Türküler yaşsızdır
Şahin Akçap
Uzandığım yerden kulak kabarttım. Güzel bir türkü söylüyordu yaşlı bir kadın sesi. Kalktım pencereden dışarı baktım. Hayır, ses uzayıp giden bahçeden gelmiyordu. Yürüdüm, koridoru sessizce geçtim. Ses mutfaktan süzülüp geliyordu. Başımı uzattım, mutfağın küçük balkonundaki sandalyeye kurulmuş TOKİ beton dağlarının arasında bir zümrütten tabloya dönüşmüş Van denizini izleyen anamdı türküyü söyleyen. Yüzündeki çizgiler sanki silinmiş, bembeyaz bulut renkli saçları leçeğinden kaymıştı.
Öylesine geri döndüm uzandığım odaya. İstedim ki yarım kalmasın türküsü.
Belki bir güzel rastlantı diye düşündüm. Türküler ve şarkılar mutlu anların yüreğe sığmayan ezgileridir. Ya da fırtınalı yüreklerin çalkantısında kimi zaman bir ah, kimi zaman bir figan…
O günler o bir torunun ben de bir sevgili yeğenin düğünü heyecanındaydık. Uzaklardan telefonla aradığımda:
"Gelirseniz hep beraber halaya kalkarız. Allı pullu yazmalar almış bacın. Cümle davetlilere dağıtacak. Men de kırmızı pullu yazmayı sallayacağım. Tey tey diyeceğiz. Şabaş takacak alınlarımıza toy yerindekiler." Demişti.
Yüksek çözünürdeki bir kamera gibi kayıt altına aldım anamı. Bakalım yine bir başka türkü söyleyecek mi diye.
Düşündüğüm de oldu. Molla Kasım yazlıklarında Nihat'ın telefonu çaldığında yaşlı kadın dikkat kesilmişti. Telefonun çalan müziği Bizim eller Van türküsünün sözlerinin ezgisiydi.
"Oy bizim eller ne güzel eller."
Bütün gün o türkünün sözlerini mırıldandı annem. Çay içerken, yemek yerken, bahçede minik yürüyüşler yaparken. Türkünün sözleri eksiksiz, ezgisi özgündü.
Yazlık dönüşü gecenin ilerleyen saatlerinde mutfağın o küçük balkonunda ana-oğul gecenin sesini dinledik. Gökyüzüne saçılan yıldızlara baktık. Bazen geçmişten bir anıyı konuştuk. Bazen sustuk. O derin karanlığın ötelerinde yanan Şehri-i Van'ın ışıklarını saydık.
"Nasıl da İzmir'e benziyor. Hani geceleri İzmir aynı böyle ışıklar altında parıldar ya." Dedi. En küçük oğlu, küçük kardeşim Hasan'ı andık.
"Belki yarın çıka gelir ha? Gelir mi dersin?" Diye sordu.
-Kim bilir?" Yanıtını verdim.
Ve bir sabah kahvaltı hazırlığı sırasında geçmişten bir şarkı mırıldanıyordu. Ali Rıza Binboğa'nın:
"Öğretmen öğretir A, B…"
Şarkının sözleri yine eksiksiz ve ezgisi bestesine uygundu. Bir an korktum. Arada bir dudaklarına gelen türküler ve şarkılar neyin işareti dedim içimden.
"Sende öğrettin mi çocuklarına bu şarkıyı?" Dedi.
-Öğrettim." Dedim.
Gülümsedi.
Derin bir düşünceyle sarsıldım. Annem ne demek istiyordu. Birden ortaya çıkan bu türkülerin anlamı ne dedim kendi kendime. Kendimce bir test yaptım.
Çocukluğunu anlattırdım, babamızla olan izdivacını, hangi mevsimde beni doğurduğunu. Tüm sorularıma eksiksiz yanıt verdi.
"Hani Amber teyzenle bizi Gem'e götürmüştün. Doğduğumuz köye. Hatırladın mı?" Diye sordu.
-Hatırlamaz olur muyum? Nasıl da sevinçle karşıladı bizi ahbaplar, akrabalar." Dedim.
"Yine gider miyiz?" Diye sordu. Sorusunu öyle sormuştu ki içinde:
"Sakın hayır deme." Vardı.
-Sen istersin de gitmez miyiz anacığım. Diye yanıtladım.
Gülümsedi… Elini uzatıp sımsıkı elimden tuttu.
"Köklerimiz oraları… Oraları sakın unutma, unutturma." Dedi.
Mırıldanmaya başladı elimi sımsıkı tutarak.
"Oy bizim eller ne güzel eller."
Karşı apartmanın camına vuran gün ışığı yansıyarak leçeğinden saçılmış ak saçları üzerine düştü.
Anladım ki her şey yaşlansa da türküler yaşlanmıyor.
Elimi tutan elini öptüm alnıma koydum.
O, türküsünü söylemeye devam etti.