Van'da bir sonbahar günü
Şahbettin Uluat
Bugün günlerden 8 Kasım 2024. Sabah yataktan kalkıp perdeyi açtığımda bulutsuz, pırıl pırıl bir sonbahar gününe uyandığımı görüyorum. Güneş yeni doğuyor ve karşıdaki müstakil evlerin çatılarında hafiften bir nem var. Sokaktaki ağaçların yarısının yaprakları sararmış. Her yer sonbahar kokuyor.
Bulutsuz gökyüzü bana adeta usulca “Şükretsene, böyle güneşi bol, havası temiz bir şehirde yaşıyorsun,” diyor. “Ben bilirim. Birazdan Avrupa’nın kentleri ve köyleri bulutlu, sisli bir güne gözlerini açacaklar,” diye devam ediyor. Düşünüyorum.
Kimi Avrupa ülkeleri hem coğrafi konumları nedeniyle hem de havanın kirlenmesine, gökyüzünün kararmasına neden olan sanayi kuruluşlarının sürekli tüten, çevreyi kirleten bacaları nedeniyle genellikle bulutlu günler yaşarken bizler yılın pek çok gününde tertemiz, masmavi bir gökyüzü altında yaşıyoruz. Bu anlamda oldukça şanslı sayılırız.
Aklıma bugün artık yerlerini İranlı turistlere bırakmış olan ve 1980’li yıllar boyunca Avrupa başta olmak üzere dünyanın her yerinden gelip ülkemizi ziyaret eden ve Van’a uğramadan geçmeyen yabancılar geliyor. Onların bir kısmıyla tanıştığımızı, sonrasında da sürecek yakın arkadaşlıklar kurduğumuzu hatırlıyorum. Onların bu seçimlerinin başlıca nedenlerinden ikisi de şehrimizin temiz havası ile bugünkü gibi bol güneşli günleriydi.
Yakın zamanda izlediğim bir Norveç belgeselinde, o ülkede yaşayanların başlıca problemlerinden birinin de, aylar boyunca süren karanlık vakitlerin getirdiği psikolojik sorunlar olduğunu hayretle öğrenmiştim. Yani coğrafi konumları itibariyle kimi başka Kuzey Avrupa ülkeleri halkları ile birlikte Norveçliler de uzun zaman dilimleri boyunca ışığı görmeden ya da zor görerek yaşarken bundan olumsuz etkileniyor, gizli ya da aleni birer engelli haline geliyorlar.
Bu bizimki gibi güneşi bol bir memlekette yaşayanların kolay anlayabilecekleri bir durum değil.
Biz Vanlılar baharı bahar gibi, yazı yaz gibi, sonbaharı sonbahar gibi, kışı kış gibi yaşıyoruz. Bu dünyanın başka bölgelerinde yaşayan pek çok insana nasip olmayan bir nimet.
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde ister istemez sormak gerekiyor: Memleketimiz Van’ın güneşli gün sayısı bakımından dünyanın önemli merkezlerinden biri olduğunun, dört mevsimi de dolu dolu yaşayan bir coğrafyada bulunduğunun, kaç tanemiz ve ne kadar farkındayız?
Kaç tanemiz bunun için şükrediyoruz?
Ben kendim defalarca şükrediyorum.
*
Van ve sonbahar demişken yaşadığım kısa zaman dilimi içinde değişip dönüşen yaşam tarzlarımızı da düşünmeden edemiyorum.
Bizim çocukluğumuzda her köşe başında bir market, her evde buzdolabı, kış aylarında her yere sağlıklı ulaşım ve hatta kolay haberleşme, tıkla gelsin yoktu. Her şeyi, her isteyen çarşıda, pazarda bulamıyordu ve sonbahar mevsimi aynı zamanda kış hazırlıklarının yapıldığı mevsimdi.
Evlerin çok büyük bölümü kerpiç ve toprak damlıydı. Hemen her evin önünde, yanında kışlık peynirlerin gömülebileceği kadar, bazen meyve ağacı dikilecek ve sebze ekilecek kadar alanlar da vardı. Aileler olanakları ölçüsünde peynirlerini küplere koyup toprağa gömerler, kavurmalarını kavururlar turşularını kurarlardı. Kış zahiresini alır kilerlere yerleştirirlerdi.
Şimdi artık evlerin büyük bölümü beton ve üst üste konutların olduğu binalar haline gelince peynirleri gömüp muhafaza edecek alanlar daraldı. Ekonomik ve kültürel nedenlerden kavurma, kış zahiresi hazırlama alışkanlıkları değişti.
Her yere ve her türlü ulaşım, anlık haberleşme, yaşam tarzlarımızı değiştirdi. Buzdolapları, derin dondurucular evlerde yerlerini aldılar ve tüketim alışkanlıklarını ciddi anlamda dönüştürdüler.
Bu sonbahar günü bana bütün bunlarla birlikte o eski alışkanlıkları yaşamış olan büyüklerimizin önemli bir bölümünün artık aramızda olmadığını, o günlerin çocuklarının bir kısmının artık Van dışına taşınmış olduğunu, yeni gençlerin yukarıda ifade edilmiş olan gelenek ve alışkanlıklardan habersiz büyüdüğünü de düşündürüyor.
Bugün gözümüzü açmış olduğumuz Van pek çok bakımdan artık eski Van değil.
Araçlar, apartmanlar, cadde ve sokaklar ile uydu kentler her geçen gün artıyor, gelişiyor, zenginleşiyor; bağlık bahçelik evler, eski komşuluklar, akrabalıklar, ziyaretler samimiyetler de azalıyor.
Coğrafya olduğu yerde duruyor ama insanlar, gelenekler, alışkanlıklar değişiyor. Şehir kimi yönlerden zenginleşirken kimi yönlerden de yoksullaşıyor.