Ömer Gündüz

Korkularımız

Ömer Gündüz

Günümüz insanlığına bakıyorum. Her şey ne kadar da çok değişmiş. İnsanlık ilişkilerimiz, helalimiz, haramımız, görgümüz, nezaketimiz en önemlisi korkularımız, ihtiraslarımız… Nüfusu her geçen gün artan bir korku imparatorluğunda yaşıyoruz aslında. Ve korkularımız zihnimize ve duyularımıza hükmediyor. Korku karmaşık ve ilginç bir duygu. Bu gün korkunun konumu ve işleyişi o kadar çok başkalaşım geçirmiş ki korktuğumuz şeyler veya güçler tamamen değişmiş, dolayısıyla bizleri asıl korkmamız gereken varlıktan giderek uzaklaştırmaya, maneviyatımızı kaybetmeye; bu vesile ile durmamız gereken yerde değil, tam tersi korktuğumuz güçlerden emin olmak için kuvvetin yanında yer almaya mecbur bırakmıştır. Yani korkunun verdiği endişeyle güçlüye meyletmek bizim için kurtuluş reçetesi olmuştur. Oysa ki gerçekte korkmamız gereken varlık olan Allah (c.c.)'dan başkası değildir. Tek korkulacak güç ve merci olan Allah'a dayanıp, sığınmak; bizlere zarar vermesinden korktuğumuz beşeri güçlerin ve korkuların ortadan kalkmasına, daha doğrusu zihnimizde  şekillenen dünyevi korku ve endişelerin bizden uzaklaşmasına sebep olacaktır. Ne güzel söylemiştir atalarımız: “Allah var, gam yok” diye. Çünkü inanmış bir toplum olarak günde beş vakit ile, kıldığımız 40 rekat namazın her bir kıyamında besmelenin ardından Fatiha-yı Şerifte okunan “iyye keneabudun ve iyyekenastain” “Ya Rabbi, yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” ayeti celilesi ile kul kendini eğitmekte ve kendine öğüt vermektedir.     Bak ey nefsim sakın ha dünyalık bir takım ihtiraslar ve menfaatler yüzünden olur ki karşına çıkabilecek her türlü nefsani tekliflere, şer güçlerin baskı ve şiddeti ile, esen rüzgarın seni istemediğin bir yöne savurmasına izin verme. Çoğunluktan ve güçlüden yana olmaya teşfik eden bir ses yada bir baskı duyarsan “Ya Rabbi, yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dilerim” serzenişini haykır ve Rabbine sığınarak yardım dile. Olur ki nefsine karşı yapılan baskılardan yılarak, bununla birlikte hoşuna giden dünyevi zevklerin verdiği hoşnutlukla kendini kaybeder ve kontrolden çıkarsın. O zamanda  “Allahtan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide/100) ayetini hatırla ve rahatla.  

            İmanımız iki kanatla havada duruyor. Birinci kanadımız Allah’tan korkma kanadımızdır. İkinci kanadımız ise Allah'ın rahmetinden umutvar olma kanadımızdır. Tıpkı bir kuşun kanatları gibi. Düşünün kuşun kanatlarından birisi ya biraz kısa veyahutta biraz uzun olması, o kuşun havada dengeli ve sürekli uçmasını imkansız kılar. Müslüman bir şahsiyette aynen bir kuş misali hayat manzumesini sürdürebilmesi ve Rabbi'nin istediği bir yaşam tarzını sergileyerek ebedi hayat olan ahiret hayatını kazanabilmesi için bahsettiğimiz kanatların birbirinden ne uzun ne kısa olmaması gerekir. Yani Mü'min kul korku ile ümit arasında gidip, gelmelidir. Yoksa insanoğlu kendisine verilmiş sınırlı bir akıl ile hareket edecek olursa nefsani korkularına yenik düşecek, sonrasında Rabbinden korkması gerektiğini unutarak; bu korku anında sığınması gereken yeri belli iken başka sığınılacak limanlar aramaya koyulacaktır. Sonrada kendi arasında konuşurken: “Bak insanların çoğunluğu burada, insanların güçlüleri, zenginleri ve iyileri de burada diyerek kendini avutmakla uğraşacaktır. Rabbini unutacak. Acaba bu konuda Rabbim bana ne emrediyor diyemeyecek, tam tersi bu davranışta bulunursam “insanlar bana ne diyecek” hale geliriz. Bunun en iyi örneklerini yakinen görmekteyiz. İktidarların, diktatörlerin ve zalimlerin estirdiği havada kaybolup gidiyoruz. Korkular ve endişeler o kadar içimizde ve beynimizi  o kadar kemirmektedir ki bir işi yaparken, bir tercihte bulunurken haktan yana olmak, Allah'tan korkarak bir işe karar vermek unuttuğumuz bir amel haline gelmiştir. Gücün verdiği baskı psikolojisi ile Müslüman yılmakta, kendisine söylenen: Amerika gibi, İsrail gibi veya Avrupa gibi dev  ve şer güçler varken, ülkeleri idare eden sözü güzel kendi güzel diktatörler dururken senin ne haddine karşı koyabilmek. Mü'min asla ümitsizliğe kapılmayacak, asla Allah'tan başka kimseden korkmayacak ve yardım dilemeyecektir. Güçlünün ve zalimin karşısında umudunu yitirmeyecek ve bizim gücümüz yok, paramız yok acziyetine kapılmayacaktır. Zalimin zulmü varsa, mazlumunda Allah'ı vardır, diyebilecektir. Yoksa nefsani korkulara yenik düşerek en güçlü ve onurlu olması gereken duruştan, en ürkek bir hale bürünüveririz. Sonra da bu fani hayatta ürkekliğin verdiği hisle doğrunun değil yanlışın, iyinin değil, çirkinin, adaletin değil zulmün yanında yer alırız. Sonuçta Allah'a değil; kullara kul oluruz. Mevlamız “Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (onu görmedikleri halde) içleri titreyerek korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır.” (Mülk/12) buyurmaktadır.

            Allahtan korkmak, bir zâlimden korkmak gibi değildir. Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur. Bu korkuyu elde eden şahsiyet, hakiki imanı elde eden bir insan, kainata meydan okur sözüne mazhar olan şahsiyettir. Buda ancak Resulullah'ın en sadık dostu ve yoldaşı olan Hz. Ebubekir ile Mekke'den Medine'ye hicreti esnasında Hz. Ebubekir'in korkması ve Resulullah için endişeye kapılması karşısında Resulullah (s.a.v)'in: “Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir” sözünü iyi idrak edip; o şuura erişebilmekle mümkündür.

            Selam ve muhabbetle...

Yazarın Diğer Yazıları