Ümit Kayaçelebi

Hasan Pulur'dan Fıkralar

Ümit Kayaçelebi

Çoktandır fıkra yazmıyoruz, oysa öyle fıkralar var ki, kiminin yakası açılmadık, kiminin de yakası açıldı mı bir daha kapanmıyor.

Şeytan taşlanıyormuş, sıraya girmişler, herkes eteğindeki, kucağındaki taşları şeytana fırlatıyormuş...

Sıra birine gelmiş, adam her attığında şeytanın bir yerini vuruyormuş, en acımasız...

Şeytan bir ara doğrulup koşup gelmiş:

“Ayıp yahu, kanka değil miyiz?”

Akrabanın akrabaya ettiğini, kanka etmezmiş, akrebin günahına girmişler, akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez diyerek...

* * *

Köy halkı susuzluktan kıvranıyormuş, bir damla yağmur düşmemiş...

Nefesi kuvvetli bir hocayı çağırıp yağmur duasına çıkarmışlar, nafile, yine yağmur yok, yağmur değil bulut bile yok!

Dönerken hoca “Sizin köye yağmur yağmaz!” demiş:

“Niye?”

“İnancınız yok da ondan. Eğer inancınız olsaydı, yağmur duasının yağmur getireceğine inanır, yanınıza şemsiye alırdınız...

Hiçbirinizin şemsiyesi yok!”

Çevrenize bakın, inancım tamam diyen kaç kişinin şemsiyesi var?

* * *

Adamın köy yerinde lakabı “eşek”miş, eşek aşağı eşek yukarı...

Ağaya gitmiş:

“Ağam şu lakabımı değiştir!”

Eve dönünce karısı sormuş:

“Ne oldu?”

“Ağa değiştirdi artık bana sıpa diyecekler!”

“Hiç merak etme, büyüyünce yine eşek olursun!”

* * *

“Süleyman Nazif, ‘İkdam’ın kapısında tanıdığı bir gence rastlamış:”

“Hayrola, nereye?”

“Ahmet Cevdet Bey’e çıkıyorum!”

Süleyman Nazif kaşlarını çatmış:

“O adama çıkılmaz, inilir!”

Bunlardan televizyon ekranlarında, sürüsüne bereket!

* * *

Laf televizyondan açılınca...

Sünnetçi, dükkânının vitrinine kocaman bir çalar saat koymuş, sormuşlar:

“Bu ne yahu?”

“Neyi koyaydım!”

Bazı çalar saatlerin televizyon ekranlarına niye konduğunu hâlâ anlamadınız mı?

* * *

Başbakanlık sözcüsü, her akşam başbakanın o gün neler yaptığını gazetecilere aktarırmış...

“Sayın Başbakan bugün filanla konuştu, falanı kabul etti, şu toplantıya katıldı” gibi.

Sözcü o gün söyleyecek icraat bulamamış:

“Sayın Başbakan, bugün gölü yürüyerek geçti.”

Ertesi gün gazetede “icraatın içinden” çıkmış...

Birkaç kere yazdık, bazıları için devir “Yeni Osmanlı” devri, ellerinden gelse, diyebilseler, Başbakan’a “sadrazam”, Bakanlar Kurulu’na da “Heyet-i vekile” diyecekler.

Hadi biz de modaya uyalım, “pazar fıkraları”nı Osmanlı’dan alalım.

* * *

Sultan Aziz, bir gün sarayda hokkabaz oynatıyormuş, yanında da dönemin meşhur “Âli Paşa”sı varmış.

Bir ara şaka yapmış:

“Paşa şu kavazeyi başına tak bakalım yakışır mı?”

Padişah şakası bu! Kavaze dediği de Hokkabaz külahı...

Âli Paşa hemen “Ferman efendimizindir” dedikten sonra koynundan “mührü hümayun”u çıkarmış, yani padişahın verdiği sadaret mührünü, başbakanlık mührünü...

Sultan Aziz “Ne oluyor?” diye sormuş:

Âli Paşa cevabını vermiş:

“Devlet-i Âliye’nizin sadaret makamını işgal eden adam, bu rütbe üzerinde oldukça, başına hokkabaz kavazesi koyamaz!”

“Aman paşa, sen de hiç şakaya gelmezsin!”

* * *

Padişah bir gün Sadrazam Hekimoğlu Âli Paşa’ya kızmış:

“Şimdi hamalbaşını çağırtır, oğlunu sadrazam yaparım!”

“Ferman efendimizindir, ama gelecek olan zata, Hekimoğlu demezler, Hamalbaşının oğlu derler!”

* * *

Âli Paşa’nın dostu Kamil Paşa her lafı bir başka lafa bağlar, çok kişinin canını yakarmış...

Âli Paşa sadrazam olunca, yanındaki Kamil Paşa’ya “Aman kimseye dokunma, sataşma!” diye nasihat etmiş...

Huylu huyundan vazgeçer mi?

O sırada yabancılardan biri gelmiş, adam üzgün, bir ev kiralamış önce oğlu sonra karısı ölmüş, küçük oğlu da ağır hasta!

Âli Paşa, adamı teselli ederken, Kamil Paşa fısıldamış:

“Babıâli o eve nakil buyursa!”

Yani, hükümet o eve taşınsa!

* * *

Sultan Aziz’le Paris’e giden heyette Şehremini Muavini Ömer Faiz Efendi de varmış... Keçecizade Fuat Paşa, Ömer Faiz Efendi’yi hiç yanından ayırmıyormuş, hoşgörülü, nüktedan, hazır cevap insanı kim sevmez.

Bir gün Fuat Paşa, yanına onu alarak Paris Belediye Başkanı’nı ziyarete gitmiş. Adamın merakına bakın, İstanbul Belediyesi sokakları temiz tutup yıkatmak için ne kadar para harcıyormuş...

Al başına soruyu!

* * *

Ömer Faiz Efendi’de cevap mı yok!

“Bizim sokak ve caddelerimizin iki tarafı dükkânlarla doludur. Berber, aşçı... Berber, sakal tıraşından kalan sabunlu suyu, bakkal peynirin suyunu, aşçı tencerenin yağını sokağa dökerler. Bunlar akarken sokaklar yıkanmış olur. Onun için bizde sokak yıkama tahsisi yoktur.

Paris Belediye Başkanı, herhalde bir şey anlamaz ama misafirle de tartışacak değiller ya!

* * *

Tüccardan biri Fuat Paşa’nın parmağındaki iri tek taş yüzüğe bakıp duruyormuş, Fuat Paşa sorunca şöyle demiş:

“Paşam, bu taş sana kaç para getiriyor?”

“Hiç, ne getirecek?”

Adam gülmüş:

“Bende iki taş var, dede yadigârı, yılda elli altın getiriyorlar.”

“Ne taşı bunlar?”

“Değirmen taşı, paşam!”

Yazarın Diğer Yazıları