Ah nerede o eski veresiye adeti…
Ümit Kayaçelebi
İnsanın, özellikle şu kriz döneminde gerçekten nerede o eski Ramazanlar diyesi geliyor. Niye mi? Eskiden Ramazan ayında zenginler, bakkala gider ve veresiye defterindeki ilk 10-20-30 kişinin borçlarını sildirirmiş. Ne sildiren bilirmiş, ne borcu silinen
Ramazan, 'yakıp kavuran' demek ya, işte öyle bir Ramazan'ı daha yaşıyoruz. Bir yanda Ağustos, bir yanda ekonomik krizin uçurduğu fiyatlar. Güneş tepemizden, etiketler cebimizden yakıyor. Böyle bir atmosferde Ramazan manevi havasıyla ruhlarınızı serinletirken, eski Ramazanlardan gelen haberler de içimize neşe katıyor. Nasıl katmasın ki, misafirin çat kapı girdiği iftarları mı ararsınız, bakkalların zimme defterinde yazılı borçların hali vakti yerinde ahalice silinmesini.. Buyrun size 'eski tadında, Osmanlı kıvamında ama taptaze Ramazanlık haberler..
DAVETSİZ MİSAFİRLER HEP BEKLENİRDİ
Osmanlıda Ramazan, hilalin gözlenmesiyle başlardı. Ramazan hilali muvakkithanelerde hesaplanır, cami minareleri ve Galata Kulesi, Beyazıt Yangın Kulesi gibi yüksek yerlerden gözlenirdi. Tabi ki öncesi de var. Şaban ayının 15'inde Surre-i Hümayun Alayı mukaddes topraklara uğurlanınca Ramazan gelmiş demekti. Camilerde, şerbetler, lokumlar dağıtılır, sair zamanlar aydınlatılmayan İstanbul sokakları, Ramazanda kandillerle aydınlatılırdı. Camilerin dışı mahya ile içi kandillerle süslenirdi. Zengin konakları, fakirlerin gözdesiydi. Yılda bir ay bile olsa bu konaklarda iftar etme imkânına kavuşuyorlardı. İsteyen istediği zaman hiç davet edilmeye gerek duymadan, beğendiği bir konağın kapısını çalıp, “İftara Tanrı misafiri!” diyebilirdi ve bu asla yadırganmazdı. Zira bu tür davetsiz misafirler için ayrı ayrı sofralar hazırdı. Evlerde iftar için 3 sofra kurulurdu. 1-Evin beyi ve misafirleri 2-Evin hanımı ve misafirleri 3-Evin uşakları, misafirleri ve davetsiz misafirler için. Lakin her üç sofradaki yemeklerde aynı olurdu. Orta halli âilelerde ise yedi akşam komşulara iftar verilirdi. Hatta Ramazan başlamadan dileyen zenginlerin konakları numaralanır, sırası gelen iftarını sahurunu hazırlayıp bekçi veya davulcu vasıtasıyla yoksullara gönderirdi.
ZİMEM DEFTERİN SİLİNDİ Mİ
Yine Osmanlıdan gelen hoş bir âdet… Zimem defteri… Bakkal, manav, kasap gibi esnafların tuttuğu borç defteri... Ramazanda zengin bir şahıs bakkala gelir ve zenginliği ölçüsünde (esâsen gönül zenginliği ölçüsünde ) “İlk 20 kişinin borcunu hesapla” diyerek bu şahısların borcunu öderdi. Bazen tek bir şahıs tarafından bu borç defteri kapatılır, fakirler borçlarından kurtarılırdı. Burada bir başka letâfet daha vardı ki, o da ne borçlu borcunu kimin ödediğini bilir, ne ödeyen kimin borcunu ödediğini bilirdi. Böylece ne zenginde gurur, ne fakirde minnet... Ne hoş zarafet... Bursa'da Ramazan sofralarına münhasır hoş bir adet vardı ki hâlen uygulanıyor: Sûre isimli sofralarda, sûre isimli kaşıklarla iftar. Nedîmenin misafirlere salonun kapısında sunduğu şimşir kaşıklarda Kur'andaki sûre isimleri yazıyor, herkes aldığı kaşıkta hangi sûre ismi yazıyorsa, o ismin yazılı olduğu sofraya oturuyor. Böylece zengin-fakir, paşa-gedâ yan yana yemek yiyor. Yemekten sonra da şimşir kaşıklar, üzerlerinde sûre isimleri yazılı olduğu için yakılıp, külleri gül bahçesine dökülüyor.
Minareler kaftan giyerdi
Günümüze kadar gelen teravihlerin kasideler ve makamlar eşliğinde kılınma adetinin yanı sıra asıl ahenk temcîddeydi. Müezzinler, zikir-salavât, dua gibi metinlerden oluşan, peygamberimizi öven ve adına “temcîd” denilen bu kasîdeleri okuyarak halkı sahura kaldırırlardı. Bu o kadar yaygın hâle gelmişti ki, sahur yerine temcid, sahurda yenilen pilava da temcid pilavı denir olmuştu. Tembel hanımlar, sahura bir şey hazırlayamadığı zamanlar, akşam iftardan kalmış pilavı ısıtıp sofraya getirirlerdi. Bir de Ramazanın birinci ve sonuncu geceleriyle Kadir ve Bayram gecelerinde câmi minârelerine kaftan giydirilirdi. Yani külahından şerefesine kadar dizi dizi kandilden duvağa bürünürdü minare.
SEMÂİ KAHVEHANELERİ
Ramazana has bu kahveler, semâi okunduğu için bu ismi almıştı. Diğer kahvelerden farklı olarak bazı özellikleri ve ayrıcalıkları vardı elbet. Evvelâ kahveye giriş paralı idi. Kahvede bir kişi kitap okur, herkes dinlerdi. Kitap okuyan kahve parası vermezdi. Kahvenin yüksek bir sediri olur, âşıklar bu sedir üstünde atışırlardı. Kazanan âşık, ertesi akşam bir başka semâi kahvesine misafir olurdu. Semâi kahveleri Ramazanın ilk günü açılır, arife günü kapanırdı. Bir de bu kahvenin girişinde, çerçeveli boş bir levha vardı ki buna “Muamma Levhası” denirdi. Kahveye gelen herhangi bir şahıs, bir bilmece, yani bir muamma yazıp oraya asar, bu muammayı çözen de muammâyı yazan şahsın ortaya koyduğu hediyeyi alırdı. Kadir Gecesi mutlaka Ayasofya'da kutlanır, o devâsâ câmi lebâlep dolardı. Zaten padişahın da Ayasofya'ya geleceğini bilen halk, kolay kolay başka yere gitmez, muhakkak bu koca mâbede akın ederdi.
HUZUR DERSLERİ
Ramazanlarda Padişah'ın huzurunda tefsir dersleri okunurdu. Padişah'ın huzurunda okunduğu için bu derslere “Huzur Dersleri” denirdi. Haftada 2 gün, Ramazan boyunca 8 defa 1 Mukarrir Efendi ve karşısındaki 15 kişiden oluşan muhâtapları, Huzûr-u Hümayunda 2 saat ders okurlardı. Ders sırasında Padişah dâhil herkes diz çökerdi. Dersler saray salonlarından birinde ve öğle ile ikindi arasında takrir olunurdu. İlk huzur dersleri Osman Gazi zamanında başlamış, Murad Hüdavendigâr'ın tertibiyle resmileşmişti. İşte Osmanlılar, bu kutlu ayı, her şeyiyle rengârenk yaşıyorlardı. Osman Yüksel serdengeçti'nin lâtif cümleleriyle hitâma erdireyim: Ramazan! Ey Allah'ın zamana akseden lütfu! Ey bizi Allah'a götüren günler! 30 gün! 30 bin defa kalplerimizin yıkandığı mübarek ay, yine gel.
İFTARDAN ÖNCE İFTARİYELİK
İftardan ve akşam namazından önce aperatif yenen kısa süreli oruç açma faslına iftâriye denirdi. İftâriyede hurma ve zemzemden başka, çörek, hoşaf, komposto ve reçel gibi hafif şeyler olurdu. Akşam ezanı okununca iftâriye ile oruç açılır, akabinde akşam namazı kılınır daha sonra yemek faslı başlardı. Böylelikle akşama kadar boş duran mide birden tıka basa doldurulmamış olurdu. Osmanlı pâdişahlarının da uyguladığı bu âdet için Sultan İbrâhim tarafından Topkapı Sarayı havuzlu sofada yaptırılmış, altun kubbeli, boğaz ve haliç manzaralı İftâriye Kasrı'nın bu amaçla kullanıldığını kaç kişi biliyor acabâ.
Kaynak: Mahmut Sami Şimşek - Yeni Şafak Gazetesi