
Köküne kibrit suyu
Şükran Akçap Yurtkuran
Bilimsel verilere göre; kibrit suyu, içeriğindeki sodyum klorat nedeniyle bitkiler üzerindeki olumsuz etkisi düşünülerek, birtakım istenmeyen bitkilerin köklerine dökülen bir karışım olarak bilinmektedir. Potasyum ve sodyum klorat bileşikleri, zararlı otla mücadelede günümüzde dahi göz önünde bulundurulması gereken, kökten çözüm getiren alternatiflerdir. Bununla birlikte mevzubahis deyime baktığımızda anlarız ki, fedakâr insanımız bir dönem sırf zararlı otla mücadele uğruna, düzinelerce çöpü kaynar sulara atmış, kaynar sulardan çerçöp, kükürt veya fosfor ayıklamıştır ki bu da bir tarım toplumunun gündelik yaşam pratiklerindeki öncelik sıralamasını bizlere gösterir.
Buradan hareketle, günümüz dünyasındaki çeşitli düzeylerde olan ve bir bölümü de olumsuzluklar içeren insan ilişkilerini anımsadım.
Hiç sorguladınız mı?...
İnsan olmaktan yana aslında ne çok ortak paydamızın olduğunu.
Rutin paydalarımız; "güne merhaba demek", "gökyüzüne bakmak", "nefes almak", "beslenmek", "yürümek", "koşmak", "yağmurun altında ıslanmak", "üşümek", "sıcaktan bunalmak", "gülmek", "kahkaha atmak", "aynı denize girmek", "aynı kumsalda yürümek", "aynı günbatımını izlemek", "doğacak güneşi fark etmek".
Birde "keyif almak"; ruhumuzu beslemek adına çoğunluğumuzun yaptığı gibi "kitap okumak", "resim yapmak", "müzik dinlemek", "ağaç dikmek", "film izlemek", "hayvanlara sahip çıkmak, onları sevmek, gözetmek" gibi birçok şey sayabiliriz.
Yine toplumsal yaşamımızı idame ederken yaşadıklarımıza göz atarsak; "komşuluk ilişkilerimiz", "toplu taşıma araçlarından birlikte yararlanmak", "kaldırımda yürümek", "cenazelere, düğünlere gitmek", "aynı hastanelerde tedavi görmek", "parklarda aynı banklara oturmak".
…Ve bir de o kadar çok farkında olmadan "yaşadığımız hazlar ve hüzünler".
Yani özetle diyeceğim o ki,
İhtiyaçlarımızın yanı sıra, algılarımızı yokladığımızda görürüz ki, değerlerimizin kıymetinin farkına varmamızın tek yolu, önyargıların "köküne kibrit suyu dökmek", yani fenalıkların kökünü kurutmak.
İnanın dünyanın en uzağında bile, bir aşiyana bakıp aklına kendi yuvası gelen ne çok insan vardır.
Uzakta bir balinayı ağlarından kurtarıp, özgürlüğüne kavuşturan denizcileri alkışlamak, dudakları susuzluktan çatlayan çocuğa su veren bir âdemoğlunu dost kabul etmek gibi…
Mücrim duygulardan arınıp, "ben ulaşamıyorum, ama orada birileri bir şeyler yapabiliyor" deyip o hazzı hmek gibi…
Ebeveynlerimize, eşimize, çocuklarımıza, komşu ve ahbaplarımıza, can taşıyan her bir varlığa fayda sağlamak insanlıktır. Yaşamı hep birlikte idame etmek, sahip olduğumuz rızıklarımızı ve olanaklarımızı paylaşmak bir insanlıktır. Tutamayanın eli, göremeyenin gözü, yürüyemeyenin ayağı, konuşamayanın dili olmak bir insanlıktır.
Mahlûkattan sıyrılmış, eşref-i mahlûkat mertebesine ulaşan insan gizli bir hazinedir.
"İnsanlık" için, insan olmak gibi…
"Yeryüzünün kurtuluşu" için muktedir olmak gibi…
Başka bir deyişle,
Beyazın siyaha tafrasının, batının doğuya üstünlük duygusunun, güzelin çirkine burun kıvırmasının, zenginin fakiri hakir görmesinin olmadığı; ebemkuşağı, yani mor, yeşil, turuncu renkleriyle gökyüzünü kaplayan uçurtmaların hâkim olduğu bir dünya varken, neden gri dumanlar gökyüzünü sarsın?