Şahbettin Uluat

Filistin soykırımı ve İsrail yayılmacılığı hakkında iki belgesel

Şahbettin Uluat

TRT 1 kanalında 07.10.2024 tarihinde 20.00-21.20 saatleri arasında arka arkaya iki belgesel film yayınlandı.

Her vicdan sahibinin bulup izlemesi gereken bu iki belgeselin ilkinin adı “Gazze”yi Görüyorum” ikincisinin adı da “Kutsal İşgal”di ve filmlerin ilki insanlık madalyonunun aydın yüzünü, ikincisi de karanlık yüzünü gösteriyordu. Birincisi henüz insanlığın ölmediğini anlatırken ikincisi dinsel fanatizmle karışık algı yönetimi ile insanların nasıl canavarlaştırıldığını ekrana taşıyordu.

“Gazze’yi Görüyorum,” belgeseli Filistin’den binlerce kilometre uzakta, Norveç’te çekilmişti. Belgeselde konuşan insanlar Filistin’e gitmiş, orayı görmüş kimseler olmamalarına rağmen modern iletişim olanakları sayesinde İsrail ve müttefiklerinin Gazze’de yaptıkları soykırımdan, zulümden, katliamdan ayrıntılı şekilde haberdardılar.  Onlar sokaklarda, kafelerde, resmi bina önlerinde toplanıyor, protesto gösterileri yapıyor, Filistin soykırımını lanetliyor ve kendi hükümetlerini zulmün parçası olmamaya çağırıyorlardı.

Bir tanesi şöyle diyordu: “ Başlangıçta 7 Ekim olayından ötürü İsrail’e sempati duyuyorduk ancak İsrail Gazze’deki kuşatmayı şiddetlendirmeye başladıkça, elektriği suyu kesmeye, ilaçlara, yiyeceklere ulaşımı kesmeye başlayınca ve okullarda, sığınaklarda çocukları öldürmeye, hastanelere saldırmaya başladıkça elbette kamuoyunun düşüncesi de değişti. 8 Ekim günü biz protesto gösterileri başlattık ve 6 bin kişi sokaklara döküldü. Çünkü bunun ardından ne olacağını anlamıştık. Şu an büyük bir öfke, üzüntü ve hayal kırıklığı hissediyorum çünkü bu olaylar çok iyi belgelenmiş durumda. Herkes neler olduğunu görüyor. Gazze’yi yok etmek istiyorlar. Yine de bunun olmasına izin veriliyor. Elbette bu batının desteği ile oluyor. “

Program sunucusu bu sözleri üzerine muhatabı hanıma şöyle bir soru yöneltiyor. “Peki, İsrail’in yaptıklarını veya bunun haklı gösterilme şeklini tek bir kelimeyle tanımlayacak olsaydınız, ne derdiniz?”

Yanıt “Yereşimci Sömürgeciliği” oluyor ve devam ediyor. 

“İsrail şimdi toprak çalıyor ve o toprakların sakinlerini yaşadıkları yerlerden sürüyor. İsrailliler toprağı bir emtia, satın alabilecekleri bir şey olarak görüyor. O toprakla ilişkisi olan insanları uzaklaştırabileceklerini onu satabileceklerini, yok edebileceklerini, kullanabileceklerini sanıyor. Toprağa karşı bir sevgi hissetmiyorlar. Bana umut veren şey ise bu konuda hem Norveç hem de dünya çapındaki dayanışma miktarını görmek.”

Belgesel başka aydınlık yürekli ve aydınlık akıllı insanlarla yapılan görüşmelerle ve Oslo’da düzenlenen protesto gösterilerinden karelerle devam ediyor.  Çok farklı ve çok anlamlı değerlendirmeler yapan insanlar yeryüzünde vicdanın ve adalet duygusunun henüz canlı olduğunu kanıtlayıp yüreğimize su serpiyor.

Madalyonun aydınlık yüzü ışıl ışıl parlıyor. 

*

“Kutsal İşgal” adlı ikinci belgesel en az birincisi kadar anlamlı ve önemli. O filmde de Siyonist yayılmacılığın karanlık yüzü geliyor ekranlara.

Uzun yıllardır sık sık ekranlara düşen, Kudüs’te, Ramallah’da, öteki mülteci kamplarında yaşanan zulümlerin, haksız tutuklamaların, işkencelerin, hakaretlerin geri planında, kırsal bölgelerde, Filistin köylülerine yapılan ve gözlerden uzak yaşandıkları için basına yansımayan köy zulümleri ve işgalleri de bu belgeselde canlı görüntülerle anlatılıyor.

Siyonist yönetimin kırsaldaki işgalleri nasıl adım adım gerçekleştirdiklerini, Filistinlileri, evlerini başlarına yıkarak, su kaynaklarını keserek, gündüz gece demeden konutlarını basıp hakaretler ederek nasıl yerlerinden yurtlarından ettiklerini,  boşaltılan bölgelerde nasıl yerleşimler başlattıklarını, bütün bunları hangi kafa ile yaptıklarını net bir şekilde dikkatimize sunan film, tüyleri diken diken etmeye yetiyor.

Bu belgeseli izlerken aklıma bankada çalıştığım 1980’li yıllar geliyor. O yıllarda Suudi Arabistan, Kuveyt gibi Arap ülkelerine yapılan canlı hayvan satışlarında bu ülkelerin İsrail limanlarına uğramış gemilerden mal almadıklarını, ihracatçılardan böyle bir taahhüt talep ettiklerini yani Filistin’e destek için İsrail’e ambargo uyguladıklarını hatırlıyorum. 

Aradan geçen zaman içinde İsrail yalnızca batılı başkentleri kendi emellerine alet etmemiş, Filistin’e destek vermesi umut edilen Arap ülkelerinin yönetimlerini de kontrol altına almıştır.

Her ne kadar dünyanın büyük bir bölümü Filistin soykırımını yeni öğrense de bu baskı ve işgal on yıllardır adım adım, yaşana yaşana, günümüze kadar gelmiştir. Bu gün de uzak, ıssız tepeler dâhil her yerde yaşanmaktadır. 

Biraz abartılı gibi görünse de, şimdiden sonra insanlığın geleceği adına küresel ısınma gibi dikkate alması gereken bir başka sorun da küresel siyonizmdir.  Kadın, çocuk demeden kendilerinden olmayan insanlara ve hatta onların evcil hayvanlarına bile yaşam hakkı tanımamaya programlı; inançlarını gerekçe göstererek katliamları savunun, insan öldürmeye programlanmış siyonistlerin düşünceleri, davranışları vicdan mihengine vurulduğunda ciddi anlamda sorunludur ve önlem gerektirmektedir.

Siyonist olmayan Yahudiler dünyamızın renklerinden bir renktir. Büyük çoğunluğu da sağduyu sahibidir ve bizim gibi düşünüyor.

Ama kana doymayan Siyonistler madalyonun karanlık yüzüdür ve içimizi karartıyor.

NOT:

 Ulaşabilen herkesin yukarıda adı geçen iki belgeseli de mutlaka izlemesini öneriyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları