Güzel insanlı günler
Şahin Akçap
Pazar günü çalan telefonumun ekranına bakınca arayanın güzel bir insan olduğunu görüyorum.
-Merhaba dayıcığım. Diye açıyorum.
"Merhaba, nasılsın?" Diyor o her zamanki sevecen, müşfik sesiyle.
Büyük dayımızın oğlu ama biz ona hep dayı dedik.
"Yarın bir araya gelelim mi? Kim varsa haber ver."Diyor.
Bayramda bayramlaşırken:
"Bir süre daha Antalya'dayım. Ancak görüşelim, söyleşelim."Demişti.
Günler geçmişti ve hep kulağım ondan gelecek telefona odaklanmıştı.
-Mutlu olurum. Çok mutlu olurum. Diye yanıt verirken gün ve saati belirlemişti. Pazartesi buluşmamız artık aklımızın kayıt defterine yazılmıştı.
O altı kızlı büyük dayımızın tek erkek oğluydu.
Telefonu kapatırken geçmişe doğru sardı belleğimin film makinesi.
Tepebaşı Mahallesi'nin Gül Sokağından anamızın yanında giderdik büyük dayımızın küçük ve şirin bahçeli evine. Öyle ki çocuk yüreklerimiz heyecanla çarpardı. Bizleri karşılayan dayıkızlarımız; Semahat, Saniye, Necmiye, Sevgi, Nermin, Hülya, Gülseren gül yüzleriyle karşılardı bizleri.
Dayıoğluna pek rast gelmezdik. Ama yola bakan iki pencereli evin pırıldayan salonunda duvarlarda hep onun resmi olurdu. Hayranlıkla bakardım. Askerliğini yedek subay olarak yapmış, okuduğu okullarda başarılara imza atmıştı.
Ondan kalan bisiklet Nermin'in kontrolündeydi. Onun bisikleti, Nermin'in cesaretlendiren yönlendirmesiyle küçük tepeli yoldan aşağıya doğru önce pedala tek basarak binerek, sonra yüreklenip selesine oturarak hiçbir zaman bisikleti olmayan bir çocuk olarak öğrenmiştim bisiklete binmeyi.
Bahçenin bir köşesine rahmetli Masum Ayçiçek dayımın usta elleriyle yaptığı kilerimsi yüklükte çok şey dayıoğluma aitti. Bir keşif sırasında duvara dikine olarak iliştirilmiş kar kayaklarıyla karşılaşmıştım. Bizler kaymayı sadece kızaklarla yaptığımız için çok ilginç gelmişti. Bunu fark eden dayıkızları:
"Öğreneceğim dersen her zaman götürebilirsin." Demişlerdi.
Ve o ayak kayaklarıyla Toprakkale Dağının eteklerine kara bir camuş gibi çökmüş Karadağ'ın yamaçlarında kış günlerinde öğreninceye kadar inatla binmiştim. Düşe kalka derken tahtadan kayaklardan biri karın gizlediği taş parçasına takılarak kırılmıştı. Büyük bir üzüntüyle kayakları götürdüğümde çatık kaşlar beklerken dayıkızları:
"Üzülme. Sana bir şey olmamış ya." Diye teselli etmişlerdi.
Dayıoğlu Turgut Ayçiçek örnek aldığımız ağabeylerimizden biriydi.
Yıllar birbiri ardına düşerken, hayat ömürlerimizde farklı öyküler yazarken O Ankara'ya yerleşti. Dayıkızları bir bir evlenerek yeni yuvalarına uçtular.
1990 yılları sonrası Vanspor birinci lige doğru mücadele verirken, son yükselme maçları için Antalya'dan Ankara'ya; Adanalı, Antalyalı arkadaşlarla bir araba dolusu taraftar olup gittiğimizde oteller tıka basa doluydu. Öyle beş yıldızlı otellere de bütçemiz yetmeyince bir kenarda oturup ne yapacağımızı düşünürken:
"Asmayın suratınızı. Dayımı ararım o çare olur derdimize." Diyerek onu aramıştım.
Yol-İş Mali Genel Sekreteri ya Turgut dayımız ve Van'dan gidenlere Ankara'da yol yordam gösteren ya ulaştık telefonla.
"Al arkadaşlarını bu adrese gelin."Demişti.
O gün öğle bir kebapçıda tüm Antalya'dan giden bizlere kebap ziyafeti çektikten sonra karayollarına ait işçi misafirhanelerinden birini arayarak bütçemize uygun kalacak yer ayarlamıştı.
Ona veda ederken:
"Sakın umutsuzluğa kapılmayın. Göreceksiniz üç ilin, Adana'nın, Antalya'nın, Van'ın takımları birinci lige çıkacak."Tahmininde bulunmuştu.
O yıl öyle de olmuş, üç ilin takımları birinci lige yükselmişti.
İşte benim o dayıoğlum pardon dayım Turgut Ayçiçek'le yarın buluşuyoruz.
Can cana olacağız ve bütün bu yazdıklarımı ona detaylarıyla anlatacağım. Ve diyeceğim ki:
-Senin kırılan o kayakların var ya. Hani kızların benim kırdığımı söylemedikleri kayağını. Onu ben kırmıştım kazaen. Diyeceğim.
Kızar mı?
Hiç sanmıyorum.
Yine esmer esmer gülecek ve o şirin kahkahalarından birini koyuvererek:
"Canın sağ olsun halaoğlu." Diyecek