Depremle hatırladıklarım
Prof. Dr. Nurten Laleci Sarıca
İlkokul ikinci sınıf öğrencisiydim. Sabahçıydım. Öğlen eve geldiğimde saat neredeyse 13.00 gibiydi. Önlüğümü çıkarıp eşofmanlarımı giyindikten sonra anneciğimin hazırladığı, mis gibi kokan yemeklerle donanmış sofrada öğle yemeğini yemiş kız kardeşimle oynamaya koyulmuşken şu an ne olduğunu hatırlayamadığım bir konu yüzünden (muhtemelen evcilik oyununda paylaşamadığımız oyuncak bebek yüzünden) tartışmış ve çocuk odasına gidip kapıyı da kilitleyerek yatmıştım. Derin uykum annemin "- kızım çabuk kalk, deprem oluyor sözleriyle bölünmüş, yarı uyanık korkulu bir halde kendimizi dışarıda bulmuştuk. Tarih 24 Kasım 1976. Muradiye ilçesine bağlı Çaldıran bucağında7.0 şiddetindeki depremin olduğu gündü. Depremi htiklerinde annem ve ablam oda kapısını yedek anahtarla açmayı başarmış ve beni uyandırarak tek katlı devlet lojmanı olan evden çıkabilmiştik. Hepimiz çok korkmuştuk. Okullar tatil edilmişti. O sıralar babam Eğitim Enstitüsü Müdürü olduğundan biz de lojmanda oturuyorduk. Tek katlı, betonarme, sağlam bir binaydı. 7.0 şiddetine rağmen depremi çok fazla hmemiştik. Oysa Çaldıran, Muradiye, Özalp ve Erciş'te çok büyük hasar vardı. Çünkü buralarda evler kerpiçten yapılmış toprak evlerdi ve bu şiddete dayanamamıştı. AFAD verilerine göre 3840 kişi hayatını kaybetmiş, 497 kişi yaralanmış, 9232 konut oturulamayacak biçimde hasara uğramıştı. Depremin ardından okullar tatil edilmişti. Köylerde evleri hasar gören birçok insan bizim lojmanın yakınındaki yatakhaneye yerleştirilmişlerdi. Ülkemizin dört bir yanından yardımseverlerin gönderdiği yardımlar depremzedelere dağıtılıyordu. Can kaybının yanında gelen maddi yardımlarla bir nebze de olsa yaralar sarılmaya çalışılıyordu.
Aradan oldukça uzun bir zaman geçmişti. Üniversite üçüncü sınıftaydım. Bu sefer Erzurum'daydım. Öğrenci yurdunda kalıyordum. Sonbaharın kışa yakın günlerinden birinin akşamında, dördüncü katında kaldığım yurt odasında dört arkadaş sohbet ederken, bir anda duyduğumuz tuhaf bir uğultu ve ardından ranzalarımızın sarsılmasıyla depremin olduğu anladık. Öncelikle hepimiz yerimizde kalakaldık. Sarsıntı durmuştu ama yurttaki kızlar çığlık çığlığa kendilerini dışarı atmışlardı. Tabi ben ve arkadaşlarımda. Dördüncü kattan inip yurdun önüne çıkıncaya geçen zamanı hiç bilemiyorum. Uçarak mı inmiştik farkında bile değildim. Gruplar halinde yurt binasından da fazla uzaklaşmadan bekledik. Sonra yeniden odalarımıza çıktık. O gece oda kapılarımız açık, ışıklar yanar halde giyinmiş olarak sabahladık. Sabah herkes fakültesine dersine gitti. Sınıflarımızda da konuşulan konu yine depremdi. Öğleden sonraki ilk dersimize girmiştik. Saat 14.00 sıralarında koridordaki hoparlörden bir uyarı sesiyle dersimiz bölündü. Ne dediğini tam anlayamamıştık. Ama deprem olacağı haberinin alındığı ve panik yapmadan binaların derhal boşaltılması gerektiği söylenmişti. Hocamız aslında son derece sert, disiplinli, karşısında konuşmaya cesaret edemeyeceğimiz biriydi. Ama bir anda sakin ve şefkatli bir ses tonuyla bizlere "- gençler şimdi kitaplarınızı toplayıp dışarı çıkın. Sakın yurtlarınıza, evlerinize girmeyin; yeni bir duyuru yapılıncaya kadar dışarıda bekleyin" dedi. Çabucak kitaplarımızı toplayıp dışarı çıktık. Herkes şaşkındı. Düşünsenize her şeyden kaçıp sığındığınız evinizden kaçıyorsunuz. Orta yerde bir başına kalmak öylesine zor ki. İnsan, doğanın gücü karşısında ne kadar güçsüz ve ne kadar çaresiz olduğunu her hücresinde hissediyor o anda. Ailelerimizden uzaktaydık, arkadaşlarımızla toplandık kaldırımın kenarında oturduk birkaç saat. Sonra birileri yurtlarımıza gidebileceğimizi söyledi ve dağıldık. "Tekrar deprem olur mu?" Korkusu ve endişesi birkaç gün daha sürdü ve sonra unuttuk, normale döndü yaşam.
1999 yılının 16 Ağustos tarihini 17 Ağustos'a bağlayan gece Gölcük merkezli deprem de tıpkı 1976 Çaldıran depreminde olduğu gibi 7,4 şiddetinde olmuştu. Bundan birkaç gün öncesinde Van'da da bir akşam deprem olmuştu. Evimiz 6. kattaydı ve çok sarsılmıştık. Hatta vitrindeki bazı cam eşyalar kırılmıştı. Ardından gerçekleşen 17 Ağustos depremi ve yaşanan büyük felaket ülke olarak, millet olarak hepimizi derinden yaralamıştı. İzleri hala silinmiş değil. Çok büyük acılar yaşandı.
Yaklaşık on iki yıl sonra bu sefer bir pazar günü öğleden sonra Denizli'de ailece gittiğimiz semt pazarındaki bir tezgâhtan pazarcının yanındaki arkadaşıyla konuşması sırasında söylediği "-kardeş Van'da büyük bir deprem olmuş" sözüyle adeta şok yaşadık. Hemen telefonlara sarılıp eve geri döndük. Telefonlara cevap alamıyoruz; Gözlerimiz kulaklarımız televizyon kanallarında. Sevdiklerimiz, hemşerilerimiz ne durumda? Can kaybı var mı? Hasar var mı? Gibi bir sürü soru aklımızda, gözlerimiz yaşlı, dilimizde dualar haber beklemekteyiz. Sonuç yine hüsran! Önce 7.1'lik sonrasında 5.7 'lik depremler yine çok can almış, çok can yakmış bizleri, izleri hala taptaze olan derin acılara boğmuştu.
Ve bundan bir süre önce 24 Ocak Cuma günü Elazığ'da gerçekleşen 6.8'lik deprem yine 41 kişinin canına mal oldu ve büyük hasarlara yol açtı. Televizyon kanalları günlerce bu haberleri verdi. Deprem konusu açık oturumlarda konuşuldu, tartışıldı. Yapılması gerekenler söylendi. Bu depremin olası İstanbul depremini tetiklemiş olabileceği ile ilgili bilim insanları bazı değerlendirmelerde bulundu, bulunuyor. Ama daha üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen unutuldu. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor. Uzakta olanlar bir iki gün üzülüyor, etkileniyor gerçekten aynı korkuyu, acıyı hissediyor belki ama geçiyor.
Oysa deprem ülkemizin gerçeği. Göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir mesele. Hani deniyor ya "deprem öldürmez, binalar öldürür". Devletin gerekli denetimleri hiçbir suiistimale yer vermeyecek şekilde yapması lazım. Yaslar ve kuralların gerekleri mutlaka yerine getirilmeli. Söz konusu insan hayatı. Herkes güvenli binalarda oturmayı hak ediyor. Bir daha böylesi acıları yaşamamak için devlet ve millet el ele vererek ne gerekiyorsa yapmalıyız. Depremlerde kaybettiklerimize rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah hepimizi daha büyük felaketlerden korusun.