Bir Başka Doğuş:Ölüm
Ümit Kayaçelebi
Ölüm bir başka doğuşun başlangıç anı.
Esrar dolu âlemlere açılan ve mutlaka geçilmesi gereken bir kapı. Acaba insan, hayat perdesine düşen geçici bir gölge mi? Yoksa rüyalarında dünyayı yaşayan, sonsuzluk ülkesinin bir misafiri mi? Ve ölüm, bütün güzelliklerin, sevgilerin ve umutların sonu mu?
Bu soruların cevabını, iç dünyanıza çekilerek arayınız. İçinizdeki bir sesin Allah'ın varlığını anlayan, ebedi olduğunu da anlar dediğini duyacaksınız.
Muhteşem güzelliklerle süslenmiş bir kelebeğin ölmesine üzülüyor ve onun yok olduğunu zannediyorsanız, iyi bilin ki yanılıyorsunuz. Çünkü o,bir süre sonra toprağın hayat dolu sinesinden bir gül goncası olarak çıkacak ve çürüyen kanadındaki motifler, moleküllerin değişmesi ile pembe bir gülün kadife tenine işlenecektir. Ve böylelikle, kelebeğin kanadındaki ilahi zikir, kaldığı yerden gül kokusuyla sonsuzluğa açılacaktır. İnsandaki ölüm hadisesini, işte bu tefekkür tarzı içinde ele almaya çalışacağız.
Şuna inanmalısınız ki, kâinattaki her şey, insanın ölümsüzlüğü üzerine yaratılmıştır. Bir elma veya bir buğday tanesi, insanın ölümsüzlüğünü adeta bilmekte ve bu yüzden insana erişebilmek ve insan hücrelerine dönüşmek için can atmaktadır. Mesela elmanın yapısında, insanın günlük ihtiyacı kadar C vitamini ve yine o miktarda demir mineralinin bulunması, elbette tesadüf değildir. Ve hele hele meyvedeki C vitaminin bozulmaması gayesiyle yaratılan meyve asitlerinin terkibine, midelerimizin bozulmaması için karbonat iyonunun katılmış olması, ancak ebediyete namzet olan dünya misafirlerine yapılan milyarlarca ikramdan biri olsa gerektir.
35 yıllık doktorum. Son 20 yılımı ise, kanserli hastaların tedavisiyle uğraşarak geçirdim. Bu yüzden insanların ölüme yaklaşmasını ve ölüm anını en iyi gözleyen ilim adamlarından biriyim. İşte sizlere, bu hüviyetimle de ölümü anlatmak istiyorum.
Yeryüzünde yaşayan insanların yarısından çoğu, ölümün yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna inanmaktadır. Günümüzde büyük bir faaliyet alanı parapsikoloji ilmiyle uğraşan binlerce ilim adamı, dünyanın dört bir yanında yapmış oldukları incelemelerde, ruhun varlığını araştırıyorlar. Bu konuda binlerce kitap yazılmış ve bazıları abartılmış olan onbinin üzerinde neşriyat yapılmıştır.
Ölüm hakkındaki en iyi hükmü, onu gözleyerek varabiliriz.
Ölüm anı, çok değişik ve özel bir andır. Ben bu anı, hastalarımda çok teferruatlı olarak inceledim.
Kurtuluş ümidi olmayan bir hastalıkla, son ana gelen hastalarda neler olur?
Eğer ölüm kesin bir son olsaydı, bu hastalar yavaş yavaş sönecek ve önce zihni kabiliyetler kaybedilerek sıra ile bütün sistemler duracaktı.
Hâlbuki bu gün tıp, "ölüm iyiliğini" kesinlikle kabul ediyor.
Ölüm anında, önce zihinde akıl almaz bir gelişme olur. Kulaklar daha uzakları duyarken, gözler öteleri seyreder ve gözbebekleri, yeni bir gerçeğin seyrini ilan edercesine büyür. İnsan hafızası ise, olağanüstü bir netlikle, hayatın adeta hızlı bir bant şeridini sunar. Ve bütün iman sahipleri, ölürken o andaki bütün acılardan kurtulurlar. En güçlü ilaçlarla durduramadığımız acılar diner ve yüzler, bambaşka bir mutluluk havasıyla tebessüm eder.
Hâlbuki insan sadece maddeden ibaret olsaydı, zihinler son anda tam manasıyla iflas edecekti.
Ölüm anındaki en hayret verici olaylardan biri de, ağır hastalardaki dayanılmaz kötü kokuların birdenbire kaybolmasıdır.
Ben, özellikle kanserden ölen birçok hastamda, bu ani koku değişikliğine şahit oldum.
Bir hastam, yemek borusu kanserine yakalanmış ve daha sonra ciğerlerine yayılan kanserin kokusu, dayanıl*maz hale gelmişti. Bu hastanın kokusu, ölüm anına yakın (bir saat kala) tamamen kayboldu. Bu değişikliği, hastanın yakınlarıyla birlikte, ilmi bir zabıt halinde tespit ettim.
Ağrıları ölüm anında kaybolan hastalarım da pek çoktur.
En önemli tespitlerimden biri de, kemik kanserine yakalanan bir hastamla ilgilidir. Bu hastam, aynı zamanda akciğer metastazları sebebiyle devamlı olarak oksijen almak zorunda idi. Bu hastam içinde bulunduğu zor şartlardan ötürü, ölürken kelime-i şehadet getirememe endişesi içindeydi. Bu hastam, ölümünden bir saat önce oksijen cihazını attı ve hiç bir nefes zorluğu çekmediğini söyledi. Ve daha sonra akıl almaz bir şekilde doğrularak ayağa kalktı. Ölümün yeni bir doğuş olduğunu açıkça dile getiren bu rahmetli hastamın da durumunu, ilmi bir zabıtla tespit ettim.
Saymakla bitmeyecek olan bu örneklerin pek çoğunu, sizlerde görmüş veya işitmiş olabilirsiniz. Ölüm anında, acaba zihinler neden yeni bir sefere çıkma zevki içinde netleşerek açılmaktadır? Ve neden bedene, yeni bir hayat tarzı gelmektedir?
Bunun izah tarzı, beyinde hücre faaliyetleri sona erer ve maddi hayat biterken, zihin dediğimiz kompütur programlarının, matematik bir gerçek olarak ruhun emrine girmesidir.
Ölümün insanlar için ebedi saadete açılan bir kapı olduğunu gösteren milyonlarca iman sahiplerinden biri de Ulubatlı Hasan değil miydi? Gördüğünde Fatih'i ağlatan o mübarek şehidin yüzü, kızgın yağlarla haşlanmış vücuduna saplanan oklara rağmen, acaba neden tebessüm ediyordu?
Eğer insan sadece maddeden ibaretse, Ulubatlı'nın yüzü neden ızdırapla buruşmamıştı?
Ulubatlı'nın ve milyonlarca iman sahibinin, ölüm anındaki o zarif tebessümleri, bambaşka ve nurlu bir âleme geçişin bizlere verilmiş olan mesajından başka bir şey değildir?
Kaynak: Nurbaki.com