı.
Yahudi Moşe’nin evi şimdiki Kent Otelinin (sokağın adını tam hatırlamıyorum, Cumhuriyet Caddesinde iş Bankasının yanından aşağıya inerken Eski Küçük Cami dediğimiz Hacı Osman Camiye yetişmeden solda) yerinde idi. Babamın Tenekeci (Sonraları herkes Sobacı diye tabela değiştirmesine rağmen Babam tabelasını değiştirmemekte direndi.) dükkânı ise ondan dört veya beş dükkan yukarıdaydı. Yani bizim dükkân ile onun evi arasında 20-25 metre mesafe vardı.
Moşe’nın babamla dostluğu gayet iyiydi. Her sabah ve akşam dükkânın önünden geçişinde eğer rastlarsa babamla mutlaka selamlaşır ve hal hatır sorarlardı. Babamı dükkânda görmezse yanaşır Kemal Usta nerde, iyi mi diye sorardı.
Yahudi Moşe’nın Cumhuriyet Caddesinde bulunan dükkanında ise bütün esnafa ve halka hitap edecek, bir çoğu da başka yerde bulunmayan her türlü malzeme bulunurdu. Bu nedenle bir kısım Vanlı istemeyerek de olsa buradan alışveriş ederlerdi.
Yılını net hatırlamıyorum. Ama benim 10-12 yaşlarında olduğum 1969-1972 yılları arasında olduğuna eminim.
Yukarıda da yazdığım gibi babam o yıllarda Tenekecilik yapıyor ve lehim yapmak için kalay kullanıyordu. Biz de kalayı Van’da tek satıcısı olan Yahudi Moşe’den alıyorduk. Bilindiği üzere kalay pahalı bir madde ve duruma göre 100 ile 300 gr arasında kalay alışımız oluyordu. Bu arada Van’lı biri de kalay getirmeye başlayınca babam Moşe yerine (iyi bir dostlukları olmasına rağmen) kalayı Vanlı hemşerisinden almaya başladı.
Bu olay üzerinden yaklaşık 3 aydan fazla bir zaman geçmişti. Bir akşam Moşe sokağın başında göründü. Doğruca bizim dükkâna geldi. Elinde gazeteye sarılı ince bir çubuk vardı. Babamda dükkânın dış kapısına yakın yerde bulunan tezgâhın üzerinde lehim yapmaktaydı.
Moşe kendine has şivesiyle babamı selamladı ve elindeki gazeteye sarılı çubuğu tezgahın üzerine bırakıp gitti. Babam bir an şaşkınlıkla baktı ve arkasından seslendi ama o sırada Moşe evinin kapısından içeri giriyordu, hiç dönüp bakmadı.
Ben merakla bakıyordum babama ve noluyor diye sordum. O da yarı mahçup bir halde “Oğlum biz üç aydan fazladır Moşe’den kalay almıyoruz. O da param olmadığı için kalay almadığımı sandı o nedenle bana bu kalayı getirdi” dedi.
Birkaç yıl sonra Moşe İstanbul’a taşındı. Kimse Moşe’yi tehdit etmedi ama, alışverişi kesti, yolda selam vermedi, çocukları diğer çocuklarla diyalog kuramadı. Yani şimdi mahalle baskısı diye tabir edilen baskıları hep üzerinde hissettirdik. Böyle olunca da çareyi büyük şehre gitmekte görmesi gayet doğaldı. Benim kanaatim, bu mahalle baskısı sonucu Van’da artık yalnız kaldığını, toplumla diyalog kuramadığını gördüğünden İstanbul’a gitmişti.
Babam dükkân için gerekli malzemeyi yılda bir kez İstanbul’dan alırdı. İstanbul’a gittiğinde Moşe ile karşılaştığını ve onun yakın ilgisini, Van’a olan özlemini her zaman anlatırdı.
Moşe’yi Van’dan gönderen hepimizin bilerek veya bilmeyerek uyguladığımız ötekileştirici tavırlardır.
Bu ötekileştirici tavır ise; demokrat ve herkese aynı mesafede olması gereken devletin, kendisini bir dinin, milliyetin veya düşüncenin tarafı saymasından kaynaklanmaktadır.
Genel olarak Türkiye’deki, özel olarak da Van’daki azınlıklarla ilgili anlatılacak, tartışılacak çok şey var. Ama bu yazıda amacımız bunları tartışmak değil elbette.
Bunları anlatmamın asıl nedeni, bu topraklarda halkların, dinlerin, inançların bir arada yaşamını sürdürmekte bir problemlerinin olmadığını ama ötekileştirici tavırların her zaman var olduğunun bilinmesi içindir. Bu tavırların geçmişte de var olması, bugün yaşananları elbette aklamaz.
Eskiden Van’da kullanılan bir özdeyiş vardı: “ Dam (ev) yanarsa sıçan (fare) da birlikte yanar” derlerdi. Van, doğası ve konumu ile önemli bir yerleşim merkezi. Bu şehrin hafızasını koruyarak, mevcut duruma uygun bir şekilde dönüştürüp yaşanılacak bir yer haline getirmek başta Belediye olmak üzere hepimizin görevi. Bu şehirde yaşamak eğer geçmişe göre kötüleşiyorsa bundan hepimiz zarar görürüz.
Son yirmi yılda nüfusu bir milyona dayanan şehri; Cumhuriyet Caddesine hapsolmaktan kurtarmak, zorunlu göçlerle şehre gelen yoksul insanların iş, aş ve yerleşim yeri sorunlarına çözüm üretmek yapılması gereken ilk iştir.
Eğer bu sorunlara şimdi çözüm bulamazsak, şehirde var olan uyuşturucu kullanımı, şiddet uygulama ve diğer keyfi davranışların önüne polisiye tedbirlerle geçilmesi mümkün değil.
Bunun için; başta Belediye olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler ve duyarlı herkesin katkısı ile halkın duyarlı hale getirilmesi gerekir. Bu sorunları çözmek tek başına Belediye ve STK’ların gücünü fazlası ile aşacağından devletinde desteği ile kapsamlı bir proje hazırlanmalı. Bu proje ile Van’ın imarından, Van Gölünün temizliğine kadar her konuda çözümler üretilmeli ve uygulanmalı.
Yarın çok geç olabilir…