Prof. Dr. Ahmet Özer

KELİMELERİN GÜCÜ VE İNSAN!

Prof. Dr. Ahmet Özer

Hep düşünmüşümdür, bir kelime nasıl olurda bu denli olağanüstü bir güce sahip olur? İki insan karşıkarşıya geldiklerinde bir birilerine bakar. Bir kelimeyi dile getirirz, karşımızdaki sevinir mutlu olur. Başka bir söz başka bir kelime aynı kişiyi üzer, saldırganlaştırır, olmaz işlere sevk eder. Bu nasıl olabilir?

Bir kelime, sadece bir sözcük, insanı nasıl yerinden hoplatır, kimyasını etkiler, duygudan duyguya nasıl savurur? Bir kelime sadece bir kelime, nasıl olur da bir tek sözcük insanı ağlatır, güldürür, mutlu ya da mutsuz eder? Sadece bir kelime, bir söz..

Bu oalağanüstü gücü nerden alır kelimeler? Harflerden yan yana gelmiş kelimeler, kelimelerden oluşmuş cümleler nasıl olur da bütün bunları tek başına yaparlar? Kelimelerden yanyana gelmiş cümleler.. Cümlelerden oluşmuş, hikayeler, destanlar, masallar.. ve kitaplar? Bu nasıl bir sihirdir Allahım?

Kelimeleri böyle büyülü ve mücizevi yapan, onlara bu olağanüstü gücü veren nedir? Bizler, yani insanlar sadece ve sadece bu dünyada kelimelerin dünyasında mı yaşıyoruz yoksa? Ve sadece varlık aleminde kelimelerin dünyasında yaşıyan tek varlık insan mı? Eğer öyleyse neden öyle?

Bu soru(lar) bizi ister istemez “şeylerin” bilgisine götürür. Çünkü bilebildiğimiz kadarıyla var olan her bir şeyin bir adı var. Daha doğrusu biz onlara bir etiket yapıştırır, ad koyarız. O şeyin adı olan bu etiket harflerden oluşur, harflerden oluşan (insana sadce insana mahsus) bu ses dizimi bir kelimedir; ve bu kelimedir o şeyi temsil eden, söylenince ya da yazılınca onu akla getiren. Bu birinci aşamasıdır işin.

İkinci aşama, bu etiketlerin yani adların ve kelimelerin başkası tarafından da anlaşılır, bilinir olmasıdır. Hani demiştim ya biz kelimeler dünyasında yaşıyan varlıklarız diye.. İşte bunu kastetmiştim. Çünkü bir arada olan bizler, benzer topluluklar aynı dili konuşuyorsak ‘’kalem’’ dediğimizde karşıdaki nasıl bir şeyden bahsettiğimizi bilir ve anlar. Ya da ‘’gülmek’’ dediğimizde veya ‘’acı’’ dediğimizde aynı şekilde o kavramın bilgisine sahip olan kişi ne dediğimizi, neden bahsettiğimizi bilir, anlar. O şey onun zihninde canlanır. İşin bütün sihri burada. Söylenen şeyin karşılığı karşı tarafta olduğu zaman söylendiğinde o şey canlanır onun zihninde, yankılanır o şahsın halet ruhiyesinde.

Değil mi ki hiç bir kitabın içinde adam, ev araba, savaş, barış, aşk nefret yok. Yok ama, biz sayfaları çevirdiğimizde onları görürüz, dizili kelimeleri okuyunca o sayfalar sayfa olmaktan, kelimeler kelime olmaktan çıkar eve, arabaya, savaşa ve ya aşka dönüşür, bizi o büyülü dünyasına çeker ve biz oralara gider o vadilerde, ya da dar koridorlarda veya yeşil ormanlarda kaybolup gideriz. Kelimeler buharlaşmış, evlere, arabalara, aşka, nefrete, sevgiye, kavgaya veya savaşa ya da barışa dönüşmüştür.

İşte kelimelr dünyasında insanın bulduğu en zekice en bilgece bir oyundur bu. Evet, karşılıklı bilinen bir oyundur aslında oynanan. Ne kadar çok kelime bilirsen o kadar çok ve etkili oynar insanoğlu. En iyi oyuncular bu yaşamda kelime haznesi çok ve kelime kullanma becerisi olan, onları söze döken sözle kelime uyumunu en iyi sağlayanlarımızdır.

Sadece tiyatroda, sinemada, derste, cemaatte, törende, ayinde değil yolda sokakta evde çarşıda da bu böyledir. Birine akıllı dediğimizde kelime derinliğinden, birine zeki dediğimizde onun bunları günlük hayata uyarlama becerisinden bahsederiz aslında. Hiç konuşmayan hiç yazmayan birine akıllı, zeki ya da aptal veya başka birşey denebilir mi?

Üstelik bilgin, hayal dünyan, hatta gördüğün rüyalar bildiğin kelimeler kadardır. Ve herkes dünyayı ancak kendi bildiği kelime dünyası kadar görür, onun kadar yorumlayabilir. Sözgelimi, Ne denli ve ne çeşit bir ev biliyorsan o kadarı ancak canlanır muhayilende. Herkes dünyayı ancak kendi bilinci kadar algılaması o bilincin yapı taşları olan kelimelerle alakalı... İşte bu nedenle bilmek, kavram bilmek demektir, kavram bilgisi demektir. Hayal dünyan, düşünce atmosferin, sentez ve analiz gücün bildiğin kelime dağarcığı oranındadır. İstese de fazlasını yapamaz, yapmaya çalısa da gücü yetmez kişinin.

Bilgili olmak çokça kavram bilgisine sahip olmak demekse o zaman insanın aldığı eğitim de bir nevi buna tekabül etmez mi? Bu yüzden olacak ki, ta 24 asır önce, Antik Yunanda, Sokrates ve Platon gibi filozoflar, bilgeliği, kavram bilgisine sahip olmak olarak tarif etmişlerdir..

Nitekim insanın en ayrıt edici özelliği, yani onu diğer diğer varlıklardan ayıran yanı kavram üreten bir varlık olmasıdır herhalde.. Akıl diyoruz ama aklın en büyük hüneri nedir diye sorarsanız, kavram üretmektir derim. Sesleri harflere, harfleri kelimelere dökmektir. Onlar eğip bükmek, kurşunu kalıba döker gibi şekillendirmek ve aktarmaktır. Düşünün bir kavrama sahip olmayan bir ses neye yarar?

Bir düşünün, bir kelimeye sahip olmayan bir ses manasız ve bir şey ifade etmezken, bir kelime kalıbına döküldüğünde birdenbire şekillenip sihirli bir güce kavuşuyor. Bunu sadece ve sadece insanoğlu başarabiliyor.

İnsanoğlu Kavram üretiyor, aktarıyor, saklıyor ve hatırlıyor. Evet, bu sadece evrende (bilebildiğimiz kadarıyla) insanın yapabildiği bir hünerdir. Zaten uygarlık yaratan tek varlık olaması da bundandır. Sadece ve sadece bundan... Yani dil yaratmak hünerinden. Yoksa bir çok bakımdan diğer varlıklardan, hayvanlardan daha eksik ve güçsüz kalırdı. Bunu dil sayesinde aşar ve başarır.

Dil aynı zamanda beladır, bütün kusurları örttüğü gibi bütün kusurları gösterir de. Sırrı faş eden dildir, bu yüzden dil acımasızdır, dil bağışlamaz, dilin kusurunu başka bir organ örtemez.

Yazar Kızılkaya’nın dediği gibi, “Bu durum en çok kendini sanatta gösterir. Özellikle roman ve sinemada. Hatta sinemadan çok romanda. Çünkü roman dildir, sinema ise o dilin resimli hali... Sinema göze, roman beyine hitap eder; roman beyinde canlandırır resmi, o yüzden daha çabuk kana karışır. Ama nihayette ikisinin de ana malzemesi dildir.” Bunu ne kadar samimi ve sahici yaparsa o kadar başarılıdır.

Sanatta sahicilik; gerçek hayatı alıp sanatın gerçeği haline getirmek, sanatın gerçeğini de tekrar başa döndürerek hayatın gerçeği gibiymiş gibi alıcısına gösterip onu ikna etmektir.

Demek ki mesele yine gelip dile dayanıyor. Bir milletin, bir topluluğun, bir halkın dilini bilmiyorsanız onları sahici anlatamazsınız. Çünkü bu işler için bulunmuş terim “dile getirmek”tir. Yani birilerini anlatıyorsanız, onları “dile getiriyorsunuz” demektir.

İnsanı gösteren dilidir, anlat ki seni göreyim...

Yazarın Diğer Yazıları