Zaman ve İnsan
Şahbettin Uluat
Zaman su gibi akıp geçiyor.
Zamanla birlikte onunla dans eden her şey eskiyor, uzaklaşıyor.
Diğer pek çok şey gibi şarkı ve türküler için de, gazete yazıları için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Bir sosyal paylaşım sitesinde benim ilk gençlik günlerimin şarkılarını derli toplu ve bir arada görüp birkaç tanesini dinledikten sonra ister istemez bunları ve daha fazlasını düşündüm.
Zaman geçiyor; geçerken birtakım şeylerin üstünü sıkı sıkıya örtüyor. O örtülenlerin pek çoğu bir daha geri gelmemek üzere uzaklaşıp görülmez, anılmaz oluyor.
Buna karşılık zamanın bile örtüp kapatamadığı, çağları aşan sözler, söylemler de var. Onlar ulaştıkları her çağda ve her toplumda dilden dile, kulaktan kulağa dolaşıp duruyorlar. Onların bir kısmı, büyük düşünür Mevlana’nın zamanı konu alan veciz ifadesiyle asırları aşacak şekilde dile getirdiği “dünle beraber gitti cancağızım / ne varsa düne ait / şimdi yeni şeyler söylemek lazım,” sözleri gibi zamana direnip ölümsüzlük kazanıyorlar.
Diğer her şeyde olduğu gibi güçlü direniş gösterebilenler daha dayanıklı hale gelip çağları aşıyor, direnemeyenler çöküp unutuluyorlar.
Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan, Mevlana her çağda anılırken onların dönemlerinde yaşayan ve içlerinde şahlar, padişahlar da bulunan diğerlerini bugün artık kimse hatırlamıyor.
*
Bu dünyadaki varoluşumuzun ölçütü olan zaman duruma göre bizlere birtakım haklar kazandırıyor ve sorumluluklar yüklüyor. Çabalarımızın karşılığını almamız, sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmemiz, dönülebilecek yanlışlarımızdan dönmemiz için çeşitli fırsatlar tanıyor.
Zaman kimi eylem ve söylemlerimizi yeniden düşünmemizi, eksiklerimizi ve yanlışlarımızı görmemizi sağlıyor. Hakkımız olarak bildiğimiz kimi şeylerin gerçekte tam olarak hak olmadığını, sorumluluk olarak bilmediğimiz şeylerin de sorumluluğumuz olduğunu anlamamıza olanak sağlıyor.
Kimi eleştirilerimizin yanlış olduğunu görmemize fırsat veriyor.
O anlamda bundan önceki “1. Van Kitap Fuarı’nın ardından” başlıklı yazımda gerek kitabımın basılmamış olması gerek fuarda şahsıma yer ayrılmamış olması konularında yetkili arkadaşlarıma yönelttiğim sitemlerin haksız olduğunu anlamama da fırsat vermiştir.
O güzel etkinliklerin çeşitli boyutları ile ilgilenmek durumunda olan arkadaşlarımızın özel olarak herkesle birer birer ilgilenmeleri mümkün değildi. Bunu görüp takdir edemediğim için üzgünüm.
Fuara katılım konusunda genel anlamda bildirim yapmış olan Van Yazar ve Şairler Derneği Başkanı Prof. Dr. Zeki Taştan hocamız kendisine yakışan engin hoşgörüsü ile ortaya atılan taşa gül ile yanıt vermiştir. Başta kendisi olmak üzere o sitemimden rahatsızlık duyan herkesten özür dilerim.
*
Söze zamanla ve eski şarkılarla başlamıştık.
Su gibi akıp geçen zamanın unutturduğu pek çok şey arasında şarkılar, türküler, başkaca sözler, söylemler, eylemler de vardır.
O şarkıları dinlediğimizde o çocukluk, gençlik duygularının yorgun güvercinler gibi içimizde uçmaya çalıştıklarına tanık oluruz.
Mesela benim aklıma yetmişli yılların başlarında şimdiki Sanat Sokağı’nda bulunan iki sinemanın, Emek ve Şehir sinemalarının hoparlörlerinden gösterim öncesi çevreye yayılan şarkılar gelir. Estarabim, İstanbul Sokakları, İntizar, Toprak Alsın Muradımı, Damarımda Kanımsın, Duydum ki Unutmuşsun Gözlerimin Rengini ve bütün diğerleri.
Gençtik, fazlasıyla duygusaldık. Onları dinlerken sanki o sadece filmlerde görebildiğimiz İstanbul sokaklarında sevgilisini yitirmiş biri gibi bir duyguya kapılırdık. O olmayan sevgilinin damarlarımızdaki kan kadar bize yakın olduğunu hissederdik. İntizarla olmayan kıskançlığımızı dile getirir, Bülent Ersoy’un şarkısı ile de onun sitemine ortak olurduk.
Yeni kuşaklardan gençler artık “Kim Milyoner Olmak İster” adlı televizyon programında o şarkılarla ilgili gelen soruları yanıtlayamıyorlar.
Devir değişmiştir.
Zaman çarkı o şarkılar için, o şarkıları hatırlayanlar için, herkes ve her şey için dönmeye devam etmektedir.