
Cahide Sonku: Tiyatroyla Başlayan, Sinemayla Biten Bir Yaşam Öyküsü
Ümit Kayaçelebi
Cahide Sonku ya da gerçek adıyla Cahide Serap Türkiye’nin doğumuyla çocukluk yılları kesişen ve bu zorlu süreçte kendi hayatının da zorluklarıyla başa çıkmaya çalışan biri olarak tanımlamak Cahide’nin yaşamını anlatmak için kısa bir özet sayılabilir. Cahide Sonku 27 Nisan 1919’da Yemen’de doğmuştur. Babası Osmanlı subayı Yüzbaşı Necati Bey ve dedesi 7. Ordu komutanı Çorapsız İbrahim Paşa eşliğinde çocukluk yıllarını baskı altında geçirmiştir. Ailesi erkek çocuk sahibi olmayı çok istiyordu, öyle ki Cahide’den önce doğan kızlarına Necdet ismini vermişlerdi. Cahide’de bu gelenek değişmedi. Aile kızlarına ‘çok çalışan, savaşan’ anlamına gelen Cahide ismini verdi. Gerçekten de isminin anlamını hayatı boyunca hakkıyla taşıdı Cahide.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Yemen Osmanlı topraklarından çıktı ve bizim küçük Cahide’miz ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. İstanbul’a geldikten çok kısa bir süre sonra babası evi terk etti. Böylece Cahide’nin yoksullukla savaşı başlamış oldu. Cahide’nin annesi paşa babasının evine dönmekten başka çere bulamadığı için Fatih’teki dedesinin konağına yerleştiler. Cahide’nin hayatını değiştiren iki yangından ilki bu konakta gerçekleşti ve Cahide’lerin sığınabildikleri tek ev de bu olay sonucunda küle dönmüş oldu. Yangın haberini alan baba Necati Bey kızlarını yanına almak istedi. Ablası bu teklifi kabul etti fakat minik Cahide teklifi kabul ederse annesine haksızlık yapacağını düşündüğü için teklifi reddetti. Böylece iki kişilik hayatları başlamış oldu.
Cahide ortaokula yeni başlamıştı ki annesi rahatsızlandı. Annesinin rahatsızlığı üzerine Sirkeci’de Basiret Han’da çalışmaya başladı. Tiyatro ile de burada tanıştı. Halkevlerinin temsil kollarında tiyatroya başladı. İşte tam bu noktada Cahide’nin meslek hayatına yön verecek bir gelişme yaşandı. 1932 yılının Eylül ayında gazetede Cahide’nin ilgisini çeken bir ilan yayınlandı. Şehir tiyatroları, konservatuar için öğrenci arayışında olduğuna dair bir ilanı gazetede yayınlamıştı. Seçmelerde başarı gösteren Cahide’miz 1932 yılında Darülbedayi’de yani şehir tiyatrolarında figüran-stajyer olarak çalışmaya başladı. Cahide’nin sahneye çıktığı ilk oyunu 1933 yılında ‘Yedi Köyün Zeynep’i’ adlı oyundu. Cahide oyunda repliği olmayan omzunda testi taşıyan figüranlardan biri olarak sahneye çıkmıştı. Oyunda kendi repliği olmamasına rağmen tüm oyuncuların repliklerini ezberlemişti. Bu durum hocası Muhsin Ertuğrul’un dikkatini çekmişti. Muhsin Ertuğrul Cahide’deki yeteneği fark etmesi üzerine kendi yönettiği ‘Söz Bir Allah Bir’ adlı filmde Cahide’ye yer verdi. Böylelikle bizim minik Cahide’miz beyaz perdeyle tanışmış oldu.
1934 yılında çevrilen ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ filmiyle ünlenen Cahide artık bizim minik Cahide’miz olmaktan çok uzaktı. Türkiye’nin ilk kadın sinema oyuncusu unvanını eline almıştı. Minik Cahide’miz parlayan bir yıldıza dönüşmüştü. Öyle ki Cahide’nin filmde başına bağladığı eşarp ‘Aysel’ adıyla folklorik bir öge oluşturmuştu. 1936’da Talat Artemel’in başrolünü oynadığı ‘Peer Gynt’ oyununda Semiha Berksoy hastalanınca, Muhsin Ertuğrul Semiha’nın oynayacağı rolü Cahide’ye verdi. Cahide bu oyunla beraber ilk aşkını tanımış oldu, Talat Artemel’i. Çok kısa bir süre sonra Talat ve Cahide evlendiler. Talat Artemel’in çapkınları dillere destandı. Cahide Talat’ın çapkınlıklarına daha fazla dayanamayarak evlendiklerinden iki sene sonra Talat Artemel ile olan evliliğini bitirdi. Agah Özgüç’le olan röportajında, yirmi iki yaşındayken kendisini içkiye kocası Talat Artemel’in alıştırdığını söylemiş, onun hakkında ‘insanlığımı da o istismar etti’ demiştir.
Cahide’nin hayatında evliliği dışında önemli bir gelişme daha yaşanmıştı ve bu gelişme Cahide’nin tiyatroya olan bakış açısını en net şekilde gösteriyor bizlere; 1937’de müziklerini Cemal Reşit Rey’in yaptığı “Adalar” adlı revüyü oynamak üzere evden çıkacağı sırada hasta olan annesi son nefesini Cahide evden çıkmadan vermişti. Perdenin açılmasına yarım saat kala Cahide annesi ve tiyatro arasında bir seçim yapmaya karar verdi. Ona göre bir tiyatro perdesi asla kapanmamalıydı. Cahide de tiyatroya gitti ve o gece içi kan ağlarken dans edip şarkı söyleyerek rolünün hakkını verdi.
1940 yılında yine Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ‘Şehvet Kurbanı’ adlı sinema filminde başrolü oynamıştır. Muhsin Ertuğrul ile arkadaşlığı ve Cahide’nin yetenekleri sayesinde Muhsin Ertuğrul Cahide Serap’tan Cahide Sonku’yu yaratmıştır. 1943 yılında aşka tekrardan merhaba demiştir. Dönemin tütün kralı olarak bilinen İhsan Doruk’la evlenmiştir. İhsan Doruk’la evliliği de istediği gibi gitmemiştir. Cahide Doruk’la ilgili şöyle der: ‘Ondan gücü ve sadakatsizliği öğrendim. Beni kocam İhsan Doruk yıktı.’ İhsan ve Cahide’nin evlilikleri sürerken Enver adınla bir kızları olmuştur. İhsan’la ayrıldıktan sonra kızını pek görememiştir. Cahide ilerleyen yıllarda kızı ile bağ kuramadığından oldukça fazla yakınmıştır.
Cahide Sonku, Talat Artemel’den ayrıldıktan, İhsan Doruk’la evlendiği yıla kadar olan günleri için “Bütün ömrümün en güzel aşkını bu yıllarda yaşadım. Sevdiğim adamın adını şimdi açıklayamam, çünkü evli ve çoluk çocuk sahibi” der.
1948 yılında Darülbedayi’den ayrılan Sonku için hayatının yeni bir dönemi başlayacaktır. Darülbedayi’den ayrıldıktan sonra sinemayla oldukça fazla ilgilenmeye başlamıştır. 1949 yılında Cahide Sonku, oynadığı ‘Fedakar Ana’ filmi çekilirken yönetmen Seyfi Havaeri rahatsızlanınca yönetmen koltuğuna Cahide geçmiştir. İlk yönetmenlik deneyimini kazandıktan sonra filmlere hem oyuncu hem de yönetmen olarak imzasını atmaya başlamıştır. Böylelikle Cahide artık Türkiye’nin ilk kadın sinema oyuncusu unvanı dışında ilk kadın yönetmen unvanını da eline almıştır. Cahide ününün en tepelerindeyken Sonku Film Şirketi’ni kurmuştur. Şirket adına 1951’de Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu ile birlikte ‘Vatan ve Namık Kemal’ Filmini yönetti. ‘Film Yıldızı’ dergisinin aynı yıl açtığı soruşturmada, ‘Vatan ve Namık Kemal’ en iyi film, Cahide Sonku’da bu filmdeki rolüyle en iyi kadın oyuncu seçildi. Cahide Sonku 1954’te ‘Beklenen Şarkı’ adlı filmi de aynı yöntemle çekmiştir. Sanat Güneşi olarak tanıdığımız Zeki Müren’i beyaz perdede ilk defa bu filmle tanımış olduk. Film gişe rekorları kırarak adını tarihe yazmıştır.
Cahide’nin hayatını değiştiren ikinci yangında burada karşımıza çıkıyor. Sonku Film Şirketi bazı iddialara göre kundaklama sayılabilecek bir yangınla oldukça fazla zarar görmüştü. Cahide Sonku milyonerken tek bir gecede borçlu duruma düştü. Talat Artemel’in ölümünden sonra da düzensiz bir hayat yaşamaya başlayan Cahide hayata karşı umutlarını yavaş yavaş tüketip hepsini alkolde aramaya başlamıştı. 1962-1963 yıllarında Cahit Irgat’la birlikte kurduğu ‘Cahitler Tiyatrosu’ Cahide Sonku’yu yeniden hayata bağlar gibi olduysa da çok uzun ömürlü olmamıştı. Yaşamının sonrasında yoksulluk, maddi ve manevi acılar, en önemlisi de alkol bağımlılığıyla geçiren Cahide artık hayattan kopmuş ve unutulmuş bir insan olarak geçirdi. 1979 yılında Sinema Yazarları derneği Cahide Sonku’ya özel bir ödül verdi. Her yıl anısına verilen Altın Portakal Cahide Sonku Ödülü vardır.
1981 yılında Alkazar sinemasında fenalaşarak can veren Cahide sinema sahnesine hayatının son anında veda etmiştir. Dönemin tiyatro ve sinemadaki güçlü adamı Muhsin Ertuğrul’un gözdesi olması, tütün kralı İhsan Doruk’la evliliği, Talat Artemel ve Cahit Irgat’la olan birliktelikleri gel gitlerle dolu yaşamının önemli duraklarıdır. Bir zamanlar yüksek ökçeli pabucundan şampanyalar içilen, Türk sinema tarihine ilk star, ilk kadın yapımcısı ve yönetmeni olarak damgasını vuran Cahide Sonku, son günlerini ispirto içerek, tahta bir kerevetin üzerinde ölmeyi dileyerek geçirdi.
Sinema tarihçisi Giovanni Scognamillo da Cahide’yi şöyle tanımlar: “Sonku’nun bırakın Türk Tiyatrosu’ndaki yerini, sinemadaki yeri de tartışılmaz. Bu dönemin, bir tarihin, bir sinema anlayışının temsilcisidir Cahide Sonku. Ama ‘tartışılmazlığı’ ondan değil, bu döneme kendi sınırları içinde kişiliğini de kattığı içindir.” Cahide Sonku hem yaşamıyla hem de meslek hayatıyla hepimize ders veren bir yaşam sürmüştür. Cahide Sonku’nun yaşam hikayesi bana her zaman Stefan Zweig’in ‘Bir Çöküşün Öyküsü’ kitabını anımsatmıştır. Kitapta bahsedilen karakterle yaşam öyküleri ne kadar farklı olsa da iki farklı kadının çöküş öyküsünün izleri oldukça benzer. Umarım yazı oldukça açıklayıcı ve bilgilendirici olmuştur.
Kaynak: Alegori dergi