Çanakkale Ruhu
Ömer Gündüz
İsmi anıldığında yüreklerin titrediği şehirdir, Çanakkale. Edirne'den Ardahan'a, Hakkâri’den Muğla'ya kadar Çanakkale'de her aileden en az bir şehit varken, neden bu günleri sönük kutlamalarla geçiştirmekten öteye bir şey yapamıyoruz? Daha doğrusu neden, Çanakkale geçilmez destanında ortaya çıkan azim, aşk, inanç ve bu değerler içersinde yatan o ruh yeni nesillerle paylaşılmıyor.
Dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay şöyle anlatılır. Japon eğitim uzmanları gelmiş ve ülkemizin eğitim sistemini incelemiş, Sayın Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş ve sonuç olarak şunu söylemişlerdi: “Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!” Turgut Özal'ın “Nasıl...?” sorusu üzerine şunu anlatmışlardır. Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır, Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki: Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için gayret göstermezseniz; sonunuz böyle olur. Bürokratlardan biri atılır: “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!” Japon uzmanın cevabı tokat gibidir: “Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!” Evet gerçekten de içersinde dersler çıkaracağımız kısa bir anektodu sizlerle paylaşma gereğini duydum. Çünkü tarihte yaşanmış olayları, bir masalmış gibi anlatıp geçemeyiz. Tarihte yaşanmış olaylardan gelmiş ve gelecek nesillere ışık tutacak, öğüt verecek ve o olayda yatan ruhu aşılayacak bir tarih anlayışına ihtiyaç vardır. Yoksa bu gün yaşadığımız bir takım elem verici olaylara karşı mücadele azmimizi kaybeder, şanlı ecdadın dini, vatanı ve hürriyeti için vermiş olduğu, bizlerin de bu günlere gelmesine vesile cansiperane mücadelelerden habersiz, ruhsuz bir yaşam sürdürürüz.
Bakın yine Çanakkale'de bulunmuş, bir Fransız entelektüel, Çanakkale Savaşı sırasında Trakya'da dolaşmaktadır. Ordusu, en zor zamanında böylesine müthiş bir direniş sergileyen bir milletin cephe gerisinde ne yaptığını, nasıl yaşadığını merak etmektedir. Yolu bir kenar mahalleye düşer. Sokakta üç çocuk görür, üstleri başları perişandır. Kıyafetleri çeşitli çuvallardan uydurulmuştur. Neşe içinde oynayan çocuklarla konuşmak ister. Öğrenir ki; babaları cephededir. Tam o sırada kenardaki ha yıkıldı ha yıkılacak şekilde duran bir kulübeden çilesi yüzüne heybet olarak vurmuş epeyce yaşlı bir kadın çıkar. Ve çocuklara doğru seslenir: "Cihangir, Gazanfer, Muzaffer! Oğlum, çorba yaptım gelin için!" Fransız aydını, o heybetli Anadolu ninesinin haykırdığı isimleri birer birer aklından geçirir ve "En mağlup zamanında bile çocuklarına Cihangir (Cihanı fetheden), Gazanfer (Kükremiş arslan) ve Muzaffer (Zafer kazanan) ismi veren bir millet asla mağlup olamaz!" der.
Bu gün bir dönüm noktasındayız. Ya ecdadımız gibi cihat ruhunu yakalayacak, bütün bir dünyayı kurtaracağız, yada insanlık Emperyalizm'in ve Siyonizm’in zulmü altında sürüm sürüm sürünecektir. Bu zulümlerden kurtulmak ancak Çanakkale ruhunu yakalamakla mümkündür. Ülkemiz bir felakete doğru gidiyor. Bunların çözümü yeni neslimize, özellikle gençlerimize İslami bir ruhu ve mücadele aşkını vermekten geçer. Buda şanlı ecdadımızın ibretlik dolu tarihini en mükemmel şekilde anlatmak, altında yatan ruhu aşılamak, bu minval üzere cehalet kapısını kapatarak, eğitimin, teknolojinin kapılarını aralamaktır. Yoksa Avrupa medeniyetini en gelişmiş, en çağdaş bir medeniyet olarak görmek; ecdadı cihat ruhu ile yanıp tutuşmuş bu ümmete Avrupa Birliği'ni, yaşamını ve kültürünü örnek gösterek bu sözde medeniyet kapısında bekçilik yapmak bize hiç bir şey kazandırmayacaktır. Aksine bu güne kadar olduğu gibi, benliğimizin, öz kimliğimizin ve inancımızın yitip gitmesine sebep olacaktır.
Unutmayalım…! Bizler, şerefe deyip kadeh kaldıranların değil, Allah’u Ekber diyerek 276 kiloluk mermiyi iman gücüyle kaldırıp savaş kazandıran Seyit Onbaşı’ların torunuyuz.
Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
(Mehmet Akif ERSOY)
Sizleri tüm Çanakkale şehitleri için birer Fatiha okumaya davet ediyorum.
Selam ve dua...